ŞEHİRLER ARASI
Pazar günü bir başka şehirde nefes almak istedi ve arabasına atladığı gibi bir sonraki şehre doğru yol aldı. İki ay önce de geçtiği bu yollarda her hangi bir değişiklik yoktu; bakındı anımsamayı istemedikleriyle karşılaşır gibi olunca bunları düşünmekten vazgeçti.
Şehre vardığında içindeki sıkıntıyı karabulutlarla kaplı geride bıraktığı şehre bağladı.
Denize susamış gözleriydi belki de onu sahile götüren. Kana kana denize baktı; ufuklara ben geldim diyecek oldu,sustu. Demir atmış teknelere oturan insanlara baktı göz ucuyla. Gözüne kestirdiği tekneye doğru yürüdü. “buyursunlar efendim” diyen gence başıyla selam vererek en uçtaki masaya geçti. Her gittiği yerde kıyıda köşede kalmayı tercih ederdi.
Hemen siparişini verdi ve dingin denize baktı. “Eylülde böyle olurdu deniz” dedi kendi kendine. Yanındaki asmaya oturan iki çocuk ve anne yalnızlığın verdiği tedirginliğe iyi geldi. Çocuklarla göz göze geldi. Erkek olan asmaya yaklaşıp “ abla sandalye boş mu?” diye sordu. “Her zaman yanımdaki sandalye boştur tatlım; alabilirsin.” Demekten alıkoyamadı kendini. Müsaade çocuğundu,sevinçle kaptı masadaki yerini ayarladı. Oturunca gülümseyerek baktı. Çocukların sevinci bulaşıcı olabilirdi. Böyle düşündüğü için kendine güldü…Kendini dinlemeyi bırakıp teknede çalan müziklere kulak kabarttı. Çocukluk döneminin en sevilen yabancı şarkısı çalıyordu. “ self control ”
Gökyüzüne çevirdi gözlerini.Bulutlardan fal bakma huyundan vazgeçemiyordu. Fallara kalmış geleceğini bulutlardan soruyordu ara sıra. Fakat gökyüzü alabildiğine maviydi. Dalgacı Mahmut boyamıştır diye düşündü…
Balık ekmeğini masaya getiren ocuğun çalışma hevesi kıskandırdı kendisini; çocuğu tebrik etti içinden. İskeledeki insanların telâşı hoşuna gitti. Amaçları var gibi gözüküyordu. Acaba ben nasıl gözüküyorum diye merak etti.
Aylar sonra yarım ekmeğin tadı damağında kalarak ayrıldı tekneden.
Sahili gezip sonra da dönerim diye yavaş yavaş ilerledi. El emeği, göz nuru kolyeler,küpeler,bileklikler…renk katıyordu şehre. Ne renkli şehirdi burası!
Çardaklardan birinde oturmak kısmet olmadı. Balık tutma hevesiyle oltasın kapmış gelmiş insanları izledi bir süre. Yirmili yaşlarda bir genç çarptı gözüne. Oltayı atamıyordu bir türlü ve bunu ezikliğini yaşadığı her hâlinden belliydi. Benden başka biri de fark etmiş ki gencin yanına gelerek oltayı istedi ve oldukça uzağa attı. Uzun boylu, dikkat çekici subayın yardımına bütün sahil şahit olmuştu.
Amfiye oturup hem denizi hem de insanları izlemeye koyuldu. Gençler,aileler,çocuklar,gelip geçiyordu önünden. Sol tarafına baktı. Genç anne-baba ve çocuk yaklaşırken hararetli bir şekilde tartıştıkları neydi diye merak etti. Çocuk her şeyden bir haber pamuklu şekerleri işaret ediyordu babasına. Çocuğun eli bilmem kaçıncı kez havada kaldı; onu duyan olmadı. Göz göze geldi çocukla,çocukların hüznü bulaşıcı değildir diye rahatlattı kendini.
Derken bir çiftin sahile doğru yürüdüğünü fark etti. Görüş alanında artık onlar vardı. Hangi Pazar çift olarak sahile geldik seninle diye düşüneceği geldi. Kıza baktı uzun uzun. Uzun siyah saçları,kırmızı gömleği,siyah pantolonu,simli kemeri,siyah çantası ve beyaz ayakkabılarıyla fena görünmüyordu. Sevgilisinin ne itici tipi vardı öyle derken bu itici tipin kızcağızı omuzlarından tutup ittiğini gördü. Kızın ayakkabıları topukluydu ve topuklu ayakkabıya alışık olmadığı belliydi. Sevgilisi birkaç kez kızı itekledi;sonunda kız elindeki çantayı fırlatarak bağırdı. Bağırınca da insanlar onlara bakmaya başladı. Bu durum itici tipi rahatsız etti. Kızın saçlarını tutup çekince haddini bildirmek istercesine bir hamle oturduğu yerden kalktı.
Kız sevgilisiyle tartışırken bir yandan da ağlıyordu. Beyaz ayakkabılarını ayağından çıkarıp fırlattı; yere çömelip başını ellerinin arasına aldı.Bir süre öyle kaldı. Yanlarına gitmek iyi bir fikir değildi.
Bir an kafasını kaldırdı ve göz göze geldiler… Acıyı böyle paylaştılar.Lâkin kız bundan utanç duydu.Beyaz umutlarıyla çıktığı yolda yalın ayak kalmıştı. Kızcağızın bütün umularının bütün sevincinin tükenişine tanık olmak onu da utandırmıştı.
Kızın ayakkabıları çıkarıp atması günü başa döndürmeyecekti ikisi de biliyordu.
İtici sevgili sokak lambasının direğine yaslanmış tüm küstahlığıyla meydan okuyordu sahile.
Kızın sokak lambasından farkı belki yalın ayaklarıydı ama; o da kırık , dökük, haliyle de aydınlığını yitirmişti.
Mavi gökyüzü ve deniz susuyor,olanları yutuyordu burada! Pek fark yoktu şehirler arasında öyleyse.
Hava kararmadan dönmeliyim diyerek küskün ayrıldı bu şehirden de…
02-09-2007
YORUMLAR
Kızın sokak lambasından farkı belki yalın ayaklarıydı ama; o da kırık , dökük, haliyle de aydınlığını yitirmişti.
Mavi gökyüzü ve deniz susuyor,olanları yutuyordu burada! Pek fark yoktu şehirler arasında öyleyse.
Hava kararmadan dönmeliyim diyerek küskün ayrıldı bu şehirden de…
ÇOK DUYGU YÜKLÜ BİR ÇALIŞMAYDI ELLERİNİZE SAĞLIK.