- 1614 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HATÇA BILLA
HATÇA BILLA
Belediye otobüsü tıklım tıklımdı. Hani iğne atsan yere düşmeyecek derler ya , işte öyle. Arka koltuklarda ,birbirinin üstüne sere serpe abanarak oturmuş gençler vardı. Kendi araların-da şakalaşıyorlar, konuşuyorlar ve birdenbire boru gibi bir sesle kahkahayı basıyorlardı. Her kahkahada otobüs yolcularının bakışları gençlere dönüyordu. Sorgulayan, ayıplayan bakışlar-la. Otobüsün ortasında ,ayakta ,direğe yapışmış birkaç kadın gençlere ters ters bakarak ; “Hiç büyük, küçük saygısı ,sevgisi kalmadı kardeş. Bizim gençliğimizde bir yaşlı gördük mü hemen kalkar yer verirdik.” diye söyleniyordu. Ortadaki kalabalık arabanın her fren yapı-şında rüzgârdaki buğday başakları gibi bir arkaya bir öne savruluyor, birbiri üstüne yığılıyor-lardı. “Dikkat etsene kardeşim !” diyen bağıran birine bir başkası “Şoför ne yapsın ? Ön-deki arabanın hatası. Birden önüne geçti otobüsün. Bizim insanımız trafik kuralı nedir bilmiyor ki ! Ehliyeti bakkaldan almış sıpa !” diye karşılık veriyordu. Sürücü de, önünde aniden duran arabaya karşı tepkisini iki elini direksiyondan kaldırıp, iki yana açarak gösteri-yor, ben ne yapayım dercesine “Lâhavle” çekiyordu. Başını cama dayamış, çizgili gömlekli , kargacık burgacık saçlı bir adam cep telefonuyla konuşuyordu. Sesi neredeyse otobüsün için-den dışarı taşacak kadar gürdü.Herkes kulak kesilmiş onun konuşmasını dinliyordu. “Alo… Oğlum beni duyuyor musun ? Anana söyle ben çarşıdan neler alacaktım, unuttum ya-hu….Yok devenin nalı… Kaç para o mal biliyor mu anan? O kadar parayı nerden bu-lacağım ben?...Yeter uzatma kapat dedik ya..” Öfkeyle telefonu kapatıyor, cebine koyu-yordu.
En önde , sürücünün hemen arkasında, bir eliyle kucağındaki kilim işlemeli heybesini sımsıkı tutan, diğer eliyle de koltuğa sımsıkı yapışmış bir yaşlı kadın oturuyordu. Önünde , ayaklarının arasında ,söğüt dallarından örülmüş büyükçe bir sepet vardı. Sarı Aydın şalından başörtüsü omuzlarına kadar sarkıyordu. Alnını koyu kahve bir fes kapatmıştı. Fesin sağından solundan çıkmış birkaç tel kınalı saç incecikten kulaklarına doğru sarkmıştı. Sırtına kırmızı renkte, elde örülmüş kolsuz bir kazak giymişti. Kazağın altındaki siyah fistanını tomurcuk tomurcuk güller süslüyordu.Çayır rengindeki şalvarına küçücük menekşeler serpiştirilmiş gibiydi. Şalvarının yere değdiği yerde toza belenmiş lastik ayakkabıları görünüyordu. Çukur-laşmış , kırışmış göz yuvarlağında masmavi ,boncuk gibi gözlerini ışıl ışıl, kırpıyordu. Küçü-cük ,mavi gözlerindeki ışıltıda sevgi, şefkat ve analık duygusu okunuyordu. Çevresindekilere yabancı gözlerle süzüyor, iki de bir sürücüye “Beni Yayla Köylülerin durağında endiriver gözel oğlum !” diyordu. “Ben buranın yabancısıyım da, nerede ineceğimi bilmeyom da !” diyerek durumunu açıklamak istiyordu. Ön koltuklarda oturanlar, ayakta dikilenler bakışlarını bu yaşlı kadına çevirmişlerdi. Bu, her zaman görmeye alışık olmadıkları bir manzaraydı onlar için. Gazete okumayı bırakan kravatlı ,takım elbiseli kel kafalı bir adam, gözlüğünün altın-dan yaşlı kadına , bir ressamın başyapıtını bakar gibi hayranlıkla bakıyor, “Anadolu bu iş-
te !”diye mırıldanıyordu . Yaşlı kadın , arada bir kum gibi araba kaynayan yola , bir de ken-dini süzen insanlara bakıyor, “ Yayla Köylülerin durağına gelmedik mi?” diye mırıldanı-yordu.
Az sonra otobüs bir durağa yanaştı. Otomatik kapılar gıcırtıyla açıldı. Sürücü arkasına dönerek ; “Burasıdır ninem , inebilirsin .” dedi. Nine ,orta yaşlı birkaç kişinin yardımıyla yerinden doğruldu. Elinde sepet ve omzunda nakışlı heybeyle kapıya varması zaman aldı. Otobüsün ön kapısından binenler çoktan içeri dolmuştu. Aynadan nineyi gözetleyen sürücü-nün “Acele et be anam !”diyen sesi duyuluyordu.Nine ,bir kadının yardımıyla güçbela araba-dan indi ve kendini kaldırımda buluverdi. Otobüs ortalığı büyük bir gürültüye ve dumana bo-ğarak caddedeki araba sürüsünde gözden kayboldu.
Yaşlı kadın omzundaki heybesini yere bıraktı ve çevresine bakındı.Hiç bir tanıdık yüz göremedi.İnsanlar bir yandan öte yana ivedi ivedi gidip geliyordu. Karınca sürüsü gibi araba kaynayan yola ve yolun karşısındaki başı göklere değen apartmanlara baktı. Apartmanların duvarlarındaki kocaman kocaman yazılara, yolun kenarını süsleyen bodur ağaçlara göz attı. Bir şeylerin ters gittiğin anladı ve mavi,ışıl ışıl gözleri hüzünlendi. Kendi kendine söylemeye başladı:
_ Cavurun otobosçusu beni yanlış durakta endirmiş. Burası Yaylaköy durağı değil ki. Karşıda üç katlı sarı bir ev olacaktı. Yanında bir akasya ağacı vardı. Evin altında bi-zim köylülerin gayfesi vardı.Burada evler gocaman gocaman , böyük böyük dükkanlar var. İnsanlar sel olmuş akıyor burda.Orası değil burası.
Biraz söylendikten sonra “Aklını başına topla Hatça Bılla.” dedi kendi kendine. “On-ca yaşın kadınısın, çocuk değilsin ya, oturup ağlayacak.Sorarsın birine bulursun mahal-leyi.”dedi. Belini doğrulttu. Gelip geçenlerden eli yüzü düzgün birini aradı yol sormak için. Karşıdan orta yaşlı bir adamla kadın kol kola girmiş ona doğru yavaş adımlarla geliyorlardı. Önlerine çıktı:
_Bakın yavrum ben Yayla köylülerin durağında enecektim.Yanlış yerde endirmiş kör olası otobosçu. Deyiverin bana nereden gidilir Yayla köylülerin durağına.
Adam dudaklarını bükerek bu hiç görmediği köylü giysili yaşlı kadını baştan aşağı süzdü. Adamın koluna yapışmış, başını adamın omzuna doğru yaslamış kadın kayıtsızca sakızını patlatmaya devam ediyordu. Adam ellerini “Çaresizim” der gibi açarak:
_ Ben nereden bileyim be anam Yayla Köyü. Koca şehirde kim tanır Yayla Köyü !
Yanındaki kadın sakızından bir baloncuk patlatarak:
_Yürü be şekerim. Kim bilir hangi Çapanoğlu vardır bunun gibilerinin ardında, di-yerek adamı çekip sürükledi. Biraz sonra da kalabalıkta yittiler.Yaşlı kadın ummadığı bu ya-nıttan olacak ağzından “Aboov !” diye bir ses çıkardı. Sonra “Eh her memleketin aklı sey-rek olanı da olcek elbet. Bunlar da onlardan biridir herhâl.” diyerek karşıdan gelen iki genç kıza doğru yöneldi:
_ Kızlar, gözel yavrularım, beni otobosçu yanlış durakta endirmiş. Bana Yayla köylülerin durağını gösterir misiniz? Benim okumam yazmam yok da.Cahilim kızım ben..
Kızlar ,buram buram köy kokan yaşlı nineye acıyarak baktılar. Biri ninenin koluna gi-rip onu kenara çekti. “Ninem biz de yabancısıyız buranın. Öğrenciyiz biz, yeni geldik bu kente.” dedi. “Bir bilen vardır elbet, onlara sor.” diyerek arkalarına baka baka uzaklaştı-lar.Yaşlı kadının mini mini, mavi gözlerinde ışık azalmaya başladı. “Vay başıma gelenlere! O kadar insandan kimse bilmeyo Yayla köyü, Yayla köy durağını. Gız n’eşlecen ben gayri şindi? Kimlere sormalı acep?” diye sızlanmaya başladı. Az ötede, vitrinleri seyrede seyrede ,aheste aheste yürüyen sarışın bir kadın ,yanındaki adama yaşlı kadını göstererek,
“ Wow ! Look at that lady ! Look ! Look !”( Vouv ! Luk et tet leydi !Luk Luk!”) diyerek çekiştirdi. Çavdar gibi, uzun bacakları dizlerine kadar çıplak adam yaşlı kadına baktı. Hemen boynundaki kamerasını yaşlı kadına doğrultu. Çekmeye başladı. Çevreden gelip geçenler ön-ce yavaşladılar, sonra yürümekten vazgeçip manzarayı seyretmeye başladılar. Yaşlı kadın olanlardan bir şey anlamamış ve çavdar bacaklı adama:
_ Heç Müslüman yok mu burda? Benim adım Yayla köylü Hatça Bılla.Otobosçu beni burada endirdi kör olasıca. Deyiverin bana Yayla köylülerin mahallesi nerede?
Sarışın uzun adam yaşlı kadının önünden, yanından çekim yapmayı sürdürüyor ve bir yan-dan da:
_ We can not speak Turkish ! (Vi ken nat şipik Törkiş!) diye tekrarlıyordu. Çevrede git-tikçe kalabalıklaşan çemberdekiler birbirine “Ne var ? Film mi çeviriyorlar?” diye soruyor, bir başkası da “Helal olsun kadına be ! Köylü rolünü ne güzel yapıyor. Sanatçı buna de-rim işte.” diyordu. Birkaç yeni yetme delikanlı filmde görünebilmek için Hatça Bılla’nın arkasına geçiyor, omzundan , üstünden bakmaya çalışıyordu. Uzun bacaklı adamla sarışın kadın kalabalığı yararak uzaklaşınca çember açıldı. İnsanlar yavaş yavaş dağılmaya başladı. Hatça Bılla olanlardan bir şeyler anlamamış, öfkeyle:
_ Ne olacak canım. Kadın boya küpü. Sarı inek gibi bön bön bakıyor insana. Adam kavatın teki. Hiç mi insan yüzü görmediniz ? Ne olacak yardım ediverseniz kör olası-calar? Şipikmiş. Kim bilir kimin oğlu bu şipik, dedi.
Çevresinde gittikçe azalan insanlara dönüp:
_Ne bakıyorsunuz öyle? Ayı mı oynuyor burda ! Ben Yayla köylü Hatça Bıllayım. Oğlumun adı Hasan Taşbasan. Yayla Köy’den kime sorsanız bilir.Ne olur biriniz söyleyiverse Yayla Köy durağı nerede, diliniz mi eskicek ? diye çıkıştı onlara.
Yere çömeldi ve dizlerini dövmeye başladı. Sesi öfkeyle birlikte ağlamaklı bir hâl almıştı. Gözlerinden süzülen yaşları sarı Aydın şalından yapılmış başörtüsünün ucuyla sildi.Tam o sırada sırtında okul çantası, mavi önlüklü, beyaz yakalı, saçları kıvır kıvır bir ilkokul öğren-cisi Hatça Bılla’ya yaklaştı.Yere koyduğu kilim işlemeli torbasının yanına çömelmiş Hatça Bılla’ya doğru eğildi:
_ Ninem niye ağlarsın? Sana nasıl yardım edebilirim ? dedi. Hatça Bılla’nın donuklaşmış mavi gözlerine bir ışık geldi. Bu okul giysili , saçları kurdelâlı güzel çocuğa bakarak:
_ Yolumu şaşırdım gözel kızım .Evimiz ahacık üç beş sokak ileride. Ama hangi yoldan gideceğimi biledim yavrum..
_ Evinizin adresini biliyor musun nine?
_ Adrese dediğin de kim ola ki gözel yavrum? Tanımıyorum ben onu…
_ Hangi mahallede oturuyorsunuz, sokağının adını biliyor musun demek istiyorum?
_ Yayla köylülerin oturduğu mahallede. Ben Yayla Köylü’yüm. Herkes Yayla Köylü Hatça Bılla desen bilir yavrum. Oğlumun adı Kara Hasan. Hasan Taşbasan .
_Anlaşıldı ninem sen bu şehre yeni gelmişsin. Adresini bilmiyorsun.
_Heç bişecik bilmeyom gözel kızım, tatlı dillim.Yeni geldim buraya…
_Sen buradan hiç ayrılma. Ben şu karşıdaki polisleri çağırıp geleyim.Onlar senin evini bulurlar ninem.
_Ayrılmam kızım, heç ayrılmam.
Çocuk koşarak kalabalığa karıştı. Hatça Bıla’nın gözyaşları dinmiş, mavi gözleri sanki su-dan yıkanıp paklanmış dupduru, ışıl ışıl olmuştu. “Şeherin adamları, karıları ölmüş ya ço-cukları ölmemiş.” diye geçirdi içinden. Şimdi o çevredeki ardı sıra akıp ,kovalaşan araba-lara, kaldırımları doldurup taşıran insan seline tasasızca bakıyordu.Az sonra kurdeleli, mavi önlüklü güzel kız bir polisle karşıdan göründü. Küçük kız minik parmağıyla nineyi göste-rerek:
_ İşte polis abla ,şu ninecik .Yolunu kaybetmiş.Adresini de bilmiyor. Yayla köylüyüm deyip duruyor.
Hatça Bılla , şapkasının altından lüle lüle saçları dökülen, üniformasından göğüsleri kaba-ran , tabancası kalçasını döven polise şaşkın şaşkın baktı. Polis:
_Ben polisim nineciğim, derdin nedir? Bir de bana anlat.
_ Esastan polis misin? Yoksam kadın mısın?
_Ben hem bir polisim , hem de bir bayanım nine.
_Abooov. Kadından da polis olur mu heç ?
_ Olur ninem olur, polis de olur, asker de.
_Tövbe ,tövbe. Bir yaşıma daha girdim. Kadından polis de gördüm şu yalan dünyada..
_Anlat bakalım nine , bu çocuğun anlattığı doğru mu?
_Doğru polis kızım ,doğru.Yayla Köylü Hatça Bılla’yım ben. Buraya yeni taşındık. Otobos beni burada endirdi. Şimdi evi bulamıyorum. Şaşırdım kaldım polis kızım.
_Ninem ,evinin adresini biliyor musun? Mahallenin adı, sokağın adı gibi.
_Heç bir şey bilmeyom ben. Sarı boyalı üç katlı bir evdi. Oğlumun adı Hasan Taşbasan. Yayla Köylü Hasan Taşbasan. Kara Hasan derler ona bizim köylüler.
_Telefon numarasını biliyor musun oğlunun?
_Bilmeyom. Cahilim ben.Okumama yazmam yok ki.
_Anlaşıldı ninem.Seni karakola götüreyim. Arkadaşlar araştırır,bulur evini. Meraklan
ma sen.
Karakol sözünü duyunca Hatça Bılla irkildi.Kaygıyla kekelemeye başladı.“Karakol mu? Suçum ne ola ki benim? Ben karakoldan korkarım.” dedi. Bayan Polis:
_Korkma ninem, korkma. Orada senin evini bulurlar. Şimdi sepetini ,heybeni al, gel benimle. Karakol hemencecik arka caddede.
O sırada gelip geçenler arasından dal boylu, geniş omuzlu ,yağız bir delikanlı onlara doğru yöneldi ve yanlarına geldi. Birden Hatça Bılla’nın ellerine sarılıp öpmeye başlayan delikanlı sordu:
_ Haça Ninem ! Hatça Ninem ! Sen ne arıyorsun burada?
Köyündeki delikanlılar gibi saygılıca ellerine sarılan bu genci baştan aşağı süzen Hatça Bılla, mavi gözlerinin kırpıştırarak:
_ Sen de kimsin oğul? Beni nereden tanıdın? diye sordu.
_Ben Yayla Köylü Yusuf pehlivanın oğlu Osman’ım ninem. Tanımadın mı beni ?
_Yusuf pehlivanın oğlu Osman ha! Mestan Ağa’nın torunu Osman’ım ha!
_Tastamam. Mestan Ağanın torunu Osman’ım ben.
Hatça Bılla’nın içi rahatladı, serinleyiverdi. Sonunda kendini tanıyan biri çıkmıştı.Güvenli ellerde olmanın verdiği mutlulukla bıllalık yapmaya başladı:
_Dal gibi yiğit olmuşsun oğlum. Doğumunu ben yaptırmıştım senin çocuğum.Sümüklü bir oğlandın köyden çıktığında.
_Hayrola ninem ? Hangi rüzgâr attı seni buralara? Nedir bu hâl ? Polisler falan…
_Cavırın otobosçusu beni burada endirdi. Sizin durak burasıdır ,dedi.Öte baktım ,beri baktım.Kimsecikleri tanıyamadım. Evin yolunu şaşırdım Osman’ım. Kayboluveriyordum şu koca şeherde.
Osman’ın geniş omuzlarını tutarak yüzünü ,gözünü öpmeye başladı.Bir bebeği sever gibi okşayıp kucaklıyordu koca delikanlıyı.Sevincinden akan göz yaşlarını başörtüsüyle silerken bayan polis söze karıştı:
_Ninem üzülme artık. Bak seni tanıyan biri de çıktı. Sen de onu tanıdığına göre mesele kalmadı. Osman’a dönerek “ Sen bu nineyi evine götürür müsün?” diye seslendi.
Osman:
_Siz merak etmeyin. Bizim mahallede oturuyor bunlar. Oğlunun evini biliyorum. Hat-ça Ninem adına sizlere çok teşekkür ederim, diye cevapladı bayan polisi. Polis, “Görevi-mizi yaptık.” dedi. Küçük kızın elinden tutarak “Haydi küçük hanım ,biz gidelim. Sen okuluna, ben görev yerime.”sürdürdü konuşmasını.Küçük kız ninenin elini öperek:
_Hoşça kal nineciğim.
_Sağ ol yavrum. Tuttuğun altın olsun güzel yavrum…
Polisle çocuk el ele tutuşup kalabalığa karıştılar. Hatça Bılla Osman’a döndü:
_Eee Osman oğlum, hem eve gidelim.Hem yolda konuşalım.Yıllar var ki seni görme-dim be tosunum.Tıpkı deden gibi bir yiğit olmuşsun be oğlum.
Osman sepeti ve heybeyi aldı, Hatça Bılla’yla kalabalığı yara yara yürümeye başladılar. Durup durup Osman’ı seyreden Hatça Bılla:
_Ben de neydim o yıllarda. Bir tazecik gül idim. Deden de az koşmadı ardımdan. Ben de ona meyilliydim emme bubam vermedi. Kaderin işine bak .Şimdi onun torunu beni buldu koca şeherde.
_ Dedem de hep senden bahsederdi ninem.Ölmeden bir daha görsem Hatçe’yi , helâl-leşsek dedi durdu.
Hatça Bılla durdu. Bir daha Osman’nın yüzüne baktı. Gözleri buğulanmıştı.Yüreğine incecik bir sızı saplanmıştı.
_Vah vah ! Rahmetli mi oldu Mestan Ağa , Allah Toprağını bol etsin. Biz hâlâ sürü-nüyoruz şu yalan dünyada.Allah rahmet eylesin. Bizim sıramız gelmedi bir türlü, diye
hayıflandı yol boyunca. Karşıdan saçlarının örgüsü bir arkaya ,bir öne savrulan genç bir kız koşarak onlara yaklaştı.Telâş içindeydi. Har soluk kalmıştı:
_Nine ! Hatça ninem ! Sonunda buldum seni. Şükür Allahım! Nerelerdeydin sen?
Hatça Bılla kızın göğsünü yumruklamaya ve söylenmeye başladı:
_ O eşek babana gel gitme şehere ,dedim. Neredeyse yitiveriyordum. Nerdesiniz be kızım?
_Köyden telefon ettiler, Hatça Nine yola çıktı, karşılayın diye. Saatlerdir seni arı-yordum bizim durağın oralarda.
_Ararsın sen domuzun kızı…Otobosçu beni yanlış durakta endirmiş, başıma neler geldi bir bilsen..
Sonra Osman’a dönerek:
_ Bak oğlum Osman, bu kız da benim torunum Suna, dedi. Suna’ya:
_ Bu delikanlı da bizim köyden Yusuf pehlivanın oğlu Osman’mış. Hık demiş dede-sinin burnundan düşmüş.
Osman bir adım daha kıza doğru uzanıp nazik tavırla Suna ile tokalaştı.
_ Ben Osman Pehlivan. Aslen Yayla köylüyüz. Ama şehre çok olduk geleli.
Suna:
_Ben ,Suna Taşbasan. Yayla köyden yeni geldik şehre. Tekstil fabrikasında çalışıyo-rum.
_ Ben de “Pekucuz Mağazası’nda” olarak çalışıyorum. Tanıştığımıza memnun oldum.
Suna:
_Ben de memnun oldum.
Suna dikkatle bu geniş omuzlu, yağız delikanlıyı baştan aşağı süzdükten sonra:
_Dur bakayım seni bir yerden gözüm ısırıyor gibi…. Sen ilkokulu nerede okudun?
_ Birinci sınıfı köyde okudum, sonra şehre geldik.Şehirde bitirdim.
_ Köyde öğretmeniniz Veli Bey değil miydi? Hani kısa boylu,esmerce, kara kaşlı, kara gözlü bir öğretmen.
_ Tastamam oydu. Sen nerden tanıyorsun Veli Beyi ?
_Ben de birinci sınıfta Veli Bey’de okudum. Şimdi hatırladım… Aynı sınıfta okumuşuz. Ben ön sıralarda otururdum. Sen uzun olduğundan arka sıralarda otururdun.
_Hatırladım şimdi seni Suna. Aradan yıllar geçti. Yolda birbirimizi görsek tanıya-mazdık. Hatça ninenin kayboluşu neden oldu tanışmamıza. Biliyor musun öğretmenimiz Veli Bey de bizim mahallede oturuyor.
_Ya demek öğretmenimiz burada. Çok sevindim. En kısa zamanda bulup ellerini öpeceğim…
Onların konuşmasını Hatça Bılla kesti:
_Durun bakalım ! Bırakın gevezeleği de beni bir an evvel eve götürün. Ne bakışıp duruyorsunuz ,öyle devenin nalbant dükkanına baktığı gibi…
Osman , ninenin elini öptü . “ Haydi bana müsaade. Hasan amcaya ve Emine teyzeme selâmlarımı söyleyin. Sağlıcakla kalın. Bizim mağaza şu caddenin ucunda. Yolunuz uğ-rarsa beklerim .”dedi. Suna tekrar Osman’la tokalaşırken “ Ben de Armutoğlu Teksil’de çalışıyorum.” diye mırıldandı.
Osman geniş omuzlarıyla kalabalığı yara yara ilerlemeye başladı. Suna onun kalabalığı yara yara gidişini, acaba dönüp tekrar bakar mı diye gözünü Osman’dan alamıyordu. Osman da bir kez dönüp bakayım derken karşıdan gelen bir kadına tosladı.Suna gamzelerini çukurlaş-tırarak güldü Osman’a. Hatça Bılla torununu dürterek:
_Oğlanı beğendin herhâlde kız. Ne o sokak lambası gibi dikildin kaldın ardından. Ben de o cavurun dedesinin ardından öyle bakar kalırdım amma. Nasip işte… Haydi çabuk
eve gidelim. İşe geç kalacaksın gızım.
Suna yürümeye başlamadan son bir kez Osman’ı görmek umuduyla dönüp kalabalığa baktı. Hatça Bılla Suna’yı eteğinden çekerek:
_Hadi kız ! Hadi ne bakıyorsun öyle sahipsiz bostan görmüş eşek gibi. Yürüüü.! diye genç kızın itekledi. Evin yolunu tuttular… AYKAR VELİ DENİZLİ 30.08.2006
ÖYKÜNÜN DEVAMI SUNA İLE OSMAN ÖYKÜSÜDÜR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.