- 1900 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
SAYAÇ OKUMA İŞİ
bizi belediyenin konferans salonunda toplamışlardı. yirmi, yirmi beş kişi. uzun zayıf bir
adamın sorumluluğu altındaydık. sahneye çıkmış konuşuyordu adam. belediyenin su saatlerini okuma işini almışlardı. özel bir şirkete bağlı personeller olarak şehrin her yanındaki abonelere ulaşacak ve saatleri okuyacaktık. asgari ücret vereceklerdi, birde tam sigorta. adamın söylediklerine göre hayatımız garanti altındaydı. ama önce ikişer bin dolarlık senetler imzalattılar bize. üzerimize zimmetli makineler için. bu makinelere saatlerin üzerindeki rakamları giriyordunuz. altındaki bölmeye önceden yerleştirdiğiniz boş faturalardan oluşan rulo sizi, dolayısıyla o ay ne kadar su kullandığınızı ücretlendiriyordu. işe başlamadan önce bir hafta kurs gördük. konferans salonunda, sıralara oturmuş adamı dinliyorduk. yanımda oturan orta boylu bıyıklı adam sordu;
__senin torpilin kimden?
__ bilmem ben torpille girmedim dedim.
__olur mu hiç söyle bakalım.
__bilmiyorum gerçekten.
__tamam dedi adam bu kez tamam. yırttım.
neden bahsettiğini anlayamamıştım. delimiydi yoksa? elli kişinini okuduğu saati yirmi kişi okuyacaktık. önceki işçileri belediye küreğe vermişti. o kadar abone şehrin dört bir yanındaki onca saat. nasıl yırtmıştık anlayamadım. her gün kursa gidiyordum. eski patronum belediye seçimlerini kazanınca soluğu yanında almıştım. işte oydu torpilim. bir öğleden sonra bizi su tahsilat gişelerinin de bulunduğu bir daireye götürdüler. orada u şeklinde bir masanın etrafına sıralandık. sınıfımı bulmuştum. üstümüz başımız dökülüyordu. tuhaf tiplerdik. ilk defa orada farkına varmıştım bunun. birbirimize benziyorduk. kalite akıyordu üstümüzden. ama içimizde hayatın sillesini yemiş olanların olduğunu sanmıyordum. en azından bir işimiz vardı. bana sekiz mahalle verdiler. şehrin en can alıcı noktasından sekiz mahalle. aboneler darma dağınık. bir ayda bitirmek zorundasın.
su kurumu işletmesinin üçüncü katında toplanıp makinelerimizi almaya koyulduk. isimlerimizle beraber makineleri bize dağıtmaya başladılar. tabi içine beş yüzer abone yüklenmiş olarak. temmuz ayı , sıcaklık gölgede otuz altı derece... makinemi boynumdan aşağı geçirip, yanıma yedek bir rulo aldım. mahalleme doğru umarsızca yürümeye başladım. alnımdan aşağı sızan terler gözlerimi yakmaya başlamıştı. gördüğüm ilk şerbetçinin önünde durup, bir bardak şerbet içtim. ee neredeydi bu mahalle? mahalleyi bulamıyordum daha. aboneleri nasıl bulacaktım. parkın içinden geçip çarşıya uzanan caddeye çıktım. gördüğüm ilk adama TİŞLAKİ mahallesi nerede dedim. bilmiyorum dedi adam. bu sıcakta ne mahallesi ya der gibiydi. tahsildarları da kimse sevmez zaten. bilse de söylemeyecekti bu herif. hızla yürüyüp uzaklaştı. bende bir ağacın gölgesine sığınıp bekledim bir süre. bu ne sıcak? koltuk altlarım yapış yapış
pantolunumun lastiği de sıkıyor üstelik. ööff ! içimden bir his hiç başlamamam gerektiğini söylüyordu. hataydı. büyük hata. birden aklımda şimşek gibi bir fikir çaktı. eve gidip bir duş alsam fena olmaz diye geçirdim içimden. sonra tekrar çıkar öğleye kadar yarısını bitirirdim abonelerin. eve gittim. kapıda karım bu halin ne böyle dedi. bilmiyorum önce şu kablolardan kurtar beni dedim. omuzumdaki makineyi çıkarttım. duşa attım kendimi. suyun altına. dünya vardı. üzerimden buhar çıkıyordu. karım dışardan sordu;
__ bu saatte mi bitiyor işin? aman ne güzel
__ lütfen bana işten bahsetme dedim. elime ucuz sabun şampuanından bolca sıkıp
köpüklen meye başladım. temizlenmek ne güzeldi. ellerimle her yanımı ovdum. sonra suyu açmak için elimi attım ama bu da ne? hayır! olamaz sakın !?
suyu kıstığımı hatırlamıyordum. allah belanı...!!!!!! gözümü aralayıp valflardan her ikisini de sonuna kadar açtım. yok. bir damla su yok. şaka gibi. karıma’’ bana su yetiştir’’ dedim. sular kesildi. çabuk! gözlerim yanıyor. kör olmak üzereyim.
__ iyi ama nereden bulayım? dedi.
__ ananın a......dan diye haykırdım.
dolaptan bir şişe buz gibi su geldi. onunla temizlenip çıktım. bunun için mi para ödüyordu insanlar. bu sıcakta susuz kalmak için mi?
karım tarafından işimi kaybetmemem için sıkıca tembihlendikten sonra kendimi yeniden cehennemin içine attım. Tışlaki mahallesini buldum. dar, labirent gibi sokaklardan, gizemli dehlizlerden oluşan tuhaf bir mahalleydi. makinemde kayıtlı adeslerden ilkini bulup kapının önünde durdum ki telefonum çaldı. cebime baktım. menejerdi arayan. hani şu uzun zayıf adam, ona karşı sorumluyduk.
__kaç saat okudun? dedi.
__ henüz mahalleyi yeni buldum dedim.
__ ne !? sen benle dalga mı geçiyorsun? saatten haberin var mı senin. saat on biri geçiyor. şimdiye dek iki yüz aboneyi bitirmiş olmalıydın.
__ bugün hepsini bitireceğime emin olabilirsiniz.
__ size boşunamı para veriyoruz. sokaklarda binlercesi var yerinizde olmak isteyen. işinizin değerini bilin.
__ evet dedim. haklısınız. telefonu suratıma kapadı herif. ardından sunturlu bir küfür savurdum. sonra tekrar telefonumun kapalı olduğundan emin olmak için baktım.kapalıydı.
bir su gibiydi hayat. çetin dönemeçlerle dolu. bir şeylerin ardına akıp giden. zaman zaman kirli, çalkantılı bir su... kozu eline geçirdin mi yönünü değiştirebilirdin belki.
bu düşüncelerle kapıyı çaldım. açan olmadı. bekledim bir süre. kafamı kaldırıp yukarı baktım. üç katlı bir evdi. üçüncü çalışımda. açıldı mı diyeceksiniz? hayır. yukarıdan bir kafa uzandı. yaşlı bir kadın. ’’ne var oğlum’’ dedi.
’’kapıyı aç gari’’ tahsildarım ben. su faturası yazıcam dedim.
yaşlı kadının iki yanından iki küçük kafa daha belirdi. biri sarışın bir kız çocuğu, burnundan yeşil sümükler akıyordu. öteki de ince kel bir oğlan.
aynı yaşta, aynı boyda, ve aynı bakımsızlıkta...
’’ha dedi gari.
tahsildarım diye bağırdım tekrar. kapıyı açsanıza be!
söyleniyordum aşağıda tekrar haa dedi başını sallayarak. sucuymuş sucu ayak sesleri duyuldu. kapıyı genç bir kadın açtı. bileklerinden büzgülü bok renginde bir şalvar giymişti. bu giysileri insanları çirkin göstermek için mi dikiyorlar acaba diye düşündüm.
hele şükür dedim kadına yüksekten bakarak.
__saat nerede kadın?
__aha burda dedi hayatta. gözlerimi üzerine dikip çekil ordan dedim. yere çömelip saatin içindeki numaratöre baktım.
buharlanmıştı. hiç bir şey görünmüyordu. görebildiğim kadarıyla saatin üzerindeki son üç rakamı girip makinemle onay tuşuna bastım. fatura alttan çıkmaya başladı. kıvırmaya başlamıştım işi. hiç ciddiyetimi bozmadan faturayı yırtıp baktım. oha o da ne? yirmi iki milyar mı?
__biz o kadar kullanmış olamayız dedi kadın.
’’ amma konuştun diye azarladım kadını’’ kulanmışsınız işte.
isterseniz son faturayı getireyim dedi . sonra eğilip tekrar saate baktım. muhtemelen numarayı yanlış girmiştim. ’’ulan okuyamıyorum ki rakamları. gözümde miyop vardı. ’’buharlanmış bu dedim. buharlı geçiyorum. saatinizi değiştireceksiniz ceza yersiniz yoksa.
__’’ama sizden önce gelen memur idare ediyordu.’’
__artık idare filan yok dedim. bir dahaki sefere geldiğimde saati böyle görürsem fena olur. başımı vakur bir şekilde kaldırıp. dışarı çıktım.
***
saat ikiye doğru üç yüz kadar saat okumuştum. bunların iki yüz elli tanesini kapalı geçtim.karşıma bir apartman çıktı. zile bir kaç defa bastım. açılmayınca bütün apartmanı kapalı geçtim.depolarda , saatlerin ulaşılması zor olduğu yerlerde hep kapalı geçtim.
hoşuma gitmeye başlamıştı bu iş. saat dört gibi su saatini okumak için bir kahvehaneye girdim.içerisi işsiz kaynıyordu. öküzün trene baktığından biraz daha kibar bakıyorlardı adamlar bana. çoğunluğu bıyıklı kaba insanlardı. her yerdeydiler.
çay ocağındaki adama ’’sizi ücretlendirmeye geldim. müsade edin lütfen’’ dedim.
__sen yeniming ?dedi adam.
__ evet dedim yeniyim ben. körmüsünüz eski adam olmadığıma göre yeni tahsildarım. haaa dedi adam. bir çırpıda ’’bi çay içeyding evvel’’ dedi. çok sıcak başım dönüyor. siz bana bir gazoz açın lütfen dedim. boş masalardan birine oturup makinemi üzerine koydum. adam gazozu getirdi. bir yudum aldım şişeyi masaya bıraktım telefon çaldı. menejerdi arayan başımızın belası it herif. sert ve kararlı bir sesle neredesin dedi. ’’ görevimin başındayım’’ dedim
’’bana semt söyle gerizekalı hangi mahalledesin?
’’bakın konuşmalarımıza biraz çeki düzen verse...’’
’’nerdesin lan?’’ Tişlakiyi bitir medin mi daha
’’ bitti efendim. bitirdim. şimdi yorgunluğumu atmak için bir kahvehanedeyim gazoz içiyorum’’
’’ şu işe bak ya,,,,,,, manyak bu adam ya’’ sanki başka biriyle konuşuyormuş gibiydi son sözleri. telefonu kapadı. bugün heralde kovulurum dedim içimden.
daireye döndüğümde saat beş buçuktu. zemin katta imza dasına gidip o günün karşılığını gösteren yere imza attım. henüz kimse dönmemişti anlaşılan. ilk imza benimdi. üçüncü kata çıkmak için asansöre bindim. makinemi teslim edip çıktım.
akşam evde karım nasıl geçti ilk günün diye sorduğunda,harika diye cevapladım.
tahsildarlardan musa iki yüz elli milyon rüşvet yediği tespit edilince mahkemeye çıkarılıp
suçlu bulundu. şu anda içeride dedim. hani şu yırttık diyen adam.yırtmamıştı, sıçmıştı anlaşılan.bir süre sonra karımın iş ile ilgili sorularından sıkılıp mutfağa gittim. kendime mısır patlatıp, oturma odasındaki kanepeme kuruldum. vcd’ ye spielberg’in Münih filmini attım.sabah daireye girdiğimde, imza odasındaki yaşlı osuruk, Ataberk Bey’in beni sorduğunu söyledi. telefonumdaki dört cevapsız çağrı da zaten herşeyi anlatıyordu. makinemi almak için odaya girdim. ordaydı. kollarını bağlamış işçilerin hazırlanışını izliyordu. beni görünce yanıma doğru seğirtip izlemeye koyuldu. işimle meşgul gibi görünüp ona bakmıyordum. masanın üzerinde duran makinemi arıyordum. numaramın üzerine kazılı olduğu makineyi bulup omzuma takarken üzerime doğru atılıp makineyi aldı.
__ bak dedi.
__ bakıyorum dedim.
__dün okumadan geçtiğin aboneler makinende yeniden çıkar. koca bir apartmanı kapalı geçmişsin. Nasıl üstesinden geleceğini söylermisin?
__ izleyin ve görün dedim. okumadık saat bırakmayacağım bu şehirde. gururlanmıştım. gözlerim yaşarmıştı. Ataberk’in bu insancıl tavrı içimi yumuşatmıştı doğrusu. içimde ona karşı bir minnet duygusu belirdi. oysa ben işime son vereceğini sanıyordum.
__ görelim bakalım dedi
__görelim dedim.
öğle vakti su saatini okumak için girdiğim lokantanın birinde oturup öğle yemeğimi yedim.ücretsiz. sadece numaralarla biraz oynamam yetti. bizi idare edin demişti adam. idare ettim. işi kapıyordum. idare edince her şey oluyordu. her şehirde bir heykel, bir meydan vardır. bu meydanın altına uzanan bir pasaj benim yaşadığım yerdede vardı. ve makinem o pasajlardan birine belediye pasajına inmem gerektiğini söylüyordu. pasajda bir berbere girip, traş oldum. para almadılar...
***
Savcılı isminde belalı bir mahalle vardır. her gece pusu kurmuş karanlıkta bir iki kişi bıçaklanır. kavgalarıyla ünlüdür burası. mahvolmuş hayatlarıyla. sürekli karakola ve savcıya taşınan olaylar mahallesidir. ve okumam gereken abonelerin o mahallede olduğunu anlamışsınızdır sanırım. normalde şapkamı düşürsem eğilip almam ama en azından ölmeden bir kaç abone okuma zorunluluğum var. saat dörde doğru bu mahalleye gidip, dik bir yokuşu tırmanmaya başladım.
kafamı yerden kaldırmıyor hiçkimseye bakmıyordum. makinemde 1118620... nolu aboneyi bulup kapıyı çalma hatasında bulundum. açan olmadı bir daha vurdum. yine tık yok. her ne kadar postacı olmamama rağmen üçüncü kez kapıyı kuvvetlice çaldım. elimdeki bozuk paranın üstüne demir kapının mavi boyası çıktı. biri otomatiğe basmıştı. kapıyı yavaşça araladım. uzun ince bir koridordan yukarıya merdiven uzanıyordu.öyle uzundu ki tepedeki kadını gözüm ancak seçebildi.karanlığa doğru ’’ benim dedim tahsildar. su sayacınızı okuyup hemen gideceğim.tabi sizin için sakıncası yoksa.
kadın sakin bir şekilde yerinden kalktı. kucağında emzirdiği bebeği sonradan gördüm.yerden bir anda bir terlik kapıp aşağıya doğru fırlattı. kapıyı önüme siper yapmak için hızla çektim. demir kapı çarptı burnuma, gömleğime bir iki damla kan düştü, gözlerim yaşarmıştı. işinin ... mına koyim dedim. bir caminin avlusunda oturup yüzümü yıkadım gömleğimdeki kanı temizledim. menejeri arayıp
’’ sen kazandın’’ dedim. işi bırakıyorum.
__bırakıyor mu sun?
__evet.
__ ama bir anda damdan düşer gibi bizi yarı yolda bıra....
__s.ktir lan. kıçı kırık makinen burda. canın istiyorsa git sen oku. senedimi getirip şu bokunuzu alın. telefonu suratına kapattım.
bu sıcakta olacak iş değildi bu. şehrin planlı, abonelerin düzenli apartman dairelerinde oturduğu yerleri başkaları okuyordu. bana da sosyo ekonomisi sifırın altındaki mahalleler düşmüştü. insanları suçlayamazdın ama herkesin olaylar karşısındaki tepkisini de ölçmek mümkün değildi. benim anlatmak istediğim. tahsildarlık saygı duyulacak bir iştir. işini iyi yapan herkese saygı duyulmalıdır. ben yapamadım. oturup hikayesini yazdım. zaten kıçın sıkıya düştü mü yazmaya başlarsın ve bel ki de kalemi eline almadan evvel neler yazabileceğini tanrı bilir. olmadık şeyleri yazmaya koyulursun daha ilk satırlardan başlar bir şeyler kaynamaya. zor bir şey değil. sadece bir içgüdü. tükenmişliğin verdiği bir şeydir belki de. hayır. tükenmemiş olmayı dilersin. bunun için yazarsın.yazdıklarını belki bir gün başkası okur diye. ondan anlayış beklemeden üstelik.
söylemeye değer tek bir söz olmasaydı , hikaye de olmazdı. onca yaşanmışlıklar pisi pisine geçip giderdi. hayat olmazdı onlarda. canlı bir ruh... aldatan, dalga geçen , kanın kırmızısı gibi gerçek, içten o hayat veren ruh...
- kısaltılmıştır-
erkan kara