- 1252 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KARA MUSTAFA
Edebiyat dersiydi.Konu: Divan edebiyatı.Yapılacak ders :Aruz kalıplarının öğrencilere
ezberlettirilmesi.Mef-ulü.Mefa-ülü falan.Edebiyat dersi öğretmeninin hiç sevmediği bir
konu.Kendisi köylerde ilkokul öğretmenliği yaptığı yıllarda ,atandığı köylerde başından
geçen ilginç olayları ,öykü tarzı akıcı anlatımıyla bütün öğrencilerin çok sevdiği iyi bir
yazar aynı zamanda.Müfredat gereği , böyle derslerin işlenmesi gerektiğini uzun, sıkıcı
bir anlatımla öğrencilere anlatmağa başladığı zaman , ya ders biter teneffüs zili çalardı,
ya da :
-Arkadaşlar!Çıkarın bir kağıt kalem.Yazılı yapalım.Ders:Kompozisyon.Konu: Serbest.
İstediğinizi yazabilirsiniz.Hikaye.Makale.Ne isterseniz,derdi.
Öğrencilerin yazdıklarını evde büyük bir özenle okur, kağıtların üzerine beğenisinin
sembolü yıldızlar koyardı.Sonra da , bir sonra ki derslerde, en çok yıldız verdiğinden
başlamak üzere, sınav kağıtlarında yazılanları öğrencileriyle paylaşırdı.Edebiyat bölümü
öğrencilerinin bazıları-kağıtlarına saçma sapan şeyler yazdıklarından olacak- bu dersten
kaçarlardı genellikle.Bazıları bir maçı anlatırken, bazıları da isim değiştirerek açıkça
söyleyemediği sevgisini,imalarla anlatmak istemiştir aynı derslikteki bir kız arkadaşına.
O gün, öğrencilerden kaçamak yapan yoktu .Edebiyat öğretmeni çantasını açtı.Sınav
kağıtlarını özenle çıkardı .Sonra:
-Elime geçen ilk kağıttan başlayarak okuyorum arkadaşlar.İsimleri okumayacağım.
O arkadaşlarınız kendilerini bilir.Bu uzunca bir hikaye.Kurtuluş savaşıyla ilgili. Hani o
bazılarının ucuz bir kahramanlık taslayarak,Amerikan mandasını açıkça benimsedikleri
günleri yazmış arkadaşınız.Bazıları da kabullenmeyerek,.özgür bir ülkede bir mezar yeri
kadar toprak uğruna ölmeyi yeğlemişler ya.Başlık: Kara Mustafa...Okuyorum,dedi ve
başladı okumağa:
"-Eskiden-beylik dönemlerinden kalma bir alışkanlık olsa gerek-bizim köyde iki oğlan
çocuk dünyaya getiren gelin ,makbul bir gelin sayılmazdı,dedi halam. Köydeki bütün
sülaleleri şöyle bir gözden geçiriyorum da,bizim aileden başka bir ailede iki oğlan yok.
Belki bu yüzden amcam terketti köyü diye düşünüyorum.Uzun boylu, kara yağız bir
adamdı amcam.Kardeşim Ali’nin büyük oğlu ona çok benziyor.Babam ona belki
bu yüzden kardeşinin adını verdi hasretini çekmeyeyim diye .Amcam babamdan üç
yaş küçüktü.Babam Balkan Harbi gazisiydi.Amcam ise Çanakkale Harbi’ne katılıp
sağ geri dönebilen ikinci kişi köyden.Babamın bacağını şarapnel parçaladığından
topal.Yani bir bacağı diğerinden kısa.Bu yüzden Yunan Harbi başladığında askere
almadılar.Amcamı ise, Çanakkale Gazisi olması nedeniyle almadılar askere.Amcam
deli dolu bir adam.Bir tahtası noksan derler ya onlardan biri.Babam askere gitmeden
evlenmiş.Evin büyük çocuğu benim.Kardeşim Ali, babam askerdeyken doğdu.1912
doğumlu Ali.Amcam bir kızı sever.Kızın ailesi evde iki oğlan var, mal bölüşülecek
diye başka birine verirler kızı.Kız amcama yangın.Yaşlı kadınlar amcamla ,sevdiği kız
için türküler yakarlar.Kız evlenir ama, aklı amcamdadır.Mutlu olamaz bir türlü.Amcam
askerdeyken köyde herkesin kara sevda dediği ,bence savaş yıllarının yoksulluğunun
hortlattığı ince bir hastalığı yakalanır kız.Amcam askerden döndüğünde ise ölmüştür.
Adı Ayşe idi.Adı gibi güzeldi kendisi de...Allah rahmet eylesin.
..............................
1919 yılının başları.Amcam babasından kalan ne kadar mal mülk varsa, babama
bırakıp terketti köyü.Bir gün ortalık kararmıştı.Amcamın yedeğine aldığı yağız atı
zor farkediliyordu akşamın karanlığında.Amcam bir eliyle atı yederken, diğer elinde
tabancasını , mavzerini ve fişekliğini taşıyordu.Babama döndü:
-Abi ,dedi.Benim bu köyde durmamı gerektirecek hiç bir şey kalmadı.Senden bir
tek şey istiyorum.Yağız atı.Babamdan geri kalanları sana helal ediyorum.
Babam gitme demedi.Amcamı bilirdi.Onu yolundan çevirmek olası değildi.Sarıldılar
birbirlerine.Amcam bayramlık elbiselerini giymişti.Fişekliği çapraz kuşandı.Tüfeğini
sırtına astı..Yağız at durduğu yerde eşiniyordu.Amcam tabancasını kuşağına soktu.
Koltuk kaması kuşağında ,tabancasının diğer yanında sokuluydu.Yağız ata atladı.
Bize el sallayıp topukladı atını.Biraz gittikten sonra atın başını çevirdi.Donuk,buz gibi
bir sesle:
-Bir gün gelir karşılaşırız belki!Kara Mustafa’ya hakkınızı helal edin,dedi.
.................................
Amcam önce ,Süğüt redd-i ilhak cemiyetine üye olmuş.1919 yılının kasım ayında da
süvari reisliğini Ethem Efendi’nin yaptığı, gönüllülerden oluşan Gündüzbey Taburu’na
katılmış.Ethem Efendi, Çanakkale Harbi zabitlerinden emekli yüzbaşı.Amcamın da
Çanakkale’deki bölük komutanı.Gündüzbey Taburu bir süvari birliği askere alınma-
yan gazilerden oluşturulan.
Amcam için deli dolu,bir tahtası noksan tanımlaması yapmıştım ya,Ethem Efendi’nin
Gündüzbey Taburu komutanı olduğunu duyunca, hiç düşünmeden bu süvari birliğine
katılmış. Amcamı göremedim bir daha.Sonra da Yunan Harbi başladı zaten.
..................................
Köyümüzün ilk işgali.Buz gibi bir hava.08.Ocak 1921. Mustafa Kemal’in çetelerine
karşı, köylüyü talan edilmekten kurtarmak ve padişah efendimize yardım için işgali
gerçekleştirmiş Yunan askerleri.Köyün giriş ve çıkışları ile köy meydanında karargah
kurdular.Üç ayrı noktada.Köyümüz 130 hane o zamanlar.Afacanlar’ın evin önündeki
karargahtan izin alarak bahçelerimize gidiyoruz.Canımız onlara emanet .İzin almadan
gidip, çetelerin eline düşersek ,sorumluluk kabul etmeyeceklermiş.Küplü’lü bir rum var
yanlarında kılavuzluk eden .Ben tanıyorum kendisini.İnönü’de savaşı Yunan askerleri
kazanmış.Kılavuz rum söylüyor babama.Sonra da:
-Ankara’ya gidiyoruz ,diyerek ayrıldı karargahtaki Yunan askerlerine kılavuzluk eden
Küplü’lü rum.11 ocak 1921 günü de köyü terketti. İndikyer Mevkiinde bizim bahçe
komşumuz babası .Bahçelerimiz arasından Güvence Deresi akıyor.Babasının adını bir
türlü söyleyemezdim.Benim gibi dili dönmeyen herkes Gorgor amca derdi. Şimdi artık
adını söyleyebiliyorum.Gregori adı.OğluYunan askerlerine kılavuzluk ediyor diye utanç
duyduğunu söylerdi .Başını kaldırıp bakamazdı babamın yüzüne.Bir gün bize bir baş
kelem verdi bahçede.
-Halil Efendi,dedi.Malum kış günü .Bahçelerde bir şey yok yiyecek.
Babam da bizim söktüğümüz ıspanak ,pırasa ve turplardan doldurdu çuvala:
-Gregori efendi,dedi.Kusura bakma.Şunları götür yengeme.Selamımı söyle.
Bizim bahçe komşuluğumuz işgal öncesinde nasılsa işgal günlerinde de aynen devam
etti.Mübadele öncesi Gregori amca bahçesini babama sattı.Bahçenin üst kısmındaki
bağın kenarında Gregori amcanın babasının mezarı vardı.Yunanistan’a giderken:
-Halil Efendi senden bir şey rica ediyorum,dedi babama.Bağın kenarında babamın
mezarı var biliyorsun.Ben her sene köklüyorum ama yine çıkıyor namussuzlar.Diken
ağaçlarından bahsediyorum.Onlar mezarı sarmadan kesersin köklerinden .Hem yol
kenarına alvar olarak kullanabilirsin onları.Keçi sürüleri geçiyor ordan biliyorsun.Bağa
çok zarar veriyorlar.
-Sen merak etme Gregori efendi,dedi babam.Hakkını helal et.
-Helal olsun Halil efendi.Allahaısmarladık.
Ayrılırken babam da ağlıyordu,Gregori amca da.
..........................
İşgal başladığında padişah efendimizi ve onun tebasını , asi Mustafa Kemal ve arka-
daşlarına karşı korumak üzere gelen Yunan Askerleri, kendileri için davar ve sığır ile
hayvanları için arpa ve saman vermek istemeyen üç kişiyi öldürdüler köyde .Sözde
Mustafa Kemal’in çetelerine karşı halkı korumaya memur edilmişlerdi padişah efen-
dimiz tarafından.Daha sonra, arkalarında üç noktada karargah bırakıp köyümüzü
terkederek Söğüt’e doğru yola koyuldu Yunan Askerleri.
Köydeki üç karargahtaki askerlerin hepsi ,Muhtar Ahmet Ağa’nın emrinde.Ahmet Ağa
iri yarı güçlü biri.Yunan askerlerinin hepsi de çoluk çocuk.Köy meydanındaki nöbetçi
asker, hamamdan gelen bir kadına laf atmış.Kadın rumca bilmediği için, kötü bir şeydir
askerin söylediği diye Ahmet Ağa’ya şikayet etmiş askeri. Ahmet Ağa askerin yanına
giderek sağlam bir tokat atmış.Zaten yaşı küçük olduğu her halinden belli olan asker,
bir daha kalkamamış yerinden.Ölmüş asker.Ahmet Ağa’da gizlice kaçarak, Gündüzbey
Taburu’na katılmış korkudan.Bizim evimiz Afacanlar’ın evine yakın ya , gece yarısı silah
sesleri duyduk.Babam kalktı yatağından.Biz de kalkıp, baktık pencereden.Karargahtan
geliyordu kurşun sesleri.Bir süre sonra sessizlik hakim oldu geceye.Daha sonra bahçe
kapımız çalınmaya başladı.Biz pencereden bakarken, babam elinde fenerle çıktı dışarı.
Bahçe kapımızın açılmasıyla birlikte, eğilerek atını içeri sürdü bir süvari.Fenerin ışığında
atın üzerindeki dimdik silüeti gördüğümde, pencereden atacaktım kendimi aşağı.Gelen
benim Mustafa amcamdı.Kara Mustafa.Bu adı kılavuzlar,Yunan Müfreze askerlerine
Gündüzbey’den Yenişehir’e kadar uzanan bir hatta hep korkuyla anacağı günler başla-
mıştı.Amcam atın üzerinden atladı yere .Babamla uzun uzun kucaklaştılar.Sonra tekrar
atladı atına.El salladı bize:
-Allaha emanet olun,diye bağırdı.
Sonra yine geldiği gibi kayboldu gecenin karanlığında. Ertesi günü Bilecik’ten gelen bir
görevli, sorguya çekti bütün mahalleliyi.Karargahta nöbet tutan ve çadırda yatan Yunan
askerlerinin hepsi de öldürülmüştü.Hiç kimse dışarı çıkamamış korkudan .Olayı gören
yok... Ani bir baskın.Ve on ceset çadırın etrafında ...Sonuçta diğer karargahdaki Yunan
askerleri de ayrıldı köyden.Üç günlük işgal böylece sona ermişti.Ben o üç gün içersinde
geceleri kurşun sesleri duyduğumda pencereye koşardım Mustafa amcam gelecek diye.
Kurşun sesleri bitene dek uyumazdım.Sabahları uykusuzluktan pencere kenarında kıvrılıp
kalmış bulurdu annem beni.
.......................................
İkinci inönü savaşı başlar başlamaz Yunan askerleri yeniden işgal ettiler köyümüzü. Kara
Mustafa’yı unutmamışlardı.24mart 1921 de köyde etmedikleri zulüm kalmadı.8gün süre
ile köylünün bütün erzağını kendileri ve hayvanları için talan ettiler.İnönü’de yenilmeleriyle
birlikte terkettiler köyü.
......................................
Artık kurtulduk diyemiyorduk.Düşman köyümüzden ayrılmıştı ama, yaşam devam ediyordu.
Soğuk mart aylarında kendilerine ve hayvanlarına ait bütün yiyecekleri, Yunan askerlerine
kaptıran köylü için yaz günleri bereketli geçeceğe benziyordu.Ekinler boy atmış ,başaklar
olgunlaşmıştı.Köylü olanca gücüyle ekinleri biçmişti.Bir an önce harmanı kaldırma çabası
içindeydiler.Sap arabaları gün doğmadan harman yerlerine doğru yola koyulmuştu.Acele
eden bazı köylüler buğdaylarını ambarlarına taşımaya bile başlamışlardı derken Yunan
askerlerinin Karatepe’de mevzilendikleri köyümüzü yeniden işgal edecekleri duyuldu.
1921 yılı temmuz ayının onikisi...Öküz arabasına, taşıyabileceğimiz kadar eşya yükledik
akşamın serin karanlığında.Bir sessizlik sarmış köyü.Ayak seslerimiz duyuluyor sadece.
Bazan köyden birileri gelip, babamla bir şeyler konuşuyorlar Anneannem iri yarı bir kadın.
Mustafa amcamın kendisine verdiği mavzeri ve fişekliği kuşanıp, sülalenin başına geçti
sabahleyin gün ışırken.Öküz arabalarıyla uzunca bir konvoy oluşturduk. Bütün köylü
Dereköy yolunda Ehmedik’e doğru ilerliyorduk.Arabaların yağsız dingillerinin çıkardığı ses
beynimizi zonklatıyordu.Gıcırtı sarmıştı ovayı.Anneannem konvoyun başında yürüyordu.
Babam arabaya binmiş öküzleri dehlerken ,ölen teyzemin oğlu Halit annemin sırtındaydı.
Halit’in annesi doğum yaparken öldüğünden, ona anneannem bakıyordu.Ben annemin
yanında yürüyordum.Oğlan kardeşim Ali’de öküzleri çekiyordu.Bütün köylü Sakarya
Nehri’nin doğusuna geçmek için çıkmıştı yola.
Arabalar yiyecek doluydu.Ne zaman geri döneceğimiz belli değil.Her şeyimizi bıraktık
köyümüzde.Babam bir gün öncesi haber aldığında:
-Kızım bu gavur evlerimizi yakar bu sefer.Döndüğümüzde başımızı sokacak yer yaparız
ama, yemek yapacak bir tencere bulmak zor olur.Getir şu tencere tava ne varsa bahçeye
gömelim,dedi bana.Birlikte gömdük.13 temmuzda Ehmedik mevkiine geldiğimizde Kara-
tepe’den top atışlarına başladı Yunanlılar.Konvoyun önüne, sağına ,soluna düşen mermiler
yüzünden ne yapacağımızı şaşırmıştık.Babam :
-İsteseler bizi şimdiye kadar vururlardı.Vakit kaybetmeden yola devam ,diye bağırdı.
Biz davarımızı da götürüyorduk yanımızda.Geri döneceğimiz umudu olan, toprağa gömülü
tencerelerimizi arkamızda bırakıp, bir an önce Sakarya Nehrini geçmek istiyorduk.Köye
düşen mermilerin korkunç gürültüleri ve çıkardığı yangınları seyrettik ağlayarak bir süre.
..............................
O zamanlar Sakarya Nehri üzerinde köprü falan ne gezer.Geçmek mümkün olmayınca
Ulu Yol’dan konvoyu Geçitli Köyü ’ne çevirdi anneannem.Kardeşim Ali öküzleri çeki-
yordu konvoydan ayrılmadan .Karanlık çökünce, babamla birlikte kadın ve çocuklar,
gizlenmek için babamın bildiği , Sakarya’nın dik yamaçlarından birindeki bir mağaraya
gitmek üzere ayrıldık konvoydan.Mağaraya girdiğimizde ay doğmuştu.Babam mağarada
bizi bırakıp ay ışığında Geçitli Köyü’ne doğru yola çıktı.Biz geceyi mağara da geçirdik.
Annem yanındaki 4 yaşında olan Halit’e sürekli:
-Aman oğlum ağlama.Gavur bizi keser ,diye tenbih ediyordu.Zavallı Halit mağarada
kaldığı süre içinde ne karnının acıktığını, ne de çişi geldiğini söyleyemedi korkudan.Dili
tutulmuştu zavallının.Gün ışıdığında Yunan askerleri bayır aşağı taş yuvarlıyorlar,taşların
gürültüsü mağara içinde yankılanıyordu.Mağarada geçirdiğimiz ikinci gece yarısında,
Geçitli Köyün’den baba dostumuz İlyas amca ile birlikte babam göründü. Bizi almaya
gelebilmişlerdi nihayet.Mağara içinde yaşadığım iki gece ve bir günlük korkuyu ömrüm
boyunca unutamadım.
Artık Geçitli Köyün’de İlyas amcaların evinde ,06 eylül 1922 tarihine kadar, yaklaşık 13
ay 25 gün süren ,bir süreç başlamıştı.Kardeşim Ali davarımızı güdüyor, biz de İlyas amca-
lara bağ ,bahçe , ev işlerinde yardımcı oluyorduk annemle.Babam davarın yarısını satarak
İlyas amca ile Ahmet amca’nın düğününü yaptı bu arada. Ha İlyas amca ile Ahmet amca
kardeş.Benim ilk gurbetim burası.
..........................
30 ağustos1922 de muzaffer ordumuzun düşmanı önüne katıp kovaladığı İzmir’e kadar
uzanan mesafeyi 9 eylüle kadar nasıl katettiği bu gün bile düşüdürüyor değil mi bizi...Düz
yolda elini kolunu sallayarak gitmiyorlar.Can çekişen düşmanın kaçarken yaktığı yerlerde
son çırpınışlarını ezerek 9 günde ulaşıyorlar İzmir’e.Babam o günleri anlatırken Kurtuluş
Savaşı demez inatla.Hep Kutsal Savaş der.Kardeşim Ali askerdeyken gördüğü Fahrettin
Altay paşa için:
-Bizi denetlemeğe gelmişti.Dağ gibi bir adam.Atın üzerinde öyle bir heybetli duruşu var ki,
dikkat ettim atın beli çökmüştü,derdi o Kutsal Savaş’ın kahraman süvarisi için.Aklımızı
zorlayan , sadece o uzun mesafeyi 9 günde aşıp, kutsal bayrağımızı İzmir’e tekrar çekmek
değildi elbette.Geçitli Köyü yakın bizim köyümüze.6 eylül sabahı ,İlyas amcaların evinden
ayrılarak köyümüze dönmek üzere yola koyulduk.Ali davardan kalanları otlatarak köye
götürürken , biz de arabayla Avdan Mevkisi’ni geçmiştik.Kızıldamlar Köyü yol çatısında
babam konvoyu durdurdu:
-Komşular ,dedi.Bizim köyde başımızı sokacak bir yer yok.Yunan askerleri Kızıldamlar
Köyü’nü yakmamış gördüğünüz gibi.Benim dostlarım var orada. Çocuklar bir kaç gün
kalırlar, bizler de bu arada barınabilecek bir yer yaparız el birliğiyle.
Kızıldamlar Köyü’ne gittik sonunda .Babamın arkadaşı:
-Hepimize geçmiş olsun Halil,dedi.Hoş geldiniz.Biz hiç zarar görmedik.Köyümüzün yarısı
rum olduğundan, bize hiç zarar vermediler.Fakat rum gençlerden kılavuzluk yapanların
aileleri korkudan Yunan askerleriyle birlikte kaçtılar.Sizin sülaleyi almaz benim ev.Gelin
sizi kaçan rumlara ait bir eve yerleştireyim.Köyünüzde ev yapana kadar burada kalırsınız.
Zaten yakın köy.Ha evden tarlaya bahçeye gitmişin ha Kızıldamlar’dan.Ne farkeder .
Bir ruma ait eve yerleştik.Kocaman,zemin dahil üç katlı, dayalı döşeli bir ev.Girişin sağ
tarafına ,ardıç ağacından yapılmış domates sırıkları düzenle yığılmış.Sırıkların ucu çamurlu.
Belli ki daha yeni sökülmüş bahçeden.Babam:
-Domates sırıklarını köye götürelim .Seneye domates yetiştirmek için hazır olur,dedi.
-Bey,dedi annem.Her şey bitti de sıra domatese mi geldi allah aşkına...Ev bark yok ...
Yiyecek erzak yok.Sen seneye dikeceğin domatesi düşünüyorsun,deyince babamın
arkadaşı Süleyman amca:
-Aşkolsun gelin,dedi.Hiç çekinmeden bize geleceksin .Benim ambarım hepimize yeter.
Ben bizim ev sizi almaz diyerek, buraya yerleştirip arkamı dönüp gitmeye gelmedim.
Bu kışı birlikte geçireceğiz.
Annem rahat bir nefes aldı ki sırtındaki Halit’i indirdi yere:
-Haydi!Herkes iş başına ,dedi.Zühre sen Halit’i çıkar yukarı.Anne sen de çık.Bey bizde
arabaya sırıklardan yükleyebildiğimiz kadırını yükleyip, köyümüze gidip bir bakalım ne
var ne yok diye.Hem davarı kapatacak yer açılır evin altında.
Akşam yemeğini Süleyman amcalarda yedik.Eve gelirken yineledi Süleyman amca:
-Halil,sabahleyin birlikte içeceğiz çorbayı tamam mı,dedi.
-Tamam !tamam,dedi babam.
Yatmak üzere, yerleştiğimiz rum ailenin evine geldik.
Annem,anneanneme dönüp:
-Anne inanılacak gibi değil.Geçen yıl harman zamanında terkettik köyü.Sapların bir kısmı
harmanda ,bir kısmını tarlada bırakıp gittik.Tarlalarda halazalar yine başak yapmış .Sarı
sarı...Mis gibi kokuyorlar. Harman yerinde dökülen buğdaylar ekin olup, başak yapmış.
Harman yerindeki ekinlerin arasında gördüm keklik yuvasını .Kırık yumurtalar var.Yuvayı
terketmiş belli ki palazlar.Yarın sabah Süleyman amcadan tırpan, orak ne varsa alarak
gidelim köye.Kışlık yiyeceğimiz öylece duruyor orada,dedi.
-Hatice,dedi anneannem.Ben de geliyorum sizinle.Zühre de gelsin .Tırmık çekeriz.Önümüz
kış kızım .Biçmesi ,harmana getirmesi uzun zaman ister.Ekinler kocamıştır.Başaklardan çok
çabuk dökülür taneler.Allahım bir mucize bu.Kışın başkalarının eline bırakmadın bizi.
....................
Yağmurlar başlamadan yiyeceğimiz buğdayları toparlayabildik sonunda.Bütün komşuların
yüzü gülüyordu.Kızıldamlar Köyü’nde, kaçan rumlara ait evlerde geçirdik kışı.Yaza kadar
kalmamıza izin verilmişti.Bana hiç bitmeyeyecekmiş gibi gelen bir kış boyu, pencere kena-
rında buğulanan camları silerek bekledim Mustafa amcamı.Ama o gelmedi.Bahara doğru
babam Söğüt’e gitti amcamı aramak üzere.Cemiyet katibi:
-Amca başın sağolsun.Gönüllü Gündüzbey Taburu’ndan, Söğüt’e kimse sağ dönmedi.Nur
içinde yatsınlar hepsi de,demiş.
Amcam babasından kalan topraklarını babama bırakarak, hür bir ülkede isimsiz bir mezar
yerini yeğlemişti.Gündüzbey Taburu , Kutsal Savaş’ın bütün cephelerine katılmıştı.Sembolik
şehitliklerin her birinde, bir Kara Mustafa dolaşır geceleri yağız atının üzerinde dimdik.
Ve ben yorgun rüyalarımdan yağız atın kişnemesiyle uyanırım"
Yazan: Osman Eker