- 727 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İş barışı!
Çalıştığımız fabrikada, iş huzurunu temin etmek maksadıyla, sürekli çalışanlardan fedakârlık beklemek, haksızlık olurdu.
Mademki yöneticilik vasfıyla çalışıyoruz, fedakârlığımız kaçınılmazdı.
Kendi vardiyamda sosyal yapının şartı olarak gördüğüm, iş verimliliğinin mutlaka artması adına telakki ettiğim, arkadaşlık ve muhabbet rüzgârının esmesini temin adına, sürekli yenilikler yapıyordum.
Çalışma ortamını, herkesin benimsediği, güven duyduğu, huzur bulduğu, saygı ve sevginin önemsendiği, herkesin mutlaka dinlendiği, bir ortam esenliğine götürüyor ve yoğun bir şekilde koşturuyordum.
Bayan arkadaşların sayısı, yirmi kişiye yakındı, her birinin ayrı derdi var, çoğunun bağrı yanıktı.
Hayat mücadelesinin verildiği bir ortamda, kaderlerindeki fırtınanın, onları kum taneleri gibi çok faklı yerlere savurmuş olduğunu öğreniyorum.
Hüzün, kaygı, her zaman bol idi, ümit ise oldukça azdı, fakat çok kıymetliydi, ufukta belirdiği zaman, bakan gözler kiminse, ışıl ışıl canlanır, yanardı.
Hayırdır inşallah, bugün daha iyisin dendiği vakit, bir anda, gönül rahatlığında, heyecanının refakatinde, soluk, soluğa anlatırlardı.
Paylaşırdık, elimizden gelen katkıyı, esirgemez yapardık, umursamaz olamazdık, çünkü kaynaşmış, zor olanı başarmıştık, bir aile ortamı esenliğinde, sıcak ve samimi birer dostlar olmuştuk.
Böyle çalışma ortamlarında, başarısızlık, barınamaz, mekân tutamazdı, çünkü husumet yoktu, karalama, kaypaklık ve özellikle yalan hiç kıymet bulamıyordu.
Ön yargı ile beslenmek, arkadan çekiştirmek kabul görmüyordu, dinlemeden mahkûm etmenin, haksızlık olduğu bilinci yerleşmişti bir kez.
Böylece insanlara şırınga edilen;
Toplumsal hastalıklara, geçit yoktu, hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için, seferber olmuştuk, kenetlenmiş bir bütünlüğe giden yola, gönül koymuştuk.
Çalışanların geneli, vasıfsız olduğu için, kısa zamanda tarafımdan yetiştiriliyor, vasıf kazanması sağlanıyordu.
Onun geleceğini de bir anlamda, düşünmek zorundaydım.
Yeter ki, harbi, mert, dürüstlükten taviz vermeyen, şahsiyet bütünlüğünde ufku saf, yalak ve salak olmasın.
Bu ilkeler benim olmazsa, olmaz şartlarımdı.
Sinemde oluşmuş ve oturmuş değişmez kanaatimdi!
İnsanlar yaşadıkları sürece, mutlaka hata, yanlış veya suç işleyebilirler, bunlar mümkün olan fiillerdi, nihayetinde insan değil mi?
Haiz oldukları şartları ve sosyal dokuyu, araştırıp sorgulamadan bu oluşum ve açılımları analiz etmeden, insanları mahkûm etmeye kalkarsak, bir anlamda zulmetmiş sayılırız.
Ve işte o zaman; temelden hatayı bizler yapmış oluyoruz.
Çünkü temel konularda tercihleri fertlere bırakmıyoruz, önlerine koyduğumuz tercihi yapmaya, bilakis bizler zorluyoruz.
İnsanların üstünlük hakkını, bilerek gasp ediyoruz, dolayısıyla belki farkında bile olmadan, asıl yanlışı bizler yapıyoruz.
Şu anda bizleri yargılayacak, bir kimse çıkamıyor, zira gücün bu gün, bizlerde bulunuyor olması yeterli görünüyor!
Zavallının zaten mecali kalmamış ki, haykırsın haksızlığı var gücüyle.
Yine onlara durmadan, sizler ne bilirsiniz, düşünemezsiniz bile, sadece söyleneni yaparsınız demiyor muyuz çoğu vakit.
Her zaman kendi akıl ve zanlarımızı ön plana çıkartarak, onlarda akletme, tahkik etme, imkânını tanımadan tahayyül diye bir şey bırakıyor muyuz?
Bunları bizlere yaptıran her ne olursa olsun, sermaye, politika, makam veya şerrimizden korkulan zulmümüzdür.
İster kabul edelim veya etmeyelim azgın bir nefis için ne fark edecek.
Eğer hakkıyla düşünürsek, bunların pek çoğunu, aynı şartlara haiz olarak elde etmemişizdir.
Mutlaka çok önemli desteğimiz veya desiselerimiz mevcuttur.
Yok, eğer hak ederek gelmiş isek, enaniyetimiz veya farkında olmadığımız tekebbürümüz, bunları bizlere yaptırmaktadır.
Çünkü halkın kucakladığı, her müspet tavrın arkasında, objektif ahlak, şeffaf yönetim ve mutlaka hakkaniyet vardır.
Bu hareket sosyal bir gerçektir, bunu fark ederek göremeyenler, ne hazindir ki; zavallılar ve tedaviye ihtiyacı olan, biçarelerdir.
Fabrikanın bir bölümünde, mescit olarak ayrılan, küçük, kare biçiminde olan, mesai dâhilinde her türlü gürültüyü cömertçe içine alan, koyu yeşil halı ser döşeli, odaya bir somya yerleştirip, burayı lojman niyetiyle kullanmak zorunda kalıyordum.
Güya hedefimiz fabrikadaki her faaliyeti öğrenmek ve özümsemekti! Fakat kaldığım yer, dinlendiğim mekân beni sıkıyor, daha çok yoruyordu, kendimi dinlemem mümkün görünmüyordu.
Benimde bir insan olduğum, tabii ihtiyaçlarım önemsenmiyordu!
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.