- 1052 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İKİ ZEYNEP
I.
İki Zeynep tanıdım, iki nazenin dünya gülü,iki dilber, yöreleri,töreleri ve hayat tarzları tamamen farklı,ayrı dünyaların insanı iki Zeynep…
İlk Zeynep şehir ve kasabaya oldukça uzak, yolu, elektriği sağlık evi olmayan ücra bir dağ köyünde doğdu.Babası çiftçiydi küçük Zeynep’in, toprağı işliyordu, geçimini güçlükle sağlıyordu, elleri nasırlı, avlusu hasırlı orta yaşlı tipik bir Anadolu insanıydı…
Okuma-yazmayı askerde öğrenmişti. Köyünde topraktan kaba- saba iki göz bir ev yapmış birkaç büyük ve küçükbaş hayvan almış onlarla hayatını idame ettirmeye çalışıyordu…Zeynep’in doğumuna kerhen sevindi baba sevinir gibi göründü yani erkek bir çocuk olmalıydı Zeynep’in yerinde hani kendinden sonra obasına köyüne sahip çıkacak toprağı işleyecek bir erkek.
Zeynep el kapısına gidecekti, ocağı yakacak erkek çocuklar doğurmalıydı analar Zeynep’in babasına göre…Erkek çocukları da vardı var olmasına ama Zeynep de erkek olmalıydı çok erkek daha çok işgücü ve kuvvet demekti köylerde.
Zeynep’in annesi,çocukluk ve gençliğinde babasının, evlendikten sonra kocasının evinde horlanmış ezilmiş ağzı var dili yok melek gibi bir kadındı…Kocası işlerin yoğunluğundan dolayı kasabaya inemediği için beş altı yıldır, renkleri uçmuş ve yer yer sökülüp yırtılmaya yüz tutmuş giysiler giyiyordu Zeynep’in melek huylu çilekeş annesi…
Gündüzleri hava kararıncaya kadar hatta bazen akşam 9-10 sularına kadar tarlada çalışıyor, sonra eve gidiyor hiç dinleneme
den bu kez evde kendini bekleyen işlerle uğraşıyordu,ekmek pişirmek,evi temizlemek,elle çamaşır yıkamak,hayvanları sağmak,yemek pişirmek gibi onlarca işle uğraşmaktan gece 02
de ancak yatağa girebiliyordu Zeynep’in annesi sabah altı yedide kalkmak mecburiyetini de dikkate alarak ve her gece uykusuz kalarak…
Köyde hiç izin ve tatilleri yoktu Zeynep’in Annesinin onun gibi köyde yaşamak ve ’gavur gibi’ çalışmak zorunda olan bütün kadınların.
Zira sosyal bir güvenceleri yoktu, sadece seçimlerde oyları ve askere çocukları lazım olduğu zaman hatırlanırlardı devlet tarafından bir de bankaya borçları olduğunda, Atatürk’ün ’Memleketin Efendisi’ diye tarif ve taltif ettiği köylüler…
Küçük Zeynep işte bu ağır hayat koşullarında doğmuş ve artık büyüyüp serpilmeye başlamıştı.Kırlarda koşup oynuyor,
kulaklarına vişne ve kirazlardan küpeler yapıyor,annesinin belik belik özenle ördüğü saçlarına kır çiçeklerinden tokalar,taçlar yapıyor Büyük şehirlerden birinde yaşayan dayısının ona getirdiği oyuncaklarla oynuyor geceleri oyuncaklarıyla uyuyordu.
Zeynep’i babası köyde bulunan ilkokula yolladı okul çağına geldiği için şirin Zeynepçik...O zamanlar cicili-bicili önlükler yakalar,kalemler,kitaplar,pergeller,cetveller nerde?
Bir silgiyi,bir pergeli bir kalemtıraşı Zeynep üç-dört arkadaşıyla müşterek kullanmak zorundaydı…Yaşadığı zaman o şartları gerektirdiği için başka bir seçeneği de yoktu..
Okullar tatil olduğunda Zeynep’in tatili gene çalışmaya endeksliydi.Koyun ve keçi yavruları otlatmakla görevlendirmişti onu babası…Sabah erkenden kuzularını önüne katıp akşam yıldızların gözükmesiyle beraber şarkı söyleye söyleye ve ateş böcekleri toplayarak eve dönüyordu Zeynep…
Zeynep ilkokulu bitirmiş ve pekiyi dereceyle diplomasını almıştı.Babası onu artık okutmak istemiyordu.Kasabadan güzel, albenili ve bol çiçekli bir fistan alarak hem ona bir karne hediyesi almış hem de bu giysiyle artık onun okuma isteğini frenlemek için gönlünü yapmaya çalışmıştı…
Zeynep’in öğretmeninin onun orta ve lise okumasını çok istemiş olmasına ısrarda bulunmasına rağmen Zeynep’in bu konuda fazla ısrarcı olmaması konunun erken kapanmasını sağlamıştı.
Zeynep artık iyice büyümüş ve delikanlıların yüreklerini yerlerinden koparacak güzellikte bir genç kız olmuştu…
Yoğun ve simsiyah saçları,her biri birer zehirli ok gibi sinelere batan gür kirpikleri,kalem kaşları,şehla bakışlı kara gözleri,gamzeleri,servi boyu,endamı, beyaz teni…
O’nun dillere destan güzelliği civar köylere yayılmakla kalmamış,kasaba ve şehre kadar duyulmuş ve onu oğluna gelin götürebilmek için çırpınan anne babalar ve onun bir bakışını bile cana minnet bilen,onunla evlenmek için maddi manevi her şeyi göze alan delikanlılar bir hayli çoğalmıştı…
Zeynep arkadaşlarına ve Annesine her ne kadar henüz evlenmeye hazır olmadığını ve kendi beğendiği birine varmak istediğini söylese de bu söylediklerinin hiçbir kıymet-i harbiyesi yoktu.Zira o eninde sonunda babasının istediği birine gitmek zorundaydı…
Babası da onu, genç de yaşlı da çirkin de olda maddi durumu iyi olan birine vermek istiyordu.Zeynep karmakarışık duygular içindeydi.İçine kapanmıştı hasta değildi ama çok solgun ve bitkindi.
Zeynep’in zamanında,sinema sadece şehirde vardı kasabada bile sinema yoktu,televizyon da yoktu sadece radyo vardı,babası Zeynep’in ve kardeşlerinin yoğun ısrarlarına dayanamayarak bir inek ve birkaç keçi satarak kocaman bir radyo almıştı…
Zeynep geceleri radyo’dan okunan,kitapları özellikle de pek sevdiği romanları dinliyordu,gündüzleri de dayısının İstanbul
dan getirdiği aşk fotoromanlarını okuyordu…Yüreği aşk denen tuhaf olgu ve duyguyla tanışmıştı Zeynep’in.Düşünüyordu ve düşündüğü karmaşık duygulardan bir müddet sonra utanıyordu.
Dergilerde gördüğü artistlerden bile güzel buluyorlardı onu arkadaşları hakikaten de öyleydi Zeynep.Bazıları da kaprisli kıskanç, önyargılı ve art niyetliydi arkadaşlarının.Ona bir gün evden kaçmasını ve dayısının yanına yani İstanbul’a gitmesini gidince kısa zamanda şöhrete ve çok paralara kavuşacağını telkin ve tenbih ediyorlardı mütemadiyen…
Zeynep akıllı bir kızdı.O kıskanç cadıların söylediklerine hiç itibar etmedi her seferinde gülüp geçti…
Bir gün İstanbul’ gitti Zeynep gitti gitmesine ama birkaç ay misafirliğe sadece…İstanbul’u hiç sevmedi sevemedi Zeynep,
Ninesinin sandığında gördüğü bin bir güzelliği ve çeşitliliği, köyündeki doğallığı, insanların dürüstlüğünü,uçsuz bucaksız kırları bahçeleri,buz gibi soğuk ve serin çeşmeleri,iğde çiçeklerini,salkım söğütleri,tandır ekmeği kokusunu,Çiçekli fistanlarını ve eşarbını babasının nasırlı ve namuslu ellerini,
o şipşirin keçi yavrularını,annesinin leziz yemeklerini özledi Zeynep ve kendisine köyden verilen izni bile tam kullanmadan
otogarda Anne babasına dede ve ninesine kardeşlerine ve arkadaşlarına çeşitli ilginç ve güzel hediyeler alarak köyüne döndü Dünyalar güzeli şirin Zeynep…
İstanbul’un ve büyük şehirlerin maskelerini,sahte gülüşlerini,sinsi tuzaklarını, idrak etmiş ve yem olmamıştı Zeynep…Ama iradeleri ve inançları zayıf binlerce Zeynep’ler Kezbanlar,Ayşeler ,Fatmalar bu tuzakları vaktinde idrak edememenin bedelini çok ağır ödemiş her Zeynep,her Ayşe,
Her Kezban,Her Fatma;Birer,Zümre,Sevtap,Oya ve Yaprak’a dönüşerek yitmiş ve savrulup gitmişleridir…
Neyse gelelim bizim Nazlı Zeynep’e…
Zeynep,aklının,zekasının, idrakinin, harikulade güzelliğinin ve sabrının mükafatını en iyi şekilde aldı…
Ailesinin ve kendinin de istediği bir ‘Adam gibi adam’la evlendi ve hak ettiği mutluluğu şimdi fazlasıyla yaşamaya devam ediyor ZEYNEP…
Nee… ikincisi mi? ikinci Zeynep’i de kısmet olursa anlatacağım elbet lütfen azıcık sabır ve merak…
Olmaz mı?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.