- 1301 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
kul hakkı ve son pişmanlık........
04.04.2006 KUL HAKKI VE SON PİŞMANLIK......
Dehşet verici bir gürültü koptu; her şey salıncak gibi, sağa sola, aşağı yukarı savruluyor, tuğlalar, eşyalar havada uçuşuyor, sanki kıyamet kopuyormuşçasına arz velveleye gelmişti. Kendini bir anda, bu korkunç zelzelenin ortasında bulan İnayet Efendi; acizliğinin çaresizliği içinde “Ey Rabbim! Yardımını biz aciz kullarından esirgeme” diye feryad etti. Anında duyduğu cevabi sesle perişan oldu. “ BİZ İNAYET EDENE İNAYET EDERİZ, KUL HAKKINI HİÇE SAYANLARI, İŞTE BÖYLE PERİŞAN EDERİZ.” Birden bütün kurtuluş ümitleri sönüverdi. Demek bu fani dünyadan böyle zelilane son nefesini vererek göçüp gidecekti. Gözyaşları sel oldu, sayısız pişmanlık halleri içinde çırpınırken, bir ses duydu; İnayet, İnayet kalk- kalk, ne oldu sana? Biran yardım geldiğini sandı, adının yardım anlamına geldiğini biliyordu. Birden gözlerini açtı, şaşkın şaşkın bakındı, o zaman fark etti yaşadıklarının bir rüya olduğunu. Önce sevinçten ne yapacağını bilemedi, demek hanımı uyandırmasaydı; gerçekten kendi kıyametini görecekti. Çünkü gördüklerine ve yaşadıklarına, yaşlı kalbi belki dayanamayacak, vazifesine paydos edip, kendisine bu fani dünyadan uğurlar olsun diyecekti.
Eşi Melek Hanım,”efendi efendi ne oldu sana? Allah hayretsin, kötü bir rüya gördün herhalde” diyerek, terden sırılsıklam olmuş çamaşırlarını değiştirmeye çalışıyordu.
Bir duş alıp, gusül abdesti alan İnayet Efendi, biraz Kur’an-ı Kerim okudu, şükür namazı kıldı, tövbe istiğfar ettikten sonra muhasebeye başladı. İnayetimi kimden esirgedim, üzerimdeki kul hakkı kimin? Diye düşünmeye başladı.
İnayet Efendi’nin büyük fakat ticari hacmi küçük bir dükkânı vardı. Yıllardır iyi-kötü yıkılmadan işi götürüyordu. Kimseye minnet etmemeye çalışır, kul hakkını riayet etmeye özen gösterirdi. İbadetini de ihlâsla yapmaya gayret ederdi. Hoşsohbetti; sohbete başladımı saatlerce konuşurdu ama kimse sıkılmazdı. Öyleyse bu rüya ona niçin gösterilmişti? Niye ikaz edilmişti? Rüyasında işittiği sözleri hatırladıkça tüyleri diken diken oluyordu. Nasıldı o sözler “ BİZ İNAYET EDENE İNAYET EDERİZ, KUL HAKKINI HİÇE SAYANLARI, İŞTE BÖYLE PERİŞAN EDERİZ.” Allah Allah dedi, ben kime yardımdan kaçınmışım, kimin hakkını yemişim? Diye saatlerce düşündü durdu. Fakat aklına hiçbir şey gelmiyordu.
O gün öylece geçti. Akşam yemeğinden sonra yatsıyı kıldı, tesbihatını yaptı, ellerini açtı, yaşlı gözlerle Allah’a yalvardı… Yatarken okuduğu dualarını okudu, Rabbim beni doğru yola ilet. Âmin. Diyerek uyumaya çalıştı.
İşyerinde oturmuş, gazetesini okuyordu. Birden kapıda yaşlı bir zatın durduğunu fark etti. Nurani yüzlü, utangaç; istemekten ziyade vermek isteyen birini andırıyordu. Muhtaç biri herhalde diye düşündü. Buyur amca diyerek eline birkaç kuruş tutuşturdu. Yaşlı zat “ Evladım, ben para istemiyorum; bana bir yudum su ver, biraz soluklanayım, sonra gideceğim “ dedi. Getirilen suyu sağ eline aldı, Besmele çekerek, üç yudumda yavaş yavaş içtikten sonra; Allah’a tekrar tekrar Hamd-ü sena ettikten sonra, “ Evladım; bu dünya fanidir, işte görüyorsun geldik gidiyoruz, mühim olan MÜFLİS olarak gitmemek, sana rızık olarak verilenden, başkalarına da vermek, gerçek sadaka böyle yapılanıdır, Ali’den alıp Veli’ye vermek sadaka değildir. Seni Ahiret de kurtaracak bir amelin yoksa; bu fani dünyada biriktirdiklerine kıymet verme, zira sen kabre girerken, onlar burada kalır ve sana hiç bir faydası olmaz. Evladım işinde çalıştırdığın kimselerin hakkını gözet, kendi rızkından da olsa onlara fazlasıyla ver ki; o da Allah ta senden razı olsun, sen yardım edersen Allah ta sana yardım eder, Cenab-ı Hak, KUL HAKKINI AFFETMEZ, İnayet Efendi” dedi.
– Hayırlı işler
Bir müşteri gelmişti. Kalktı onunla ilgilendi, işi bitince geri döndüğünde yaşlı amca yerinde yoktu. Dışarı çıktı, sağa sola baktı kimseyi göremedi. Allah Allah dedi, uçtu mu? Bu adam, hâlbuki işi fazla sürmemiş hemen geri dönmüştü. Yaşlı amca bilgili birine benziyordu, boş konuşmuyordu. Birden son cümlesini hatırladı yaşlı amcanın. Ne demişti? “ Sen yardım edersen Allah ta sana yardım eder, Cenab-ı Hak kul hakkını affetmez İnayet Efendi.” Aniden gayri ihtiyari havaya sıçradı. “ İnayet Efendi “ benim adımı nerden biliyor? bu diye telaşa kapıldı. Gördüğü korkulu rüyayı hatırladı, rüyasında duyduğu sözler ile bu zatın sözleri sanki aynı gibiydi. Gece yatsı namazından sonra Allah’a yalvardığını ve son cümlesini hatırladı. “ Allahım sen beni doğru yola ilet “ Tamam dedi; duam kabul olmuş ki, bu yaşlı zat, bana ikaz için gönderildi. Acaba gelen kimdi? Hızır Aliyyihisselam mı? Yoksa tasarrufu devam eden bir veli mi? Her neyse dedi, mühim olan verdiği mesaj.
İyi ama dedi, sorun çözülmedi ki; ben kimin yardımına koşmadım? Kimin hakkını yedim? En iyisi geçmiş günlere hayalen bir ziyaret etmekti.
Düşünürken birden durdu, tamam dedi buldum! Bir zamanlar işleri iyi gitmiş, müşterilere tek başına yetemeyince, birkaç kişiyi işe almıştı. İşte o sıralarda yaşlı bir arkadaşı; ihtiyacı olduğunu, eski işinden aniden çıkarıldığını, kendisine iş verip veremeyeceğini sormuştu. Gerçi o günlerde işçiye ihtiyacı yoktu, ama bu garibanı da sevindirmek lâzımdı.
– Suat amca dedi, gerçi işler biraz gevşek, ama olsun, sen gel işe başla, fazla bir ücret veremem ama daha sonra bir şeyler yaparız demişti,
Suat amca işe başlamıştı, ilk günler biraz acemilik çekse de kısa zamanda her şeyi öğrenmiş, dükkânı kendisi gelmese de idare etmeye başlamıştı. İnayet efendi daha sonra işlerin azalmasına bahane ederek Suat amca hariç diğer elemanların işine son vermişti. İnayet Efendi için için seviniyor, sonunda dükkânı gönül rahatlığıyla emanet edebileceğim birini nihayet buldum diyordu. İyi ki diğer elemanları çıkarmışım diyordu kendi kendine, Suat amca nasılsa emekliydi, fazla para isteyemezdi, hem o’na zor gününde iş vermişti. Aklına hemen bir plân geldi, piyasada kriz vardı, işsiz çok, iş ise azdı. Bu ortamda uzun süre zam yapmasa olurdu. Bu düşüncesinden biraz utanır gibi oldu, aman sende, bizde doğmamış çocuğa don biçiyoruz diye hayıflandı. O zaman gelsin düşünürüz dedi.
İnayet Efendi, artık sık sık gezilere çıkıyor, yıllardır görüşemediği akrabalarını geziyordu. Doğrusu onlarda şaşırmıştı, düğünlere, cenazelere bile gelmeyen İnayet Efendi; şimdi normal günlerde ziyaretlerine geliyordu. Ohh be dedi hayat varmış ta bizim haberimiz yokmuş meğer sen çok yaşa Suat amca diye içinden ona güya dua etti.
Suat amca işe başlayalı bir yılı geçmiş, İnayet efendi’nin planı işlemeye başlamıştı. İnayet efendi ücret artışı konusunda hiç kapak kaldırmıyordu, nasıl kaldırsındı, işler kırıktı, eskisi gibi olsa hiç çekinmez ücretinin iki katını bile verirdi. Böyle diyordu ama buna kendisi bile inanmıyordu. Asıl mesele işler değildi, İnayet efendinin paraya karşı olan zaafıydı. Dur bakalım dedi ilk hamleyi O yapsın, sonra çaresine bakarız.
Suat amcanın aylar geçtikçe sıkışıklığı artıyor, İnayet efendi’nin zam yapmasını bekliyor, ama bir türlü beklediği olmuyordu. İnayet efendiye karşı da bir şey söyleyemiyordu. Sağda solda duysun diye bahsediyor, fakat bir türlü beklediği olmuyordu. O yine işini aksatmıyor, patronunun menfaatini kendi menfaatinden önce tutuyordu.
İnayet efendi Suat amcanın serzenişlerini duymuştu, artık plânı uygulama zamanı gelmişti. Sabah işe geldi, bir ara Suat amca’ya gel biraz konuşalım diye çağırdı, Suat amca nihayet beklenen gün geldi diye, sevinerek buyur dedi.
¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬¬–- Suat amca dedi işler kötü gidiyor diye üzülme, ben senin işine son vermem, kapatırsak beraber kapatırız, bende sana bir şeyler vermek isterim ama işler ortada; sende biliyorsun dedi. Suat amca boynu bükük, hiç olmazsa beş- on lira arttırsan dedi diyeceğine de pişman oldu. Aldığı cevap:– Sen zaten başka yere de gitsen bundan fazla veren olmaz, daha iyi iş bulursan git dedi.
Suat amca sağda solda bir iki mızırdandı derdini anlattı belki duyar da insafa gelir diye umdu. İnayet efendi bunları duymuştu duymasına ama kulağının üstüne yatmıştı. Nefsi çaktırmadan İnayet efendi’ye telkinde bulunuyordu, iş varda zam vermiyor muyuz, ben çıkarsam iş mi bulabilecek, benim zaten adama ihtiyacım yok ki, ben O’na yardımım olsun diye işe aldım. O’da bulmuş bunuyor.
Daha sonra Suat amca işi bırakıp gitmişti. Bir daha görmemişti, ne olmuştu acaba? Herhalde bana kırgın gitmiş, hakkını helal etmemiş ki; ben bu rüyayı gördüm dedi. Hemen onu bulmalıyım diye telaşlandı, aklına telefon etmek geldi, telefon defterinde numarası olması lazımdı. Telefon defterini alayım derken, telaştan telefonu yere düşürdü, telefon paramparça oldu. Tüh dedi telefonu da kırdık, birden başı döndü, gözü karardı, hızla yere düştü, kendini kaybetti. Hızla sarsıldığını hissetti, yine deprem oluyor korkusu ile sıçrayıp uyandı, baktı eşi Melek Hanım, başında oturmuş telaşla soruyordu. Bey iki gündür sana neler oluyor? Allah’ını seversen anlat dedi.
İnayet efendi kan ter içinde:–– Öyle şeyler oluyor ki; eğer geç kaldıysam yandım ben dedi. Sonra olanları bir bir anlattı, Melek Hanıma.
Melek Hanım; – Efendi dedi sen benden daha iyi bilirsin – haram-helal- kul hakkı, bize sen öğrettin bunları, Allah senden razı olsun dedi.
Ertesi gün erkenden dükkâna giden İnayet Efendi; hemen telefona sarılıp Suat amcayı araştırdı, ama aldığı haber O’nu daha da sarstı. Çünkü Suat amca iki gün evvel vefat etmiş, cenazesi kaldırılmıştı. Tam tamına O’nun ilk rüyayı gördüğü gece Suat amca mekânını değiştirmişti. Başını iki eli arasına alan İnayet Efendi; ağlayıp sızlanmaya, dövünmeye başladı. Şimdi ne yapacaktı? Hemen kalktı, cebinde ne kadar para varsa çıkarıp, saymadan bir zarfa koydu. Arabasına binip hızla uzaklaştı.
Sora sora bulduğu kargir bir binanın ziline bastı.
– Kim o diye cılız bir ses duydu.
– Lütfen! Allah rızası için açın kapıyı ben İnayet dedi. Uzun zamandır yağlanmadığı çıkardığı gıcırtılardan anlaşılan ahşap kapıda; yaşlı, süzülmüş, ölgün bakışlı, yaşadığı çileli hayatın izleri yüzüne nakşolmuş bir hanım gözüktü. Gözlükleri ile oynadı, önce tanımamış gibi, dikkatlice İnayet Efendinin yüzüne baktı, süzdü süzdü, nihayet, senmisin? İnayet Efendi dedi.
– Benim Adalet Hanım, başınız sağ olsun, yeni duydum hemen kalkıp geldim dedi. Adalet Hanım, biraz istihza ile öylemi? Dedi.
– Yıllardır kapımızı çalmamış, arayıp sormamıştınız, şimdi nereden icap etti dedi. İnayet Efendi, mahcubiyetten erir gibi oldu, sarardı, titrek bir sesle;
¬– rahmetlinin bende gecikmiş bir emaneti vardı da, belki yaranıza merhem olur diyerek para dolu zarfı uzattı. Adalet Hanım vakur bir duruşla, eliyle zarfı geri iterek,
¬¬¬¬– İnayet Efendi, bu zarf belki vicdanınızı rahatlatır ama amel defterinizi beyazlatır mı? Bilemem dedi.” Vaktinde gelmeyen aş, öğün olmaz, demişler” diyerek kapıyı hızla yüzüne kapattı.
İnayet Efendi; pişmanlık dolu gözyaşları içinde yere yığıldı kaldı.
04 – 04 – 2006 Salı - İzmir
KARAHÜSEYİNOĞLU OSMAN