TEVAFUK
Fotoğraf sergisini düzenleyen bilinçli olarak mı yaptı yoksa amiyane olarak tesadüf denilen benimse tevafuk demekten hoşlandığım ilahi bilinç mi onları karşı karşıya getirdi bilmiyorum. Bu çok da önemli değil.Benim ilgimi çeken, her ne şekilde olursa olsun bir şekilde karşı karşıya gelmiş olmasıydı.
Resimlerden biri siyah beyaz bir şehrin fotoğrafıydı. Kimseler yoktu o karenin içinde. Terk etmiş insanlar sokakları. Herkes kendi evinde, kendi dünyasında. Sokaklarsa bomboş. Bir nehir akıyor şehrin tam ortasında ve üzerinde bir köprü. Yıllardır şehrin iki yakasını bir araya getirmeye çalışmaktan yorgun.
Diğer resim ise renkli cıvıl, cıvıl bir bahçe ve bahçedeki kamelyada oturan kadının resmi. Bir görseniz daha doğrusu bir kulak verseniz onlara, duyardınız; benim gibi, hal lisanı ile köprü ve kızın konuşmasını.
Köprü kıza,
Keşke o renkli vücudunla benim siyah beyaz dünyama gelsen, keşke sırtım senin yükünü taşımakla onurlana diyor.
Kız köprünün iltifatından biraz mahcup,
Uzaktan göründüğü gibi renkli değil benim dünyam diyor. Zengin bir evin bahçesinde sanma ki, rengarenk açan çiçeklere yarışan ben, mutluyum. Belki inanmazsın ama çiçekler bile mutlu değil diyor. Sentetik güzelliklerinden.
Köprü yooo diyor, inanmam diyor. Yanağındaki allık belki sahte olabilir, dudakların o kadar kırmızı da olmaya bilir, ama ya o gözlerin. O mavilikte mi sahte. Sen bilmezsin diyor, sen bilmezsin!!! Buralarda gözler hep siyahtır. Ben ilk kez görüyorum diyor, öyle mavi bir gözü. Mucize gibi bakıyorsun dünyana ve bilesin gözlerin renkli çıksın diye, renkli senin dünyan.
Kafamı çeviriyorum bende bakıyorum bir kez kıza. Fotoğraftaki köprünün dünyası gibi siyah beyaz olmasa da dünyam, benim içinde yeni bir renk, kızın gözlerindeki mavilik. Bu yüzden kıza Gökçe adını veriyorum. Gökçe, gökten inen mavi ışık.
Kız ikimizin hayranlığından, iyice mahcup oluyor. Sentetik olmayan samimi bir utançla kızarıyor yanakları. Kız,
Yapmayın diyor, yapmayın lütfen, resmin orijinalliğini bozacağım şimdi : (
Köprü diyor,
Ah, keşke bu şehrin iki yakasını değil, seninle benim dünyamı birleştiren bir köprü olsaydım. Keşke ayrı dünyaların ayrı fotoğraf karelerinde olmasaydık.
Kızın gözlerinden bir damla yaş süzülüyor.
Gökçe ne oldu diyorum. Ne oldu, neden ağlıyorsun?
Gökçe önce susuyor. Cevap vermiyor. Sonra anlatıyor. Eskişehir de, porsuk çayının kıyısında geçirdiği üniversite yıllarını. O zaman ki hayallerini, gelecek planlarını.
Ben ne oldu diyorum, ne oldu da buraya geldin diyorum.
Gökçe, boynunu büküyor. Çok güzeldim diyor, çok güzel. Hayalini kurduğum basit hayat için fazla güzel. İnsan bu kadar güzel olunca, çevresindeki her şeyde güzel olmak zorunda oluyor. Basit ve sadelik benim yanıma uyum sağlayamadı, belki de ben onların yanına, bilmiyorum. Ama işte şimdi buradayım. Bu evin hanımı.
Ama diyorum, Gökçe lafı ağzıma tıkıyor. Hiç ama deme, benim yerim burası. Renkli güzel bahçenin kamelyasında oturan, güzel ve hüzünlü kadın. Kompozer benim burada olmamı seçmiş diyor.
Ben bir kez daha ama diyorum,
Gökçe’nin ağzından son bir cümle çıkıyor. Fotoğraf çekildi ve ben evliyim. Artık bu fotoğraf böyle. Bunu değiştiremeyiz.
KEMAL PİŞMİŞOĞLU
"Hangi fotoğrafın içinde olacağımıza dektanşöre basıncaya kadar karar verebiliyoruz. Sonra, sonsuza kadar o fotoğrafın içindeyiz. İçimden bir ses acaba hiç bir fotoğrafın içine girmesem mi diyor."
YORUMLAR
bu sanırım zor bir karar. doğru söylüyorsunuz sonsuza kadar var olmak istemediğimdendir belki ya da hala kararımı veremediğimden olsa gerek hala tek bir kare bile resmim yok.
ama nerede durduğumu biliyorum aynanın karşısında değil
içindeyim ben.
hadi cesaret değiştirecek bir şeylerin olması için önce bir şeler yapmak gerek.
bir karede yer almak gibi..