- 971 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TEEPELİ MUSTAFA
Kahvehaneye girdi.Bir anda irkildi.İçerisi kapkaranlıktı.Sonra aklına geldi.Güneş
gözlüklerini çıkardı.Boş bir masaya ilişti hemen kalkıp gidecekmiş gibi.Kasketini
çıkardı.Masaya koydu.Kahvehanenin sahibi kardeşiydi.Ona baktı,gülümsedi.
-Ali!Bir çay ver bana,dedi.
Kasketinin altındaki saçları, terlemiş olmasına rağmen yapış yapış değildi.Kirpiyi
andırıyordu.Her zaman ki gibi sinek kaydı traş mı olmuştu?Yoksa köse mi idi?Çok ince
yüzü, kırmızı yanakları ortasında siprivri bir burnu vardı.Kulaklar ise kepçe.Gözleri
yuvalarından fırlayacakmış gibi fıldır fıldır dı.Köyde herkesin bir lakabı vardı.Kimse
tanımazdı ad ve soyad söylendiğinde birisini.Ama bu lakaplar nasıl konulmuştu.Kimler
koymuştu daha doğrusu bu lakapları.Babama sorardım bana ilginç gelenleri.Köyümüzün
kuruluşu eskilere dayanıyordu.Caminin yanında, çok eskiden yapıldığı sadece kitabesinden
belli olan bir çeşme vardı.Osmanlıca yazılan kitabeyi bilenler okumuş ki,köyün arazisinin
Fatih Sultan Mehmet Han zamanında Kalyoncuoğlu denilen bir beye tımar olarak verildiği
yazılıymış.Ve halen o Kalyoncuoğlu denilen beyin sülalesinden gelenler var köyde.Ama
yaklaşık 600 yıldır söylene söylene Kalyoncuoğlu olmuş Gallencioğlu.Böyle ilginç lakaplar
var halen.Çevrede bir Yeniçeri Ahmet var.Bir Forsa Mehmet var.Bölgede bu tür lakaplar çok.Fakat
anlamadığım Tepeli Mustafa’nın lakabı nereden geldi?Tepeli güvercin gibi diye geçirdim
içimden.Güldüm elimde olmadan.Bir kaç kişiye adamın lakabının nereden geldiğini sorarken,
kendisiyle ilgili epey bilgi edindim.Bana ilginç geldi.Bu yüzden burada yazmadan geçmek
istemedim bu ilginç hikayeyi.Meğer adamın lakabının hiç bir özelliği yokmuş diğerleri gibi.
Gariban, köyün en dışında, bir tepe üzerindeki evinde oturduğundan demişler Tepeli Mustafa
diye.Gariplerin her şeyi gibi, lakaplarının da bir özelliği olmuyormuş demekki.İşin ilginç
yanı Tepeli Mustafa’nın yaptıklarıymış.Sizin anlayacağınız Tepeli Mustafa bir defineci.Güzel
yurdumuzun her yanında söylendiği gibi, burada da çok anlatılır define hikayeleri.Kimi zaman
bir rum papazın bir kazan dolusu altını,kimi zaman bir Yunan Zabiti’nin karavana içine doldurup,
çadırının içinde, bir kasatura yardımı ile kazdığı bir çukur içine koyduğu altınlar.Hemen elinle
eşelesen bulunur.Bu sadece benim duyduklarıdan bazıları.Bulan oldu mu acaba bu altınlardan?
Bu tür hikayeler masalarda anlatılır sessiz sessiz.Herkesin bir gurubu vardır.Kimse kimsenin masasına
gidemez.Tepeli Mustafa’nın gurubunda öyle fazla kimse yoktur.Kardeşi Ali ve eniştesi
Hafız Ahmet.Üç kişi topu topu.Onların ideali karavana içindeki, Yunan Zabiti’nin altınlarını
bulmak.Yunan işgalini yaşamış insanlara sorarlardı hep düşman askerlerinin karargahlarını
nereye kurduklarını.Ben çocuk olduğum için kimsenin tepkisini çekmez,masada konuşulanları
dinlerdim.Bir gün işgali yaşamış Böcek Hüseyin’e sormuşlardı yunanlıların karargahlarının
yerini.Böcek Hüseyin:
-Ben ozaman asker olduğum için görmedim.İnönü savaşları zamanıydı.Ben şöfordum.Cepheye cephane
taşıyordum.Kamyonların lambaları karpit lambaydı.Hatta bir seferinde kamyonla gece cephane taşırken,
düşman tarafından atılan bir şarapnel parçası ile bileğimden yaralanmıştım.Fakat anamın söylediğine göre
Ehmedik Çeşmesinin önündeymiş karargahın biri,dedi.
Ben babama olanları söylediğimde:
-Oğlum!Böcek Hüseyin’in lakabının nereden geldiğini söylersem,onun dediklerine inanılmayacağını
öğrenirsin.Yada düşünürsün,dedi.Ve devam etti anlatmaya:
-Ben on yaşlarındaydım.İnönü’nde çok şiddetli savaşlar oluyordu.Ben bir kere Karatepe üzerindeki
düşman mevzilerinin üzerinde, keşif uçuşu yapan bir uçağımızı gördüm.Köyümüzün ilk işgali idi.
Koca Ahmet iri yarı cüssesiyle asker kaçağı bir genç idi.Yunanlılar onun emrine bir müfreze asker
vererek eşkiyalık yaptırdılar.Bizim köyde ve civar köylerde, hali vakti yerinde kişileri soydurdular.
İlk işgalde köyümüzü yakmamışlardı Yunanlı’lar.Koca Ahmet bir müfreze askerle sözde köyü çetelere
karşı koruyordu köy meydanına kurduğu karargahıyla.Ben bir keresinde şahit oldum.Kadınlar köy
hamamından çıkıp evlerine giderken,bir Yunan Askeri laf attı kadına.Kadın da gidip Koca Ahmet’e
şikayet etti.Koca Ahmet askeri yanına çağırdı,öyle müthiş bir yumruk attı ki, asker hemen oracıkta
kulağına aldığı yumrukla öldü.Koca Ahmet’te Yunanlı Komutan’dan korkusuna dağa çıktı ve bir daha onu
gören olmadı.Savaş bittikten sonra da gelmedi köye.İnönü Savaşlarından sonra düşman terketti köyümüzü.
Karargahın olduğu yerde bizim jandarmamız duruyordu artık.İşte o günlerde jandarma asker kaçaklarını
toplayıp cepheye götürmek için uğraşıyordu. Böcek Hüseyin’de bir asker kaçağıydı o günlerde.Anası
jandarmalar bulamasın diye,böcek çırpılarının altına saklamıştı onu.Jandarmalar samanlıkları bile
süngü ile şişleyip kaçak aramışlardı da, Böcek Hüseyin’i bulamamışlardı.Daha sonra bu lakap hatıra
kalmıştı Hüseyin’e.Böcek.....
Ben Tepeli Mustafa’nın define hikayesine ne zaman başlayacağım.Nereye el atsam başka bir konu çıkıveriyor
karşıma.
Gece yarısına doğru kahveci Ali elinde süpürgesi ile çıktı ortaya :
-Haydi arkadaşlar! Herkes evine!Temizliğe başlayacağım,dedi. Tepeli Mustafa da, herkes dağılmaya
başladığından,sandalyeleri toplayarak kardeşine yardım ediyordu.Tam bu sırada bir araba durdu
kahvehanenin önünde.İçinden fötr şapkalı siyah pardüseli biri çıktı:
-İyi akşamlar,dedi.Geç oldu toparlanıyorsunuz ha..Bir kahve içeriz diye durmuştuk.Ali adamlara:
-Hoş geldiniz,dedi.Ne demek.Misafirim olun.Hemen yaparım kahvenizi.Ve kahveler yapıldı.Ali
adamlara:
-Beyim,dedi.Nereye gidersiniz bu saatte.Arabayı kullanan adam hiç konuşmamıştı.Fötr şapkalı olanı:
-Bizim çok önemli bir işimiz var,ama güveneceğim bir arkadaş bulamalıyım öncelikle,dedi.Ali de ona:
-Bu yanımdaki benim abim,dedi.Bize güvenebilirsiniz.
-Benim arkadaşım da bir yunanlı,dedi fötr şapkalı adam.Yunan Ordusu Zabiti imiş babası.Elinde harita var.
Bir karavana dolusu altınla ilgili harita.Fakat fazla bir bilgi yok harita da.Haritadaki yeri bulmak için
öncelikle, buradaki bir karargahı bulmamız lazım.
-Karagahların yerlerini biliyoruz,dedi Ali.Ama hangi karargah olduğunu belirten bir ipucu vardır sanırım
haritanızda.Görmem lazım onun için haritayı.
-Tabii göreceksiniz,dedi fötr şapkalı adam.Ama önce anlaşmalıyız.Harita bizim elimizde.Yeri siz biliyorsunuz.
Öyleyse ortağız.İki siz,iki biz.Yarı yarıya.
-Tamam,dedi Ali.El sıkıştılar.Bu hep böyle olurdu.Yaptıkları yasal olmadığından, kimse kimsenin adını bile
sormazdı.Ve harita masanın üzerine kondu hiç konuşmayan adam tarafından.Ali eğildi haritaya,parmağını
uzattı çeşme işatine harita üstündeki.Rumca yazılarda ne yazdığını bile sormadan:
-Ehmedik,dedi.
-Ne diyorsun,dedi fötr şapkalı adam.
-Yeri biliyorum,dedi Ali.Fötr şapkalı adam da arkadaşına dönüp, rumca bir şeyler söyledi.Hep birlikte
kalktılar ayağa.
-Bizim ev köyün dışında,dedi Tepeli Mustafa.Kazma kürek alalım.Hatta altınları cinler sahiplenmişte
olabilir.Onun için enişteyi de alalım yanımıza.Bir hoca olsa iyi olur.
-Gerek yok,dedi fötr şapkalı adam.Biz, bize düşenden vermeyiz.Ama siz istiyorsanız kendi payınızdan
vermeyi,çağırın.Bu söz üzerine Ali:
-Abi gerek yok yav,dedi.Arabaya bindiler birlikte.Tepeli Mustafa’nın evin önünde durup,kazma kürek
aldılar bagaja.Ve gece yarısı Dereköy yoluna saptılar.Ali yolu tarif ediyor,fört şapkalı adam da
rumca, arabayı kullanan adama bir şeyler söylüyordu.Ehmedik Çeşmesi’ne gelince Ali:
-Burası,dedi fötr şapkalı adama.O da bir şeyler söyledi rumca arabayı kullanan adama.Arabayı kullanan
adam çeşmeye doğru yürüdü ay ışığı altında.Haritayı ezbere biliyordu.Hiç çıkarmadı cebinden.Önce su
içti bakır tasla.Sonra pınar başından, karşıdaki ardıç ağacına doğru dönüp,yürümeye başladı.Yürürken
adımlarını saydığını sandığım, anlamadığım bir şeyler söylüyordu.Durdu.Fötr şapkalı adama bir şeyler
söyledi.O da Ali’ye:
-İşte burası,dedi.Getirin kazma küreği.Büyük bir heyecanla kazdılar.Kürekle boşalttılar kazdıkları yeri.
Ama nafile.Daha hiç bir belirti yoktu.Bir zabit çadırın içinde, kasatura ile bu kadar yer kazabilir mi?
Dereköy’de sabah ezanı okunuyor ,horozlar ötüyordu.Gün neredeyse ışıyacaktı artık.Arabayı kullanan adam
fötr şapkalı adama bir şeyler söylerken, cebinden çıkardığı haritayı da verdi.O da Ali’ye dönerek:
-Defineyi almışlar,dedi.Bir çadırın içine kasatura yardımı ile gömülen bir karavananın ,bu kadar derinde
olması olanaklı değil.Hem gün de ışıyor.Gidelim artık.Sizin hiç olmazsa yevmiyenizi verelim.Alın şu
parayı,şu haritayı da bu gecenin anısı diye saklarsınız.Hemen gidelim.Sizi köye bırakalım.Biz de ortalık
aydınlanmadan İstanbul yoluna düşelim.
Kazma küreği alıp bindiler arabaya.Tepeli Mustafa’nın evin önünde inerken,el sıkışıp ayrıldılar.Sabah
olmuştu.Hiç yatmadan kazma küreği bırakıp, kahvehanenin yolunu tuttu iki kardeş.Çayı demledi Ali.
Tepeli Mustafa kahvehanenin bahçesinde oturuyordu.Birlikte çay içip yorgunluk giderirken konuşmadılar.
Aradan yarım saat geçmeden ,Ali’nin oğlu elinde bir bohçayla geldi.Masanın üzerinde bohçayı açtılar.
Ekmek,peynir,zeytin vardı içinde .Çay doldurup kahvaltıya başladılar.
Akşam olmuştu.Bağdan, bahçeden gelen köylüler kahvehaneye akın etmişlerdi.Gençler bahçede ayrı bir masa
etrafında yüksek sesle konuşuyorlardı.Nizamettin:
-Yav arkadaş bu gün öküz gütmeye gitmiştim.Yaylım da bol.Hayvanlar payır payır yediler öğleye kadar.
Öğleyin Ehmedik Çeşmesi’ne sulamaya götürdüm.Bir de baktım ki,çeşmenin mermer yalağı yere yuvarlanmış.
Yalağın altında da kara bir tencere.İçi boş tabii.Bir de çeşme ile ardıç ağacının tam orta yerinde
kocaman bir çukur.Ben dün de orada suladım öküzleri.Fakat dün bir şey görmedim.Demek ki bu gece kazdılar
oraları.Öyle bir kazmışlar ki enayiler,derken Kahveci Ali arkasında boş bardakları almaya yelteniyordu.
Enayi senin babandır da diyemedi Nizamettin’e.İçinden küfretti salt fötr şapkalı adama ....
Yazan:Osman Eker
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.