- 862 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
KARINCALAR
Bizler, toprağında kaybolmuş mahluklarındanız. Karıncalara gösterdiğin yolu bize de göster.
*
Pilav.
Yengemin pişirdiği pilav, dedi Erika. Kaplıcaya gidecekleri için, dedi.
Sen getir.
Yiyemedikleri, dedi. Çöp deyince dikkatimi çekti. Hayır dedim. Karşıyım.
Neden dedi.
Nimet dedim.
Ama dedi. Kaplıcaya gidecekleri için, dedi.
Ekledi. Her gün binler adet ekmek çöpe dedi.
Olsun dedim. O milyon kişiler unutmuşlar da döküyorlar, dedim. Nimeti unutmuşlar dedim. Bilmiyorlar dedim.
Sorulmaz mı dedi.
İğneden ipliğe kadar dedim.
Unutturan şeytan mı dedi?
Evet dedim.
Neden dedi.
Görevi dedim.
Sen dökme dedim.
Ben zaten dökmüyorum dedi.
Yalvaran bakışlarla baktım.
Bana getir dedim.
Getirdim dedi.
Pilav poşetini elime aldım ve kaldırdım: Artan dedim, eksilmeyen, sürekli artan olsun ister misiniz dedim.
İsterim dedi.
Monika söze dahil oldu:
Abi dedi bana, pilav unutulmuş ve güneşte kalmış dedi.
Kokladım: bozulmamış dedim.
Az da değil dedi arkasından.
Ne kadar?
Bir poşet dedi, üç kilo kadar dedi.
Sonra dolabın en soğuk yerine bırakmasını söyledim de, itiraz etti:
Madem kurda kuşa yedirecek mişin, ne diye dolabı meşgul edelim.
Evet, böyle dedi. İyi hatırlıyorum böyle dedi. Aşağı yukarı böyleydi söyledikleri, demiyorum: İddia ederim ki böyleydi.
Benim değil mi? Ne olur, bu defa da sözümü tut. Soruyorum sana: Dolap kimin?
Artan dedim, eksilmeyen, sürekli artan olsun ister misiniz?
Nasıl olacak bu dedi.
Bak dedim:
Bir nimetin artmasını, kat kat olmasını arzu edersin değil mi?
Evet dedi.
O zaman, yaratıcının kanunlarına titizlikle uyacaksın.
Nasıl?
Verileni (habbe olabilir, zerre ve damla olabilir.) heba etmeyeceksin, ziyadesini, kanunları dışına çıkmadan değerlendireceksin. Ki, o zaman verilen malın artan olur.
Ne kadar artar?
Misli ile, on misli ile, yüz misli ile. (değer bulur.)
Pilav poşeti ile apartmanların gölgesinden sürekli kuzeye gittim. Bir tepe daha aşarak bodur ağaçlara ulaştım. Bir tepe daha. Çocukluğumdaki arşınladığım tepelere benzeyen tepeler. Kısa ama sık ağaçlar arasına girdim. Ne güzel: İnsanın bir anda 2 güzelliği birden yaşaması elbette güzel. Çocukluk anılarım ve yaratılmışlara rızık götürüyor olmam.
Borularla çalınan suları vadinin.
Ademoğlu bu, yaratıcıya verdiği sözü unuttu da O’nun sularına tecavüz ediyor.
Evet, öyle bir vadiden geçtim ki, çeşmeler, kaynaklar, yer altı suları hatta sızıntılar bile borulara alınarak bağlara ve bahçelere götürülmüş.
Yeniden düşündü: Ademoğlu bu.
Bencil insanlar, demeden edemiyor insan. Yalnız kendilerini düşünürler. Suları oluruna/olduğu gibi bıraksalardı gelip geçen binler faydalanacaktı. Ama böyle yapmakla tabiat kanunlarına sırt çeviriyorlar.
Sarp yamaçlar ve fundalıklar. Çalılar sonra.
Soğuk poşet.: Henüz çözülmeyen buzlu pilav. Elimdekini bir ev kadar boş alana, kurumuş otların arasına bırakıyorum.
Açıyorum, etrafını taşlarla donatıyorum.
Bir metre kadar geri çekiliyor, mahzunca dolu poşete ve etrafındaki boşluğa bakıyorum:
Senin kullarınız. Bize verdin, ben de bulamayan mahlukatın rızıklansın diye buraya getirdim.
*
Teyzenin oğlu hasta dediler. Hastanede dediler. Yatıyor dediler. Sen de git, uzun yolculuğa çıkabilir dediler.
Yolculuğun uzun mu kısa mı olacağını bilemeyiz dedim.
Hastane kapısında bekliyorum.
Ziyaret saati onyedi imiş. Onyedi/yirmi arası yazıyor. Ne açan var, ne de bir tanıdık aralarında.
Akşam oluyor.
Bu günlerde neden ibadet daha evla geliyor bana?
100 metre kadar güneydeki camiye gitmeliyim. Bayazıtlı.
Caminin avlusundan lavabolara inmeli, çıkmalıyım. Onlarca basamak arkasından uzunca bir düz gitmeden sonra yine basamaklar. Ağaçlar: Eskilerden kalma. Yaşlanmış çam ağaçları.
Şadırvanın çevresinde dizili tesbih tanesi gibi insanlar. Saygılılar. Birbirinedir saygıları. Ama bu insanlar ne de çok konuşuyor. Konuştukları rivayetlerden öte gitmeyen sözler.
*
Pilavın akıbeti daha ağır basıyor bende.
İkinci günün sonunda yine gitmeli. Akıbetini görmek pilavın. Yine yerleşim yerinden uzak sitenin kuzeyindeki dağa tırmandım. Kilo metrelerce.
Ah! Pilavıma kavuşuyorum. Azalmış olması, içimde kabaran heyecanı indiriyor.
İyisi mi yerini değiştirmeliyim?
Karıncalar, pilavla yuvaları arasında gidip geliyorlar.
Elime alıyorum birini. Avuçlarımda hafif gıdıklanma oluşturan yaratık, parmaklarım arasında duruyor: Demek biri de sendin, bana verilen nimetin fazlasını benden alarak terazime hayır dolduran. Seni kutlarım. Benim malımı çaldığını zannederek benden uzaklaşmaya çalışma. Bilakis hareketin mutlu kişiler arasına kattı beni. Dönüyor ve bileklerime ilerliyor. Gömleğin kolları arasında kaybolmasına izin vermiyorum: Onu ait olduğu ortama bırakıyorum. Şimdi, ön ayaklarına aldığı pirinç tanesi ile yuvasının yolunu tutuyor. İzlemek, uzun uzun seyretmek. Geliş ve gidişleri. Ne korkmaları var ne de yön değiştirmeleri görünce beni. Diğer mahluklar gibi değil karıncalar: Kurbağa gibi değiller. Kurbağaların insanlardan çekinmeleri var. Kuşlar gibi değiller. Kuşların korkmaları ve uçuşları var. İnsanlardan çekinmezler, kaçmazlar ve korkmazlar.
Ne güzel. Tanrım bu ne mutluluk; verdiğin nimetin ziyadesindeki poşetten üçte bir azalma olduğunu gösterdin bana. Beklemiyordum.
Yüzlerce karınca nimeti yuvaya taşımakla meşgul. 5/6 metre yukarıdaki yuvalarına. Pirinç habbeleri (taneleri) ağızlarında, peşpeşe yollarda. Dizilmiş tesbih taneleri gibi uzuyor.
*
Üçüncü gündü.
Ne de çok gidiyorsun dedi Erika.
Giderim dedim. Onlar dostlarım dedim. Bizi kurtardılar dedim.
Nasıl dedi.
Sen keşfet nasılını dedim.
*
Gidiş yolumu uzattım.
Öğle sonrası çıktığım yolumu gölgeler uzayınca tamamladım. Ey karıncalar bilemezsiniz niçin mutluyum?
Size kavuştuğum için mutluyum.
Gözlerime inanmak zor.
Kuzeybatı yönünden bir kervan (karıncaların peşpeşe sıralanışı) daha gelerek nasipleniyor. Çalışanları dikkatlice inceledikten sonra, bir gurubun da kuzey batı yönüne götürdüklerini görüyorum. Eskilere: Sizin yedikleriniz yeter.Yeterince kış için erzak depoladınız. Bir avuç dolusundan daha fazla olmayan poşeti misafir karıncaların yuvasının etrafına boşaltıyorum.
Yeter artık diye düşündüm. Zaten bir tabaktan fazla pilav kalmamıştı poşette.
Poşeti, kuzeybatı yönündeki yuvanın önüne boşattım.
Sevindiler.
Nasıl sevinmezler ki!
Rızık yaklaşmıştı.
Kuru otlara oturdum. Yuvalarına giriş ve çıkışları ne de düzenli. Ağırlıklarından kat kat fazlasını taşıyabilen yaratıklar. İçlerinde minicik olanları var, çalışmayan, çalışanlara yol gösterenleri de. Sonra; bedenlerine yerleştirilen organları düşündüm: Ciğer, dalak, kalp, sindirim organları …. Sığdırılmış bu minicik bedenlere.
*
Öyle dedim Erika’ya. Artık dedim, artan dedim, sürekli artan bir ecir senindir.
Nasıl olur bu dedi.
Bak dedim: Dökülecek pilav taneleri kış boyunca karıncaların midesini dolduracak. Yaşamları senin çabaların akabinde olacak. Ve karınca karıncayı doğuracak. Yumurta ile de olsa yeni bir hayatın başlangıcı sayende olacak.
Evet dedi. Anladım dedi.
*
Şimdi daha mutluyum. Nasıl şükür etmeli, şükrün neresinden başlamalıyım.
*
Bizler, toprağında kaybolmuş mahluklarındanız. Başıboşluğumuza son ver. Karıncalara gösterdiğin yolu bize de göster.
YORUMLAR
Çok çok çok anlamlı bir yazıydı karıncalara gösterilen yolda olanlardan olabilme temennisi; düşüncesi ne kadar hoş, sizi ve yazınızı tebrik ederim ...
Oldukça düşündürücü.Tebrik etmek istedim.Dilerim yolunu bulanlardan oluruz.