- 706 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇİLEKEŞE SELAM VERDİM...
Akşam üstü bir saatlik yolculuktan sonra mevsim sıcaklarından yaylaya kaçmanın, serinliği tatmanın nemsiz kuru havayı ciğerlerime bolca çekmeyi yaşamanın, eşi dostu arkadadaşı akrabayı görmenin, hal hatır sormanın keyfini huzurunu yaşamak için köyüme gitmiştim.
Arabadan indiğimde serin havayı yüzümde bedenimde hissetmek bana apayrı bir keyif verdi. Duvarda yaslı duran emektar devrimci, çalışkan Çilekeş’le göz göze geldim. Vay be ne kadar da uzun zaman olmuştu görüşmeyeli gözgöze gelince, yaz kış demeden çalışan, işini her zaman tam ve eksiksiz yapan, zorlukları göğüsleyen, taş toprağı çok iyi bilen, hayatında bir kere bile hasta olmayan Çilekeş’e kusursuz olarak bütün benliğimle selam verdim.
Selamımı verirken de sadakatimi göstermek istercesine elimi uzattım.
Onun bizim gibi bir eli yoktu.
Doğuştan olmayan elinin yerinde sadece düz bir tutağı vardı.
Tokalaştık...
Ama ben o tutağı hep bir el saymıştım. Onu tanıdığımdan bu yana varolan soğukluğu tutağında da vardı. Kendisinden daha yaşlı köyevinin çift sıra taştan yapılmış duvarına yaslanmış akşamın serinliğinde yılların yorgunluğunu atmaya çalışıyordu.
Çilekeş’i çok küçükken tanıdığımdam eski günlerimizde beraber bir arada nasılda çalıştığımızı hatırladım.
Ne zaman hadi çalışalım taşı toprağı karıştıralım desem hiç itiraz etmezdi. İtaat etmesi herkes tarafından bilinirdi. Zaten itaatsizlik ettiğini kimselerden de duymamıştım.
Küçücükken bile ona bakar bakar hayranlık duyardım. Bu kadar dayanıklılığına akıl sır erdiremezdim. Yaz kış demezdi daha işi, çalışmayı, taşı, tarlayı, toprağı düşündüğünüzde hemen hazır durumda olurdu.
Çok ekmeğini yedik zaten yemediğimiz olmazdı.
Bir nevi bizim emrimizdeki bir emireriydi. Korku nedir hiç bilmezdi. Kışın soğukta buz keserdi de banamısın demezdi. Yazın kavurucu sıcaklarda yanardı ama yinede banamısın demezdi. Fırtınalı havalarda savrulan tozdan bizler gözümüzü korurduk ama ona hiç bir şey olmazdı.
Ama ya şimdi...
Duvarda ki yaslı haline baktım rengi artık kızıl bir hal almıştı. Yüzü asık herkese küskünlüğü belliydi. Sitem ve yalnız bırakılmışlığın ifadesini üzerinde görebiliyordum. Bilmezmiyim terkedilmenin hüznünü, ezikliğini, acısını herkes gibi bende bilirdim.
Ama Çilekeş’in o duvara yaslanmış duruşu çok hüzünlü, garip ve acıydı.
Selamlaşırken kimselerin artık yüzüne bakmadığından kendisiyle ilgilenilmediğinden şikayetçi gibiydi. Durumunu anlıyordum ama zaten hiç bir şeyde yapamazdım.
Çünkü hastaya ölüm zamanı söylenmezdi. Hastaya ölüm vaktini saatini söylemek demek yaşarken varken öldürmekten başka ne olabilirdi.
Karanlık çökerken Çilekeş’i duvarda yine yapayalnız yine hüzünlü bırakarak vedalaştım.
Dünyanın en değerli buluşlarından birisi Karasaban’dır. Varlığımızı sürdürülebilir kılan yediğimiz her lokmanın yapısındaki buğdayın veya toprağa ekilen tohumların yeniden hayat bulabilmesi için işte bu çilekeş=Karasaban’nın emeği vardır.
O neredeyse asırlık köyevinin duvarında yaslı duran Çilekeş bir Karasaban’dı.
Mehmet Kaya
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.