Röntgenci
ŞÖFÖR HİKAYELERİ ( Röntgenci)
Zengin bir ailenin iki çocuğundan biriydi Mahmut. Yeni yetmelerin ilk sevgililerini bir baykuş çığlığında gecenin tatlı hatıralarını yaşatmışsa kim unutabilir o ilk aşkını. Geleceğe boş bakan gözlerle ufukta, bir çizgi gibi yakaladığı hayali mutluluğu, yaşanmamış hayata dair heyecanı kimi yerde bir acı anı gibi saklıyordu içinde. O içindeki ütopik sevgilisini de hiçbir an aklından çıkaramazdı. Bir gizli hastalığın oluşmasının baş mimarıydı çevresindeki arkadaşları. Böyle bir başı boşlukta kendisine kimsede söz geçiremezdi. Anasının sözünden çıkmayan bir babası vardı. Arkadaşları Mahmut’la babasının arasını açmayı çok severlerdi. Mahmut’un babası bir sefarette çalışıyordu. Şoförler uzaktan Mahmut’un babasını gördüklerinde’ sabah, sabah gene ev(ossuruk)havalandırmaya gidiyor’ derlerdi. Süleyman amca iş dönüşünde oğlu Mahmut’u sorarsa şayet, duraktakiler:
”Oooo Süleyman amca o şimdi kim bilir nerede içiyordur, bir iki iş aldı mı Mahmut için yeter, aslan gibi arkasında sen varsın “ derlerdi . Süleyman içinden kızdığını belli etmeden başını sağa, sola sallayıp o kızgınlıkla eve gittiğinde, ‘oğlunu koruduğu için’ karısı Hamiyet hanımla da münakaşa ederdi.
Mahmut’un taksicilik yaptığı senelerde Gaziosmanpaşa’ya ‘yes’ mahallesi derlerdi. Adım başı Amerikalılar otururdu o muhitte. O muhitte çalışan hizmetçilerin hepside İngilizce konuşur olmuştu. Dinamik ve genç görüntüleriyle kendilerini naza çekerler, yeri geldiğinde sosyetenin büyük ve seçkin isimlerinin katıldığı kokteyllerde vazife alırlar konukların pembe halılar üzerinden yürüyerek girdikleri mekanda kokteylin mönüsündeki uzak doğuya ait yiyecekleri çaktırmadan tadarlardı. Şoförlerininde tavladıkları birçok güzel hizmetçiler vardı.Sevgilisi olan şoförlere Amerikan içkisi ve sigarası getirirlerdi. Türk ailelerinin çocukları onların çöplüğüne atılan oyuncaklarla sevinir, Amerikalıların işe yaramayan okunmuş kitaplarını almak için çoğu kez çocuklar kavga yaparlardı. Hatta çöplükler bile paylaşılmıştı. Hiç kimse kendi evine yakın çöplükleri başkalarına karıştırtmazlardı. Taksi müşterilerinin çoğu Amerikalılardı. Çoğu kez sent verirlerdi, dolar verirlerdi.
Süleyman amca Mahmut’u çok okusun istemişti ama olmadı. Oğlunun ısrarı üzerine 1958 model bir pontiyac otomobil almıştı. Ama Allah’ı var Mahmut arabasına çok iyi bakardı. Süleyman amca miras zenginiydi, oldukça mülayim bir yapısı vardı Mahmut babasını parmaklarının ucunda oynatsa da yeni alınan otomobilden dolayı bir baba baskısı altına girmişti. Baba baskısından bıktığı içinde için takside hep gece çalışmayı seviyordu. Gündüz taksisini bir şoföre veriyor gecede kendisi kullanıyordu. Tabi babası gece yorgun, argın oğlunu takip edecek değil ya. Mahmut’ta istediği gibi hareket ediyordu.
Mahmut gece bir iş alsın, dönüşünü muhakkak herhangi bir evin ışık yanan penceresinden bakıp evin içersini röntgenler, geçte olsa öyle durağa gelirdi. Gözlerden de ırak olduğu için Süleyman amca da oğlunu dürüst çalışıyor bilirdi. Gene bir gün iş dönüşü durağa gelirken bir binanın en üst katındaki odalardan birinin penceresinden odanın lambasının yandığını görür. Gecenin saat ikisinde ışığın yanması Mahmut’u heyecanlandırır. Öyle ya insanlar bir şey yapmasalar ışık boşu boşuna yanmaz ki. Arabasını görünmeyecek bir şekilde zulaya çeker. Dairenin yanan penceresinin tam karşısı hizasına gelen servi ağacının gövdesine tırmanmaya başlar. En üst katın ışığından başka binada hiçbir ışık yanmamaktadır. Bitişikteki kabası bitmiş inşaatın bekçisi bile çoktan uyumuştu. Gece karanlığındaki sessizlikte kendi soluk alışının sesini ve birde ara sıra bastığında kırılan dalların çıtırtılarını duymaktaydı.
Röntgencilik sanki Mahmut’un ikinci mesleğiydi. Başka ağaçlara tırmanmak kolaydı ama böyle ulu bir servi ağacına ilk defa tırmanacaktı. Tehlikeli bile olsa bir şey görme heyecanı, içindeki korkuyu bastırıyordu. Ağacın gövdesinden çıkan dallar oldukça kırılgan ve narindi. Çoğu kez tuttuğu dal elinde kalmakta, kırılan dalların çıkıntıları zorda olsa ayaklarına basamak oluyordu. Dördüncü katın hizasına vardığında, Gördüğü manzara muhteşemdi. erotizmin kuşatmasından kurtulamayan bir bayan git gide ufalan hafifleyen giysilerin darlığından hap solmuş uzuvlarının dışarıya fırlayacakmış gibi taşmaları karşısında kendini zaptedemeyen eşinin hırslı sarmaş dolaşın da biraz cilveli nazlı ve çekingen davranışlar sergiliyordu. Sevdiği bir çiçeğin ilk tomurcuğunu verdiği bir andı sanki karşısındaki eşine karşı duruşu. Sanki orijinal lezzetle eşine sunulmuş bir aşk tanrıçası gibi hissediyordu kendini bayan.
Mahmut’un bastığı çatal dal arasında sıkışan ayaklarının yorgunluğu bir acıyla kendisini uyarır. Ayağını dinlendirme ihtiyacını hisseder. Diğer ayağını bastığı çatal arasına koymak için yorgun ayağını kaldırdığında bütün yükü diğer ayağına verdiğinden, gövdesinin ağırlığını çekemeyen dal kırılır Mahmut hızla aşağı doğru düşmeye başlar. İşte ne olduysa bu düşüşte olmuştu. Kurtulmak için her tuttuğu dal elinde kalmaktadır. Gövdesinin ağırlığını taşıyamayan dallar kırılıyor , Mahmut’un düşüşünü yavaşlatıyor ama engelleyemiyordu.
Genç evliler duydukları gürültü üzerine, üzerlerine sardıkları bir çarşafla yatak odalarının balkonuna açılan kapıdan balkona çıktıklarında birisinin ağaçtan düştüğünü görmüşlerdi. Kendilerinin röntgenlendiklerini bilmediklerinden, hırsız zannedip, gece karanlığında, avazlarının çıktıkları kadar “hırsız kaçıyor, kimsecikler yok mu? aşağıda hırsız var.” diye birkaç sefer bağırdılar. Gece karanlıkta yankılanan sesi kimin duyduklarını bilemediler ama kavak ağacının dibinde acıdan kıvranan birinin siluetini belli, belirsiz gördüler. Giyinik vaziyette olmadıklarından bağırmaktan da öte bir şey yapamadılar.
Mahmut korkunun verdiği paniklemeyle düştüğü yerden kalkıp üstünü silker. Yırtılan üstünü başını gözü görmez, çeşitli yerlerine batan dalların sıyrık ve kanatmalarındaki acıyı bile hissetmez. Bitişik inşaatın tahta perdelerine tırmanır kendini inşaatın bahçesine atar. Yeter ki röntgenlediği binanın bahçesinde olmasın, yeter ki orada yakalanmasın. Ama şanssızlıklar Mahmut’u orada da rahat bırakmayacaktır. Atladığı yeri görmez gece vakti. Oysa atladığı yer bir kireç kuyusudur. İnşaat için açılmış ve söndürülmüş kireçle dolu bir yer. Üzeri kaymak bağlamış ve derinlere doğru git gide katılaşan kirecin içersine neredeyse dizkapaklarına kadar gömülmüştür.
Gece geç saatlerde kadının çığlıklarını duyan bekçide uyanmış, kum yığınlarının ardındaki kireç kuyusundaki Mahmut’u görmüştür bir karartı halinde. Mahmut’un yanına kadar gelen bekçi elinde koca bir kalasla, Mahmut’un karşısına dikilip ,“hadi bakalım buradan nereye kaçacaksın” der. Mahmut bekçiye “Yav arkadaş beni tanımadın mı?. Ben pontiyacın sahibi Mahmut. Hani seni iş dönüşü yolda, belde alırım ya. Hatırlamadın mı.? Süleyman’ın oğlu Mahmut’um “deyince bekçi elindeki kalası bırakıp el fenerini Mahmut’un yüzüne tutar ve ancak Mahmut’u tanır. Mahmut’a:
”Yav Mahmut abi senin ne işin var burada” deyip Mahmut’u ellerinden tutarak çeker, çıkartır kuyudan.
Mahmut bazı geceler bira alır, bekçinin yanına uğrar beraber bira içerlerdi. Mahmut’un tavladığı Amerikalıların yanında çalışan bayan arkadaşına beraber kalsınlar diye kendi yerini vermişti birkaç kez bekçi. Onun için Mahmut abisini çok severdi.
Başına böyle haller de geldiğinde elbette ki yardımcı da olacaktı. Mahmut çoğu kez kimi akşam rakı, kimi akşam bira alıp, bekçiyle içtiklerinde bekçiyi konuşturur, hangi dairede kim oturuyor, hangi dairede yollu var, hangi si güzel, iş verir bekçiyi konuşturup dinlerdi. Mahmut ne zamandır o daireyi göz hapsine almıştı . Her gecede aynı dairenin ışığı yanmaz ya, ama gözetlediği dairenin ışıkları her gece yanıyordu. İşte Mahmut’u gözetlemeye çeken nedenlerin başında da bu merakı vardı.
Kuyudan diz kapaklarına kadar kirece batmış bir vaziyette çıkan Mahmut’un üzerine tazyikli hortumla su tutan bekçi tahta perdedeki aralıktan bitişik binanın aydınlatma ışıklarının yandığını ve kapıdan iki kişinin düşen ağacın altına kadar gelip yere serilmiş servi dallarını ve yapraklarını bir birlerine gösterip, biraz duyulacak bir sesle,”İşte hırsızın çıktığı ağaç, bitişik inşaata bir soralım bakalım” dediklerinde bekçi Mahmut’a “aman abi hemen saklan” deyip Mahmutu inşaattaki kendi odasına göndermişti.
Bitişik binadan gelen iki kişi bekçiye bir gürültü duyup duymadığını sorduklarında bekçi de gürültü duyup onun üzerine uyandığını söyler. Guya hırsızı kovalamıştır ama yakalayamamıştır. Gelenler tatmin olduklarından bekçiye teşekkür edip oradan ayrılırlar.
Mahmut bekçiden aldığı pantolonu giyer ve açık bir büfeden aldığı rakıyı bekçiyle beraber içmeye koyulurlar. Mahmut bekçinin ısrarı üzerine olayı anlatır. İşte bu korku üzerine Mahmut birdaha röntgencilik yapmayacağına dair bekçinin yanında kendi kendine söz verir. Yaptığı işin kötü olduğunu acı bir deneyle kendiside anlamıştır. Mahmut bu sözü acaba ne kadar tutacaktı. Sabah bekçiden aldığı kıyafetlerle eve gittiğinde babası çoktan işine gitmişti. Yırtılmış gömlek ve pantolonlarının eksikliğini bir hayli anası babası sordu ama Mahmut bir sır gibi ölene kadar kimseye söylemedi.
Ahmet Canbaba
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.