BİZİ TESLİM ALAMAYACAKLAR
BİZİ TESLİM ALAMAYACAKLAR
........................................ani-öykü
İvedi bir kararla, ailece tatile gitmeye karar verdik. karım oğlum ve ben. Uzun aramalardan sonra İspanyanın Malorca adasında, maddi durumumuza uygun bir otel bulabıldik. Bır karıkoca dostun gideceğimiz adayla ilgili olumsuz anlatımları , tatil heycanımızı daha gitmeden söndürdü. Bıletleri almış olduğumuzdan vazgeçme olasılığıda ortadan kalktı.
...Gidecegimiz gün geldiğinde, karımda da, bende de tatil heycanı kalmamıştı. oğlumda ise gözle görülür bir heycan vardı. Havaalanına vardığımızda , ,lk olumsuzlukla karşılaştık. Bilet kontrol ve bavulları verme sırsında , nasıl insanlarla tatil yapacağımızı anladık. Çünkü ; tatile giden yolcuların çoğu farklı bir ülkeye değilde, evinin yanıbaşındaki meyhaneye gider gibi heycansız ,umarsamaz , nasıl tatil yapacagını degılde nasıl içip sarhoş olacağının hayalini kuran insanlardı.Bu gözlemim uçakta daha da somutlandı. Daha uçak kalkmadan servisin ne zaman başlayacağını soruyorlardı. Tedbirli olanlar ise yanlarında getirdikleri içkilere başlamışlardı bile. Bir kısmı farklı bir ülkede ,farklı bir kültürü yaşamanın yerine kısa tatil süresinde, en kestirmeden görünen ve görünmeyen yerlerini nasıl bronzlaştıracaklarını konuşuyorlardı.
...Asıl beni şaşırtan Parma havaalanına indikten sonra gördüklerim oldu. Sanki İspanyanın bir adasına değilde Almanyanın bir ada eyaletine gelmiştik. Heryer almanca yazılmış yazılarla doluydu. O adaya ilk defa gelen bir kişi o adada yaşyanların resmi dilinin almanca oldugunu sanar. Tüm g,r,ş ve çıkış kapılarında büyük seslerle yazılmış almanca yazılar, ispanyolca ise diğer dillerle yazılmış yazıların arasına sıkıştırılmış. Pasaport kontrlünden çıkıp ,bizi kalacağımız otele götürecek otobüsü beklemek için on onbeş metre yürüdügümüzde etrafımızın yüzlerce reklam panolarıyle kuşatıldığını gördüm. Hepsi almanca olarak yazılmış, üzerine tanıtımı yapılan ürünün yanına sarışın, mavi gözlü alman erkegi ya da kadını yerleştirilmiş ,Oysa gerçekte İspanya sıcağı ile öyle çelişiyor ki. Butür reklamlar gideceğimiz küçük kasabaya kadar sürdü. Bir tek yol boyunca yerleşim yerlerinin adları ispanyolca olarak yazılmıştı. Bunları neden almanca değilde ispanyolca yazmışlar hala şaşarım. Kalacağımız otele vardıgımızda ,bir defa yine şaşırdım, nedenine gelince , bir saatlik süre içerisinde, yüzlerce insan içerisinde gördüğüm ispanyol sayısı bir elin parmaklarını geçmezdi. Otelde ispanyollar çalışıyordu , oysa ben sarışın geç almanları bekliyordum. Çalışanlar kara kaşlı ,kara gözlü tipik akdenız ,nsanlarıydı ama almanca konuşuyorlardı. anlaşılan burada da kendilerine hizmet edecek birilerini bulmuşlardı.
...Sabahleyin kahvaltıya indiğimizde üçyüz kişilik otelde çalışanlar ve bizim dışımızda hepisi almandı. Hem de öyle almanki (küçük bir örnek vereyim) altı tane lop yumurtayı altı tane küçük ekmekle, yanında da reçelini, yagını, salamını, yeşiligini tabagına bir duvar ustası becerisiyle dizen bir alman dı. Alman markının satınalma gücünün verdiği büyüklenmeylegeçip gitti. Bu kadar şeyi tabağına alınca ,kaç kişiye götürüyor diye merak edip dönüp baktım. Oturdugu masada kendisi dışında kimse yoktu, arkamda oturan adamı daha rahat izlemek için oglumla yer değiştirdim. Evet yarım saat içerisinde önündekilerin hepsini süpürüp , geriye masanın üzerinde yumurta kabuklarından oluşmuş bir küçük dag bırakarak ,koltugunun altına sıkıştırdığı Bild gazetesiyle (bulvar gazetesi) yüzünde mutlu bir gülümsemeyle çıktı.
...Akşama dogru sıkıldım, bir kitapçı aramaya başladım. Amacım kitap almak değil, zaten ispanyolcada bilmem, ama kitapevleri benim tutkum, kitaplar ise aşkım, onları anlamam önemli değil elime alıp kapaklarını incelemem, baskı sayısını öğrenmem, eğer çevrildiyse kendi dilimdekiyle karşılaştırmam bana büyük bir haz verir.Uzun aramalardan sonra kitapçıya benzer bir dükkan buldum, kütapçıya benzer diyorum çünkü rafları gğneşten koruyucu yaglar, kremler, güneş gözlükleri, takılarla doluydu. İçeriye girdiğimde arka tarafta almanca polisiye romanlar, dergilerve gazeteler vardı. Ah Cerwantes, Neruda, Lorca ispanyol dilinin büyük ustaları, nasıl yatıyorsunuz şimdi mezarınızda. Ah Cerwantes görseydin eğer bunları ,bir Don Kışot peydahlardın başlarına, AH Lorca neler yazardın o güzelim güneş kokan ispanyolcanla , bunların üzerine.
...İkinci günümde buradan kaçmak istedim. Aldım başımı gıttım, kenar mahallelere. Hepsinin bozulmuş olduğunu gördüm, bir tanesinin dışında. Büyük otel ve pansiyonların arasına sıkışıp kalmış küçücük bir ev. o büyük beton dağlarının arasına sıkışıp kalmış bir evcik. Umudumun bittigi bir anda ,yüreğimde küçük de olsa bir umut ışığı doğdu. Evin bahçesinde yaşlı bir çınar, altında onunla yaşıt bir ihtiyar, elinde ispanyolca bir gazete, gazete mi okuyor yoksa gazete onu mu okuyor belli değil.Yanına vardığımın ayırdında bile olmadı, selamımı almadı. Duymadığından mı yoksa aldırmadğındanmı. Elimi omuzuna koyduğumda, dişsiz agzından ispanyolca birşeyler döküldü, gözlerini kısıp bana baktı. Hani bazen agız açılmadan gözlerle konuşulur ya, bana öyle baktı, bir anlık bakışıyla bana herşeyi anlattı.Sadece çınarı ,yaşadığı evi izlemeye başladım. Evin estetik görünümü bana çınarı ve ihtiyarı unutturdu. Güneşte bozarmış kiremitleriyle, ve yer yer duvarlarının sıvası dökülmesine rağmen her taraftan yükselen beton yıgını yüksek binalara onurluca kafa tutuyor.Hele gözleri kendine çeken kapı ve pencereler. Pencereler öyle küçük sade çift kanatlı kendini gözlerden gözlerden uzaklaştırmak isteyen ama gözlerdende kaçmayan güzellikte.
... fazla dayanamadım, yüreğim burkuldu , birşey söylemeden ihtiyarı ,çınarın gölgesiyle, eviyle ,gazetesiyle başbaşa bırakıp ince bir hüzünle terkettim.
...Yüreğim beni taşımıyordu,caddelerde boğuluyordum, sahile inmek istemiyordum. Nice zamandır özlemini çektiğim güneşten ve denizden nefret ediyordum. Ayaklarım benı daglara sürükledi ,ne kadar yürüdüğümü hatırlamıyorum birden sevinçle bağırdıgımı ve kendi sesimin beni dalgınlığımdan uyandırdığını gördüm.Anlacımda solgun yeşiliyle yğz yıllık bir zeytin agacı bana gülümsüyor, vardım yanına nasır tutmuş kabuklarını okşadım, solgun gümişi yeşilinı içime çektım, konuştuk epeyce, sonra bana komşusu zakkumu, az ötesindeki kekigi gösterip tanıştırdı. Ne kadar sohbet ettık , gece oldugunun farkında bile olmamıştım.
...Aşşağıda saihilde neon lambalar ışıyor, sarhoş naralarıyla birlikte, kulak tırmalayıcı pop müzigi gelıyordu.
...Karımın ve oglumun beni beklediğini söyledim. Beni ve onları bir hüzün kapladı. Ayrılık vakti gelmişti, ama birşey dikkatimi çekmişti.,sormadan ayrılamazdım. hepsinin yüzü daga dogru dönüktü, ardları ise denize. Sordum neden diye
Yaşlı zeytin yanıtladı hepsinin adına
BİZİ TESLİM ALAMAYACAKLAR
mavıart-bremen 98