- 730 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEHİR VE SOKAKLAR...
~1.RÜZGARIN OKUDUĞU MEKTUP~
“…Samimiyetimin mükafatını,güvenime harcadığım gün,yağmur düşüyordu boş sokaklara.Sessizce çıktığım dükkanı,bir dakika sonra hatırlamayacağımı bilerek,küçük adımlarla,dar sokakları bitiriyordum.Binalar,camiiler,arabalar,yağmur,yanımdan akıp gidiyordu.Bu kadar boş olmasaydı sokaklar,galiba sevmezdim yalnız yürümeyi.Ne kadar yürüyorsam,o kadar seviyorum bu şehri.Çünkü…Çünküsü yok,nedeni yok…Buraya kadarmış bu sokak,dönüyordum diğerine.Yürüyorum.Kediler yok görünürde. Boşluk kadar büyük bir sokak daha.Yanından geçtiğim adamı tanıyor muydum acaba?Dönüp baksa mıydım arkasından?Ne kadar büyük elleri vardı.Yıllanmış kapkara kasketi,siyah beyaz iri bıyıkları,bıyıklarının tam zıttı incecik bir bedeni ve üzerine bir boy büyük gelen eski siyah ceketi ile kaybettiğim babama benziyordu.Artık uzaklaşmıştı,dönüp bakamazdım,baksam da göremezdim,görsem de hiç bir şey diyemezdim.Bir sokak daha bitmişti.Yağmurun götürdüğü yere yürümeye devam ediyordum.Bahçesinde iki eski bank olan(artık kediler sefa sürüyor o banklarda)beyaz boyaları dökülmüş ahşap konağın önünden geçiyordum.(Bu koca köşkte eskiden,emekli bir itfaiye memuru yaşardı.Belediye yerleştirmişti geçici bir süre için,süre bir türlü geçmedi.Kimsesizlerin süresi geçmezdi çünkü.İki kızı dışında kimsesi yoktu,hanımı kaçmış mıydı,ölmüş müydü bilinmezdi.Kızlarından biri orospuydu.Babası bilmezdi ama,o her gece evdekiler uyuyunca,köşkün bir sokak aşağısındaki parka gider,beş kuruşa,ite kopuğa satardı kendini.Diğer kardeşi bilirdi de çaktırmazdı babasına,“neme lazım,adam kalpten gidiverir” derdi.İşte bu kıza aşıktım.Ablası orospuluk yaparken,babasına elleriyle yaptığı üç beş bilekliği satarak,rakı parası getiren kıza.Unuttum ama,çok olmuştu.)Birkaç sokak geçeli çok olmuştu.Devam ediyordum yürümeye.Kendime ait ne varsa,dün gece ayakkabımın tabanına yapıştırmıştım.Attığım her adımda kendimden eksiliyordum.(Bu mektubu yazarken de eksiliyorum,kapımın önünde bana ait ne biriktiyse yok etmeliyim.Birazdan kalkar bir su dökerim merdivenlerden gidiverir hepsi.Önce şu mektubu bitireyim.)Her günüm diğerinden daha yabancı,bedenim ruhuma daha ağır geliyordu.Bu kadar sene neden yaşadığımı bir bilsem…Biliyordum,şimdiye kadar tam sekiz sokak geçmiştim.Sekiz koca sokak,otuz beş koca yıl daha kaç ederdi acaba.Yürüyordum.Yağmur yavaştan dinmeye başlamıştı.Günün bu saati,insan evinde olmalıydı.Penceresinden gün batımını izlemeli,yağmurun yeni ıslattığı toprağın kokusunu ciğerlerine çekmeli,bir yerde bir düşüneni olduğunu bilip,huzur içinde pencereden aşağıya gülümsemeliydi.Ben de başımı kaldırıp,geçtiğim bilmem kaçıncı sokaktaki,o gülen insanı görmeliydim.Belki bu beni mutlu ederdi.Madem gülemiyordum,görmesini öğrenmeliydim o zaman.Ama bu sokak değildi dünyama giden,az sonra hatırlamıştım,şu iki arabanın arasından,yan yan ilerleyip,pantolonumun kirlenmesini düşünmeden geçip gideceğim,dar sokağın sonundaki,yeşil kapılı apartmandı benim dünyam…Hiçbir güneşe rastlamadığım…”
Hızlı adımlarla ilerlerken,ceketinin iç cebinden çıkarıp, yere attığı buruşmuş,küçük beyaz sayfa,yağmur sularından birine kağıttan bir kayık gibi düşmüştü.Attığı adımlar daha da hızlanmıştı.Ne şemsiyesi,ne de yağmurluğu vardı. Gözyaşları,yağmur damlalarından hızlı düşüyordu yere. Derken…Onun gittiği yönden…Bir rüzgar geldi.Takatsiz bedenine ait,zayıf elinin,fırlattığı kağıt parçası(çok buruşmamış olduğundan)açılıvermişti.Yağmur sularının üstündeki,kelime yüklü gemi,bir çarşaf gibi yıkılmış,boş mahalleye haykırıyordu…