- 1380 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
GIYBET
Bürodan çıkıp evinin olduğu istikamete doğru yürümeye başladı. Tam parkın yanından geçiyordu ki gözü tanıdık birkaç kişiye takıldı. Parkınbir köşesine oturmuşlar hararetli hararetli birşeyler konuşuyorlardı. Park iyice tenhalaşmış herkes evin egiderken bunlar ne konuşuyorlardı böyle, merak etmişti. Aslında fazla tecesesüs sahibide değildi. Öyle herkesin ne konuştuğunu ne yaptığını fazla merak etmezdi ama böyle ulu orta oturup konuştuklarına bakılırsa saklayacakları bir şey yok gibiydi.
Ayakları kendisini gayri ihtiyari parkın içine doğru çekmiş onların yanlarına doğru sürüklüyordu. Yanlarına vardı. “Selamün aleyküm arkadaşlar” dedi. “Ooo Erkam bey hangi rüzgar attı seni böyle” diye taklan Ekrem bey aynı zamanda oturması için yerde açıyordu Erkam’a. “Hiiç dedi Erkam şöyle geçiyordum, gözlerim size takıldı çekip alamadım üzerinizden gözlerimi, müsaade ederseniz onları almaya geldim.” şeklinde espiritüel bir cevap verirken aynı zamanda kendine açılan yerede oturmuştu. Kısa bir hal hatır sormalamasından sonra bir sessizlik oluştu. Erkam rahatsız olmuştu bu durumdan. “Arkadaşlar dedi öncelikle davetsiz misafir olduğum için özür dilerim. Mahrem bir husus görüşüyor idiyseniz ben müsaade isteyeyim. Kusurada bakmam ve bakılmaması gerektiğinide inanıyorum. Bazı insanların mü’minlerin birbirlerinden gzileyecek neyi olabilir değerlendirmelerinede katılmıyorum ve her sırrın mü’mine taşınması zor bir mes’uliyet yüklediğinden fazla sırra ergah olunmamasının hikmetinede canu gönülden inanıyorum. Onun için kalkmam gerekiyorsa lütfen bunu benden çekinmeden isteyebilirsiniz. Değilse devam edin sohbetinize de bizde nasibimizi alalım sözlerinden sonra sohbet kaldığı yerden devam etmeye başlamıştı.
Erkam bey dinledikçe bir tuhaf olmaya başlamıştı. Sohbetin seyri hiç hoşuna gitmiyordu. Müslüman kimliği taşıyan bu insanlar öldükten sonra dirilmeye, söylediği her sözden hesaba çekileceklerine inanmıyorlarmıydı yoksa? Nasıl bu kadar fütursuz konuşabiliyorlardı? Erkam bey ağızlarından, dudaklarının kenarından kan sızdığını görür gibi oluyor, midesi bulanıyordu. Değişik cemaatlerden insanları atmışlar ortaya kanlı gıybet pençeleriyle acımasızca parçalıyorlardı. Erkam geçmişini hatırlamak istemediği halde Yasin hocanın cuma vaazından ve Muharrem beyle karşılaşmadan önceki hayatını hatırlamıştı. Soğuk soğuk terlemeye başladı. Hayatındaki o batıl taloları gaflet sahnelerini hatırlamak istemiyordu. Yoksa şu anki sohbetten ne kadar zevk alırdı kimbilir. O günden kendini hesaba çekme kararını verdiği günden beri gecesini gündüzüne katmış epeyce kitap okumuş, sohbetlere katılmış, kendisini kontrol etmenin yollarını biraz olsun öğrenmeye başlamıştı.
Arkadaşlar birbirlerinin ağzından kaptıkları sözlerle bir çok ismi tanıdığı, tanımadığı bir çok ismi yerden yere çalıyorlardı. Dedi kodu nitelikli haberlere dayanarak Erkam’ın yüreği parça parçaydı. İnsanlar, kardeşlerine sevgi ve anlayış çiçekleri yetiştirmeyi murad ettiği nefsinin bütün daatmalarına vesveselerinin çoraklaştırmaya çalıştığı, sevgi rahmetinden mahrum bırakarak kurutmaya çabalamasına rağmen sabırla ve ısrarla korumaya çalıştığı filizleri, şu anda sorumsuzca estirilen sam yellerinin gıybet yellerinin boğucu, kurutucu nefeslerine maruz kalıyordu. Korumalıydı filizlerini, bir sevgi fidanlığı gibi sayısız filizler yetiştirerek mü’min yüreklere aşılamalıydı yetiştirdiği bu fidanları.
Afedersiniz biraz müsaade ederseniz bir telefon edip döneceğim diyerek ayrılan Erkam kulübeden evi hanımını aramış eğer müsaitse ve arkadaşlarcada teklifi kabul edilirse birkaç misafirle gelmeyi düşündüğünü söylemişti. Esma hanım hiç tereddüt etmeden “Neden olmasın Erkamcığım” diye cevap vermişti. Ben her ihtimale karşı yiyecek birşeylerde hazırlarım, buyurun gelin demişti. Erkam arkadaşlarının yanına dönünce selam verdikten sonra onlara “Arkadaşlar dedi eğer uygun görürseniz bizim eve gidelim zira akşam olmak üzere. Konuşulan hususta önemli bir husus, orda devam edelim kaldığımız yerden. Bu husus kısa bir müzakereden sonra uygun karşılanmış ve üç beş dakika içinde arkadaşlardan biriin arabasıyla yola çıkılmıştı bile.
Erkam’ı derin bir düşünce almıştı. Nasıl davranmalı bu insanlara takip ettikleri bu çizginin yanlışlığını nasıl anlatmalıydı. Onları tedirgin etmeden yanlışlarını nasıl hatırlatabilirdi onlara. Yanlış bir tepkiyle belki durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale sokabilirdi. Aklına bir takım metod ve üslub örnekleri geliyor bunların sonuçlarını tahmin etmeye çalışıyordu. Evet evet kendilerini hakme yapmalı kararı kendilerine verdirmeliydi. Hz. Hasan ve Hüseyin efendilerimizin yanlış abdest alan birine uyguladıkları yöntem evet çok hikmetli bir yöntemdi, uyarlıyabilirse. Onu denemeliydi. O iki güzide insan yanlış abdest alan birini görmüşler yaşça kendilerinden büyük olduğu için uygun bir izah tarzı aramışlar ve her ikiside abdest almaya başlamışlardı. Yalnız abdesti biraz çekişmeli alıyorlar biraz yüksek sesle tartışıyorlardı. Hayır öyle olmayacak önce şurası yıkanacak, hayır burası yıkancak vs. gibi. Adam dikkat kesilmiş bu iki gencin tartışmasını dinliyordu. O halde de Hasan efendimiz “Şu amcaya soralım o aramızda hakem olsun. Hangimizin yanlış olduğunu o söylesin” dedikten sonra aralarındaki ihtilafı anlatmışlar. Adam her ikisinide dinledikten sonra “Gençler aslında siz her ikinizde doğru yapıyorsunuz. Yanlış yapan yanlış abdest alan benim. Allah her ikinizden de razı olsun” diyerek abdestini onların suni olarak ihtilafmış gibi gösterdikleri ve anlattıkları şeklide almıştı. Bu güzel metodu uygulayabilir. Yaptıklarının yanlış olduğunu benzeri bir uygulamayla onlara hatırlatabilir, hatırlamalarına yardımcı olabilirdi. O bunları düşünürken araba evin önüne gelmişti bile ve bu arada akşam ezanıda okunmaya başlamıştı. Namazı kılıp yemeğide yedikten sonra çay gelmiş, arkadaşlar bu ilgisinden dolayı Erkam beye teşekkür etmeyi de ihmal etmemiş, alakasından dolayı çok memnun kaldıklarını ifade etmişlerdi.
Sohbet aynı mevzu üzerinde kaldığı yerden tekrar başlamıştı çaylar içilirken. Değişik insanlar, değişik gruplarla iyi ilişkiler içinde olan insanlar yaptıkları veya yaptıkları zannedilen fiillerle söyledikleri veya söyledikleri zannedilen sözlerle “Zandan kaçının zira zannın bir çoğu günahtır” mantık örgüsü içerisindeki ayete adeta isyan edercesine. Erkam “Bu insanlarla görüşeniniz var mı? Olanları birde onların ağzından dinlediniz mi, bu şekilde konuşmadan önce” diye sorabilmişti sadece. Aldığı cevap müthişti. Hiç bir görüşme söz konusu değildi. Hep duyduklarıyla hareket ediyorlardı. Duyduklarına istinaden konuşuyorlardı ve işlerine eldiği gibi konuşuyorlardı. Yüreği parça parçaydı. Bu gidişe bir dur diyebilmeliydi. Düşündüğü planı uygulamayacaktı. “Arkadaşlar dedi müsade ederseniz bende bir kaç söz söylemek istiyorum” Misafirlerden Ekrem tabii Erkam kardeş bende nerdeyse sizin bu ilgisizliğinizden alınmaya başlamıştım. Buyrun sizi dinliyoruz diye cevap verdi Erkamın bu isteğine... Geçenlerde dedi bir yerde oturuyorduk, burdaki gibi bir ortamda orda mevcuttu. Onlarda sizden üç kişinin ismi ağızlarında veryansın ediyor, yapmış olduğunuz bazı şeylerin yaynlışığı üzerinde duruyorlardı. Müdahele etmek istedim. Çünkü mü’minler kardeşlerinin bulunmadığı yerde, onların hukukunu korumalıydı. Bu onların imanın bir gereğiydi. Bende siz kardeşlerimi gıyabınızda savunmak arkanızdan çekiştirilmemenizi sağlamak istedim. Fakat bu mümkün olmadı. Sizinle görüşmelerini işin iç yüzünü hakikatini bizzat sizden öğrenmelerini tavsiye ettiğimizde ise buna gerek olmadığını olayı kendilerine anlatan arkadaşın güvenilir biri olduğunu söylemişlerdi deyince ortam birden bire esen güçlü uğultulu fırtanalardan sonra durulan bir havanın sessizliğine bürünmüştü. Arkadaşların hemen hepsinin yüzü buruşmuş, suratları asılmıştı. Her halde herkes bu üç kişiden birinin kendisi olup olmadığını düşünüyordu. Sessizliği ilk bozan en çok konuşan en çok dedikodu yapanlardan Salim oldu. Erkam kardeş söyle lütfen kim bu ahlaksızlar? kim bu şerefsiz adi insanlar. Bir mü’mini işin aslını kendinden sormadan seviyesizce çekiştiren bu çukur varlıklar kim? Birde müslüman olduklarını söylüyorlardır şüphesiz. bu yaratıklar bilmiyorlar mı ki mü’min diğer mü’minlerin elinden ve dilinden emin olan kimsedir. Bizim etimizi yemenin kardeşinin etini yemenin Kur’anda nasıl yerildiğini kötü karşılandığını bilmiyorlar mı? Bütün arkadaşlar diğer insanları çekiştirmeyi bırakmışlar kendilerine yapılan bu davranışın ne kadar ahlaksız ne kadar insafsızlık ve ne kadar müslümanlıkla bağdaşmayan bir hareket olduğunu konuşmaya başlamışlardı. Erkam hayretler içerisinde kalmıştı. Sanki akşamdan beri başka mü’minleri çekiştirenler onlar değildi. İnsanın kendisini hesaba çekmesi, tarafsız olarak objektif olarak kendi hareketlerini, sözlerini, değerlendirmesi haddini bilmesi gerekiyordu. Bu süre Erkam’ın istediği kıvama getirebilmek için ortaya koyduğu, epkilerini ölçmek için ve hikmetli bir ders verebilmek için ortaya koyduğu senaryo çerçevesinde iş başkalarını çekiştirmekten çıkmış, farklı bir ortama dönüşmüştü. Gelinen bu noktada Erkam hikmetli bir müdahale ortamı müdahale için uygun bir konuş arıyordu. Onuda bulmuştu. Sevgili Peygamberim güzel insan, alemlere rahmet olarak gönderilen yüce Peygamberim diye söze başlayan Erkam sen ne kadar güzel ve hikmetli buyurmuşsun. “Kendinize yapılmasını istemediğinizi başkasına yapmayın.” Evet kendinize yapılmasından hoşlanmadığımız gıybet, kendimize yapılmasından hoşlanmadığımız bir kimseyi arkasından çekiştirmek ve kendinimize yapılmasını istemediğimiz bir nice davranı biçimini başkalarına yaparken hiç değilse bu hadis-i şerif’i hatırlamak yolumuzu aydınlatıp bizi basiretsizlik batağından çıkaracak bir nur değilmidir değerlendirmesiyle sözlerini bitirdiğinde odanın içinde yere tüy düşse sesi duyulacak gibiydi. Ortalığı derin bir sessizlik kaplamıştı. Bu sessizlik bir süre devam etti. Hiç kimse konuşmuyordu.
Erkam arkadaşlarının bu sessizlik esnasında ne düşündüklerini merak ediyordu. Bugün ilk karşılaştıkları akşam saatlerinden beri konuştuklarının üstüne bir sünger çekeceklermiydi yoksa kendisine itiraz edebilmek için malzeme teminiylemi uğraşıyorlardı? Sessizliği ilk bozan İbrahim olmuştu. Hakka ve batılı birbirinden ayırdeden fark eden, fark ettiren Kur’andan düşüncelerine süzülen temizleyici, arıtıcı, diriltici, vahiy hüzmeleriyle bakarak durumlarına yaptıkları işin içindeki şeytani vesveseleri nefsi dürtüleri fark etmiş olmanın verdiği bir şuur ve uyanıklık içerisinde “Evet Erkam kardeş dedi. Allah senden razı olsun. Bu yapmış olduğumuz şeyin ne kadar yanlış olduğunu düşündükçe daha iyi kavramış olduk. Öyle ya mü’min mü’minlerin elinden ve dilinden emini oldukları insanlardır. Biz başka kardeşlerimizi gıyabında hakikatini tam bilmediğimiz sadece başkalarından duymuş olduğumuz haberlere dayanarak çare olmak makamında olmaksızın sadece dedi kodu mahiyetinde konuşmak suretiyle yaralıyorsak, şahsiyetlerini kişiliklerini rencide ediyorsak yani kardeşlerimiz bizim dilimizden emin değillerse arkalarını döndüklerinde yaralıyorsak onları dil hançerlerimizle imanımızı baştan sona bir gözden geçirmeli, bu utanç verici halimizle rabbimize kavuşmadan önce tevbe denizinde temizlenmeliyiz. Sözün burasında yine Salim girdi söze “Ama dedi İbrahim kardeş biz gıybet etmiyoruz ki biz hakikatleri söylüyoruz diyen Salime Hakikatin kaynağı nedir Salimciğim. Akşamdan beri konuştuğumuz insanlar ve olayların kaynağı nedir? Kaçıncı ağızdan duyduk ve eşeliyoruz bir meseleyi eşeler gibi diye tepkisini ortaya koyan İbrahim şöyle devam ediyordu sözlerine “Erkan kardeşin söylediği o insan bizden üç kişiyi çekiştiren o insanda duyduğunu gerçek zannettiği şeyleri anlatıyordu. Peki neden o insanı alçaklıkla çukurlukla ahlaksızlıkla şerefsizlikle suçladık. Onu bu sıfatlarla vasıflandırırken kendimizede farkında olmadan böyle bir konum biçtiğimizi o hakaret dolu sözleri kendimize sarfettiğimizi niye farketmedik. O insandan farklı yanımız neydi bizim? İsimlerimizin İbrahim, Furkan, Salim, Yusuf, Said oluşu mu? Yoksa bizim falanca cemaate mensup oluşumuz mu? Nedir farkımız Allah aşkına? Bir yanlış anlayışımız daha var ki biz çoğu zaman o şaşırtmaktadır. “Doğru olanı anlatıyoruz” diyoruz. Bu gıybet batağına saplanırken zaten yalan olan birşeyi olmayan birşeyi iddia etsek o insan ve insanlar hakkında bu düpedüz iftira olur öyle değil mi? İftira olmaz mı? Arkadaşlar, akşamdan beri çiğnediğim etleri çıkarmam gerekiyor. Etini yemiş olmaktan iğrendiği gibi kendi kimliğimden de iğreniyorum. Ben bir muhasebe yapmak istiyorum, bir değerlendirme yapmak istiyorum kendi adıma, kendime hitabederek, müsaade ederseniz. Sizde kendi payınıza düşünebilirsiniz. Söyleyebilirsiniz benim kendi adıma söylediklerimi. Ben kendimi sigaya çekeceğim. Ey Said diyerek kendinizi sigaya çekebilirsiniz dilerseniz. Erkam’ın içinde fırtınalar kopuyordu. Küllenmiş bir imanın üzeri gaflet külleriyle örtülmüş, bastırılmış bir imanın çeşitli ivga ve vesveselerle bozulmaya aslından saptırılmaya çalışılmış bir imanın kardeşlerine karşı bağnazlık kılıcıyla saldırmaya teşvik edilmiş ve bunda da kısmen başarılı olunmuş bir imanın bütün şeytani incirlerden koparırcasına boşalışını, izzeti kayrışını, asli kişiliğini kimliğini yakalayabilmek için canhıraş feryadını ve biteviye koşusunu müşahade ediyordu şu anda. Bütün çabalarına rağmen göz pınarlarından bu kutlu manzarayı görmek için dışarıya süzülen göz yaşlarına mani olamamıştı. Allah’a ne kadar hamd etse azdı. Bütün bir günü ve gün içerisindeki kaybını bu adımı, bu adımı neticesinde meydana gelen şu manzarayı seyretmek ona sonsuz bir haz veriyordu. “Sevgi İbrahim dedi neden benim adımıda bu rahmet dilenciliğine, rahmet arayışına kendimize gelme, yanlışlarımızdan uzaklaşma, bulunma dilekçesine yazmıyorsun? Bende aynı çamurlarla kirlenmiş bir zavallıyım. Birlikte temizlenelim bu şeytani kirlerden. Bir daha kirlenmemecesine. İbrahim manalı manalı baktı Erkam Beye ve yine manalı manalı başını sallamıştı. Ona olan şükran duygularını izhar edercesine ve şöyle devam etti sözlerine bıraktığı yerden. “Ey İbrahim bakıyorum ikili üçlü ve daha fazla arkadaşlarınla bir araya geldiğinizde kulis oluşturmaktan, fitne oluşturacak, mü’minlere zarar verecek gündemler oluşturmaktan geri durmuyorsun, kusurlarını araştırıyor, isimler zikrederek tahkir edici konuşmalar yapıyorsun. Bu eleştirilerinede hakk elbisesi giydiriyor bunu Allah için yaptığını söylüyorsun. Ey İbrahim, öncelikle yapmak ile yıkmanın, tamir ile tahribin arasındaki farkı iyi tesbit etmeni tavsiye ederim sana. Mü’minlerin ferdi ve toplumsal marazları dile getirilebilir, konuşulabilir ama İbrahim bunlara çözüm aramak adına olmalı, alternatif çözümler üretilmeli, hastalıkların sebepleri ve tedavileri araştırılmalı. Fakat bunlar öncelikle bu marazlara mübtela olmuş kişi veya cemaatler nezdinde yapıcı bir üslupla ele alınarak tedavi edilmeye çalışılmalıdır. Eğer bu hastalık islam toplumunun çürümesine zemin hazırlayacak nitelik ve boyutta ise, özellikle isimler zikretmeden hastalığa zemin hazırlayan, düşünceler, fikirler ve tavırlar ortak bir hastalık gibi gündeme geirilerek konuşulmalı, çareler aranmalıdır. Hak adına ise bu şekilde olmaktır diye düşünüyorum. Ey İbrahim çok garip sende mü’min olduğunu iddia etmene rağmen mü’minler elinden, dilinden ve tavrından dolayı sıkıntı çekiyorlar, onları gıybet dedikodu haset ve benzeri gibi fitne okları ile yaralıyor, etlerini çiğniyorsun. Ey İbrahim bazan bu düşüncelerin bazan nefsin, gururun, tembelliğin ve endişelerin müslümanlardan uzak durmana neden oluyor. Şunu iyi bilki tenbellik, korkaklık ve dedikodu İslam düşmanlarının işine yarayan, müslümanların bu suretle birbirlerinden kopmaları, uzaklaşmaları neticesi düşmanların meydana boş bulmalarına istedikleri gibi at oynatmalarına, müslüman mahallesinde salyangoz satmaya cüret etmelerine neden olan ve müslümanları islam toplumu olma duygu ve gayretlerinden uzak tutan afetlerdendir. Bu afetleri sevgi, anlayış, cehd cesaret ve tevekkül ilaçlarıyla tedavi etmezsen bu afetler ebedi hayatında pişmanlıklar biçmene neden olabilir. Öyleya İbrahim, kin, nefret, çekememezlik, tembellik, umursamazlık, korkaklık ve endişe eken, sevgi, muhabbet, bereket hikmet ve rahmetmi biçecekti yoksa? Şunu kesinlikle unutma ki gurur ve nefse uymak afettir. Nefse uymak ve furur tevazuyu ve hikmeti öldürür. Tevazu ortadan kalkarsa tekebbür debreşir, tekebbür ise iman nimetini kokuşturur, çürütür. Kebir olan Allah’tır ey İbrahim, kula tevazu yakışır. Ey İbrahim, mü’minler bir birlerinin gıyabında mutlaka hayır konuşmalıdırlar. Hayır adına konuşacak birşeyiniz kalmadımı yoksa? Neden iyilik ve takvaya değilde kötülük ve düşmanlığa zemin hazırlayacak gündemler oluşturuyorsunuz? Birde bazı konuşmalarınıza, sohbet adına, şakalaşma adına yaptığınız bazı konuşmalarınıza şahit oluyorum. Dikkat ediyorum bazı insanları, özelliklede mü’minleri alaya alıyor, hoş olmayan lakaplarla anıyorsunuz o insanları. Yoksa sizin onlardan daha hayırlı olduğunuza dair ilahi bir müjdeyemi muhatap oldunuz? Dost acı söyler ama gereği söyler. Şunu benden duymuş ol, bu yaptıklarınızın islami şahsiyetle bağdaşır, kaynaşır bir yönü kesinlikle yoktur. Bu halinle imanını bir kez olsun gözden geçirmeni tavsiye ederim sana. Bu ahlakınla hem kendi şahsiyetine hem islam davasına, hemde diğer mü’minlere zarar verdiğinin farkında değilmisin? Bunlar sana acı bir şekilde ve çaresizlik ortamında farkettirilmeden önce farket ey İbrahim farket.
Ey İbrahim bu nasıl mücahitlik, bu nasıl cihad aşkı bu nasıl şehadet sevdasılı olmak, saymakla bitmiyor marazların. Allah katında cehd ve gayretinin, kafirlere karşı olan hıncının, onlarla olan kavganın bir anlam kaşımasını ve bir değerinin olmasını istiyorsan Kur’an ahlakına, peygamber ahlakına, mücahid, muttaki ve muhsin kulların ahlakına sahip olmak, dolayısıyla bu marazlardan kurtulmak zorundasın. Ey İbrahim bu içinde bulunduğun durumdan dolayı ümitsizleşme azmin ve cihid’in elinden ve o kapıyı ihlasla aralayabilirsen Rabbinin tevbe kapılarından, rahmet deryasından hiç bir masiva kurtulamaz. O kapı tevekkül ve sabırla açılır ey İbrahim. Sabır herşeyin bütün hayırların başıdır. Bütün günah ve sapmalara karşı iman ve sabır silahıyla karşı koyabilirsin. Hz. Bilal sabırla “Ehad” diye bildi. Hz. Yasir de Hz. Sümeyye sabırla şehadet sarayının kapısına ulaşabildi ve nefsin ivgalarına heva ve hevesin dayatmalarına, iblisin vesvese ve ayak oyunlarına karşı sabırla izzete erebildi. İzzetlerini koruyabildi tüm asrı saadet erleri ve şimdiye kadar yaşamış Allah dostları. Allahım sensin rahim. Sensin kerim, gaffar olan gafur olan, tevvab olan sensin. Rabbim dilediğini izzete erdirir, dilediğini rezil ve rüsvay edersin. Ben sensiz bir hiçim. Sene benim kalbimi kudret elinle imanda kemale, teslimiyette ihlasa ve tevekküle döndermezsen sen beni nefsimle başbaşa bırakırsan benden daha yırtıcı bir canavar, benden daha şedit bir zalim, benden daha nankör bir ahmak olamaz. Ey merhametin kalbi Rabbim. Beni emanına al. Beni bana beni nefsimin ihtiras çamuruyla kirlenmiş ellerine bırakma. Göz açıp kapayıncaya kadar nefsimle başbaşa bırakma beni. Günahlarımı temizleyecek, silip süpürecek göz yaşları ihsan et bana. Ağzımdaki kardeş etlerini temizleyecek tevbe çağlayanı ver” diyen İbrahim’in başı önüne düşmüş hıçkırıklar bu içli duasını istemenin doruğuna çıkarıyordu. Diğer müslümanlarda böyel yürekten yapılan muhsebe ve duaya katılmışlar, onlarda göz yaşlarının serinletici ikliminin kendilerine takmış olduğu kanatlarla mevlalarına gönderiyorlardı dualarını. Bu tablo hemen hemen hiç değişmeden takılı kalmıştı Erkam beyin odasında. Hıçkırıklar kesilmiş başlar yavaş yavaş yukarı doğru kalkmaya başlamıştı. İbrahim birden ayağa kalktı. Erkam beye doğru yürümeye başladı. Tam karşısına varıp durdu. Erkam bey dahil herkes onu seyrediyordu. Meraklı gözlerle “Yalandı değilmi” dedi. Yalandı bizden üç kişiyi çekiştiren adamın hikayesi? Erkam bey evet dedi. Yalandı ama caiz bir yalan. Kendinize yapılmasını istemediğinizi başkasına yapmamanızı söze öğütleyecek bir yalan. İbrahim tuttu Erkam beyi ellerinden ayağa kaldırdı. Gözlerinin içi gülüyordu. Kucakladı onu yıllarca hasret kaldığı vefalı bir dostu kucaklarcasına. Allah senden razı olsun, ateşimizi hafiflettin, yrek bahçemizdeki dikenleri temizledin bir bir ve yerine dostluk güllerini sevgi fidelerini ektin. Gönlümüzü genişlettin. Sana ne kadar teşekkür etsek azdır. Diğerleride ayağa kalkmış Erkam beyi bir bir kucaklıyorlardı. Erkam bey bambaşka alemlerde uçuyordu adeta. Şeytan ve askerlerini, ivga ve fitne oldularının bir seriyyesini daha bozguna uğratmıştı böylece rabbinin izni ve yardımıyla. Yatsı namazını birlikte eda ettiler huşu içerisinde. Misafirler müsaade isteyip ayrıldıklarında saat onikiyi geçiyordu. İçi içine sığmıyordu Erkamın insanları bir birlerine dilleriyle eziyet etmekten ve edilmekten kurtarmak, kin ve anlayışsızlık dikenlerini söküp yerine rengarenk dostluk ve muhabbet gülleri dikmek ne güzeldi. Birini ilgilenme duyarlılığı ve cesaretini kendisine ihsan eden, sözünü anlaşılır kılan Rabbine hamdü senalar içerisinde yeniden uyanabilmek ümidiyle kendisini uykusunun dinlendirici kollarına bırakıverdi.
YORUMLAR
Öyküden daha ziyade makale türüne yakın olan güzel ve bilgi verici bir çalışma olmuş,
Yazarın genişbilgi vermesi okuyucuyu tatminkar etmekle birlikte toplumsal,aklakı ve dini bir boyutu olan konuya işaert buyurmasıda önem arzaetmektedir.
Yazarın üslubunun örneleme sistemi ve tarihsel örnekleri islami litaratüre referans göstermesi konuya hakimiyetini ve inandırıcılığını artırmıştır.
Yazarı candan tebrik edip,başarı dileklerimi iltirim efendim..