- 1037 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FASULYE TURŞUSU, ÖLÜM, CENNET
Ömrümde ilk kez O verince yemiştim fasulye turşusunu, çocuktum, çok sevdim, halen en çok sevdiğim turşudur, fasulye turşusu. Uzun, geniş, sapsarı ve kütür kütür. Karadenizliler bilir sanırım, yöresel bir şey, çünkü pek satıldığını görmedim.
Evlerimiz altlı üstlüydü onunla. Yolun altındaki merdivenlerle taaa aşağıya ’dereye’ kadar olan yamaçta ilk onların evi vardı, sonra da bizim ev.
Yedi, sekiz yaşlarındaydım, o da öyle.Mahallede en çok sevdiğim, en çok oyun oynadığım arkadaşımdı. Bir de küçük kız kardeşi vardı, o da hep oyunlarımıza katılırdı, ama benim arkadaşım ablasıydı. Hep gözümün önüne, gülüşler, çığlıklarla oyunlar oynayışımız gelir. Arif Amcalar’ın bahçe duvarının dibinde, arnavut kaldırımlı yolda oynardık en çok. Her bir araya gelişimiz de bana elinde bir demet çiçek gibi tutarak fasulye turşusu getirirdi, ben de onları tek tek, keyifle, kütür kütür yerdim. Sanki şekerden, çikolatadan daha tatlı, daha güzel birşeydi.
Bana benzerdi arkadaşım; bedeni ince, narin, kumraldı saçları, teni. Kısa küt saçları ne dümdüz ne de dalgalıydı. Alnı düz kesilmiş perçemleriyle kaplıydı, tıpkı çocukken annemin bana çizdiği kız resimlerine benzerdi. Belki de bu yüzden aklımdan hiç kaybolup gitmeyişi.
Düşe, kalka nasıl koştururduk taşların üzerinde bir aşağı, bir yukarı . En çok yakalamaca oynardık. Dizlerimde halen duran yara izleri o günlerin eseri.
Annem bir gün annesini kapının önünde mantarla uğraşırken gördüğünde - evde konuşması geçmişti, sonraları da konusu çok yapıldığından hatırlıyorum- ’komşu tanıyor, biliyorsun değil mi ? ’ diye sormuş. O da çocuklarla kırlarda gezdiklerini mantar bulup topladıklarını söylemiş, anneme.
CENNET yemeseymiş...
Boğazımdan yirmi yıl sonra ilk kez geçtiğinde, hemde kültür mantarı, korkmadım desem yalan.( Oysa şimdi mantarı da çok severim. )
Neden evdekiler kustu, hastalandı da CENNET öldü? Hem ölüm neydi? Ben çocuktum, CENNET çocuktu. Biz ölümü bilmiyorduk, o bizi nasıl tanırdı?
Ölüm, bizim evde abi, nine ve dede demekti. Onları hiç görmemiştim, hiç bilmiyordum, belki de o yüzden biraz hayal gibiydi, ete, kemiğe bürünmemişti. Peki ama ya CENNET. CENNET CENNET’ti ve gerçekti. Kocaman bir yok oluş muydu ölüm? Her yer ve her şey demek miydi? Aynı anda da hiçbir yer ve hiçbir şey.
Ölümü gördüm bir akşam üstü. O koşturup oyunlar oynadığımız yolda yukarıdan aşağı iniyor şimdi. Ölüm O nu almış, babasının öne doğru çıkarıp, birbirine paralel uzattığı kollarının üzerinde, uzun bir ’misafir şekeri’ gibi iki tarafından bağlanmış mavi bir çarşafın içinde...
Yol bitti, CENNET’in babası merdivenlerden indi. Üç tarafını gerdikleri iplerin üzerinde duran perdelerle kapattıkları kapının önünde tahta bir divanın üzerine koymuşlar şimdi CENNET’i yıkayacaklar mış! Nedeeen, CENNET çok mu kirli? Bu kir bence ölümün kiri.
Cennet ismini sevmiyorum şimdi. Hem cennet bir yer, isim değil ki. Ve kıskanç bir yer sanırım, CENNET’leri kıskanıyor ve cennetler orada ismini değiştiriyor, melek oluyor.
Arkadaşım da ismini değiştirdi, O nun da adı MELEK şimdi...