BABASINI KURTARAN ÇOCUK
Bir padişah, veziri ile birlikte memleketi dolaşıyordu. Bir şehrin dışında koyunlarını otlatan bir çoban çocuğuna rastladılar. Çoban çocuğu, onların kim olduğunu bilmiyordu. Padişah çocuğun yanına sokulup:
- Senin adın ne? Diye sordu.
- Mehmet.
Çocuk açıkgöz ve neşeli bir çocuktu. Padişah vezirine dönüp:
- Nasıl, dedi, şunu imtihan edelim mi?
Sonra çoban çocuğuna sordu:
- Sen Müslüman mısın?
- Elhamdülillah, Müslümanım.
- Söyle bakalım İslam’ın şartı kaçtır?
Çoban çocuğu yaydan fırlamış bir ok gibi, çatır, çatır cevap verdi. Müslümanlığın şartlarını tek, tek saydı, döktü.
Padişah çok memnun kaldı:
- Aferin sana. Mükafat olarak al şu bir altını.
Çoban çocuğu altını almak için elini uzatmadı.
- Niçin almıyorsun?
- Alamam, eve vardığım zaman annem ve babam o altını nereden aldığımı sorar, beni sıkıştırırlar. Sizden aldığıma onları inandıramam.
- Siz padişah mısınız?
- Evet padişahım.
Çoban çocuğu:
- İşte şimdi hiç alamam, diye cevap verdi.
- Niçin?
- Bir padişahın çıkartıp bir tek altın vereceğine hiç inanmazlar da onun için.
Bu cevap karşısında padişah ve veziri uzun, uzun güldüler. Sonra padişah çocuğa bir avuç altın verdi:
- Artık inandırabilirsin dedi.
Padişah ve veziri, böyle akıllı ve din sever bir çocuk tanımanın sevinci içinde, arkalarındaki askerlerle birlikte oradan ayrıldılar. Yolları vara, vara bir değirmene vardı.
Padişah ve veziri, atlarından inip değirmenden içeri girdiler. Değirmenci ve değirmende sıra bekleyenler, bu yabancıların çevresinde toplanmışlardı. Padişah değirmenciye:
- Bir kile buğday kaç okka gelir? diye sordu.
Değirmenci bir solukta cevap verdi. Padişah, bir kile buğdayın öğütülüşte ne kadar fire verdiğini sordu. Değirmenci yine bir solukta cevap verdi. Padişah:
- Bir okka undan ne kadar ekmek çıkar? Sorusuna da dosdoğru bir cevap almıştı.
Değirmenci bütün bunları çok iyi biliyordu. Padişah:
- Güzel, dedi. Bütün bu dünya işlerini çok iyi biliyorsun. Hele konuyu değiştirelim. Söyle bakalım, sen Müslüman mısın?
- Müslümanım efendim.
- Peki, İslam’ın şartı kaçtır?
Değirmenci, demin çatır, çatır verdiği cevapların gururlanmasını bir anda yitirdi, kızardı, bozardı, sonra yalan yanlış:
- İslam’ın şartı… İslam’ın şartı… Şey, ondur, yok yirmidir, diye cevap verdi.
Padişah çok kızdı:
- Sen koskoca adam olasın, dünya işlerini çok iyi bilesin; öteki dünyayı hiç aklına getirmeyesin. Peki ben sana gösteririm. ( Arkasından sıra, sıra gelmekte olan askerlerine dönüp ): Yakalayın şunu. Şehre götüreceksiniz ve orada idam edilecek.
Değirmenci kıskıvrak yakalandı, bağlandı. Sonra hep birlikte yola çıktılar şehre doğru. Değirmenden az bir şey uzaklaşmışlardı. O sırada tepeden aşağı inmekte olan bir koyun sürüsü ve deminki o çoban çocuğu gözüktü. Çoban çocuğu, padişahın gerisinde, askerlerin arasında götürülen değirmenciyi görünce bağırarak tepeden aşağı koştu:
- Babacığım, babacığım. Seni nereye götürüyorlar? Sen ne kabahat işledin?
Sonra, padişah nedir, asker nedir, hiç dinlemeyip babasının boynuna sarıldı, öpmeye başladı:
- Nedir cezan?
Padişah ve veziri donup kalmışlardı. Değirmenci:
- Beni öldürmeye götürüyorlar, dedi.
Çocuk padişahın üzengisini öpmeye başladı:
- Ey padişahım babamın suçu nedir?
- Baban koskoca adam olduğu, bütün dünya işlerini bir güzelce bildiği halde, İslamın şartının kaç olduğunu bilmiyor. Halbuki sen ondan çok daha küçüksün, çocuksun, biliyorsun. Baban bilmediği için idam edilecek.
Çoban çocuğu dimdik durdu ve göğsünü şişirip padişahın yüzüne doğru:
- Sen padişah hatalı bir yoldasın, diye bağırdı.
- Niye hatalı yoldayım?
- Evet İslam’ın şartının kaç olduğunu babam bilmiyor. Çünkü dedem bunları ona öğretmemiş, öğretecek bir hoca tutmamış. Babam yaşlandıktan sonra bilgisizliğin kötülüğünü anlamış ve ben oğlunu bilgili kılmak istemiş. Ben bildiklerimi, babamın bana tuttuğu hocadan öğrendim. Babam kendisine düşen ödevi yapmış değil mi padişahım?
İşittiklerinin etkisiyle gözleri dolan padişah, değirmenciyi affetti ve çoban çocuğuna döndü, şöyle dedi:
- Seni en yüce okullarda ben okutacağım…
Cemal ERTEN /Dini Hikayeler/1963