Kendimden de uzağa...
Hava kararmak üzereyken pansiyonun bulunduğu iki yanı zeytin ağaçlarıyla gölgelenen sokağa döndü araba.
— İşte geldik, şu sarı boyalı evin önünde dur oğlum. Dedi. Kornaya bas kornaya.
Patronunu İhsan’ın omzuna dokunuşunu fark edince kulağından müzik çalarını çıkardı Aylin.
— Geldik mi?
— Evet yavrum. Sonunda dimi? Kafasını önüne eğmiş yetimhaneye teslim edilen küçük çocuklar gibi gözlerinden hüzün geçti.
— Hayır. Dedi sesi fısıltı gibiydi. Yine yavaşça indi arabadan. Yastığı kucağında hemen önünde durdukları evin bahçe kapısında kendisini bekleyen Oğuz Bey yaşlarında ki adama yanında ki kıza bakmadan doğruca bagaja yöneldi. İhsan ise onlara selam verdikten sonra yanına geldi.
— Ben indiririm. Dedi. Genç kız ise bagaj açıldığında onun hiç beklemediği bir şey yaptı. İhsan’ın eli tam bavula uzanmıştı ki onu durdurdu.
— Yok. Kalsın şimdilik. Dedi. Yastığıyla ve fotoğraf makinesiyle birlikte bardağını da özenle yerleştirdi. Doktor onun yaptığından bir şey anlamamıştı.
— Ne oldu?
— Hiç. Diyerek bir süre daha orada durdu. Açık duran bagajın kapağının arkasında saklanıyor gibiydi.
— Bir şey mi var Aylin?
— Niye?
— İyi görünmüyorsun. Seni bekliyorlar. Yeni patronunun kızı Sıla tam bu sırada geldi yanına.
— Aylin. Dedi sanki onu daha önceden tanıyormuş gibi. Hoş geldin. Dedi ve ona hafifçe sarıldı. Ancak babasından aldığı uyarının ne kadar yerinde olduğunu hemen fark etti. Bu kız ne kadar da soğuktu böyle. Sıla onu ilk görüşte pek samimi bulmadı.
Aylin karşısındakinin kendisine sarılmasının ardından ancak İhsan’ın beline dokunmasıyla kendisini toparlayabildi. Konuşacak gücü bulamıyordu. Zoraki bir gülümsemeyle teşekkür etti. Biran sesini kaybettiğinden korkmuştu. Kendisini ilk defa bu kadar korkak ve güçsüz hissediyordu. Ama yine de ilk bakışta hiçbir his alamadığı burası ve insanları fena değildi şimdilik. Etrafına bakındı;
—Güzel görünüyor. Dedi. İhsan’ın ikinci uyarısıyla utangaç bir çocuk gibi yeni patronuna doğru ilerledi. Onu Oğuz Bey tanıttı.
— İşte Aylin bu. Dedi. Sesi neşeliydi.
Karşısındaki patronunun aksine oldukça gür ama tamamının beyaz olduğu saçları ve gözlerinin yeşili iyiden iyiye kararan havada dahi parlayan adama nasıl davranacağını kestiremeden öylece durdu. Kendisine uzatılan eli sıkarken;
— Hoş bulduk. Dedi.
Üzeri renkli çiçeklerle bezenmiş sarmaşıkların sardığı yuvarlak kapının altından geçip genişlemesine büyüklüğü olan bir bahçeden tahta binaya girdiler. Evin beyaz boyalı iki kanatlı tahta kapısı devasa büyüklükte göründü Aylin’e.
— Güzel değil mi? Dedi İhsan kulağına eğilerek. Cevap vermeden yanında ilerledi. Ürkek bakışlarla yüksek tavanlı eski tarzda döşenmiş ve ikinci kata çıkan uzun bir merdivenin bulunduğu salona girdiler. Burası dışarısının aksine çok aydınlık görünüyordu. Gözlerini birkaç kere kırpıp açtıktan sonra aslında tam tersi burasının da loş bir ortam olduğunu fark etti. Karanlık bahçeden sonra burada kendisini sahnede üzerine neon ışıklarının tutulduğu bir seyirlik gibi hissetti. Gözleri ikinci katında burasıyla aynı tavanı paylaştığı salona takıldı. İki katta aynı avizeyle aydınlanıyordu. Biran eski Türk filmlerindeki şu sahibinin mutlaka Adile Naşit’in olduğu fakir pansiyonlara benzetti. Müşterisinden para almak şöyle dursun bir de onlara borç veren iyi niyetli işletmeci. Ya da birazdan karanlık köşeden sesi sallanan sandalyesinden yükselecek olan Hulusi Kentmen. Hepside ölmüştü onların şaşkın uşakta dâhil ve burası da işte öyle eskilerden saklı kalmış bir köşe gibiydi.
— Tam da günüydü, diyen sesiyle irkildi yeni patronunun. Aylin’e dönerek; otursana kızım. Dedikten sonra devam etti. Bahçenin ışıklarına giden hatta bozukluk oldu da ondan karalık. Ağaçlardan sokak lambalarının ışığını da alamıyoruz. Tekrar ona döndü; korkmadın inşallah kızım.
— Yoo. Dedi. Sesinden çok baş hareketiyle anlatmıştı ne demek istediğini. Yine ağzını açıp saçmalamaktan çekiniyordu. Oğuz bey onun yerine cevap verdi.
— Aylin karanlıktan hiç korkmaz. Hoşuna bile gitmiştir onun.
Bütün akşam yemek yerken masada, çay sohbetinde denizi kısmen gören çardak hariç tamamı karanlık olan arka bahçede ve uyumak için oda da.. Her yerde misafir, bir yabancı hem de hiç tanımadığı bir ülkede kendi dilinden anlayan kimselerin bulunmadığı yabancı yerlerdeymişçesine iğreti ve daimi bir misafir sahipsizliğinin ağırlığı ile yalnızca bekliyor ve sadece susuyordu. Kendisine güç vermek istiyor yapamıyordu. Şimdi tek istediği, gerçekten istediği gözlerini kapatıp açtığında İstanbul da ki yatağında olmaktı. Kendisine dönmek isterken sanki tamamen kaybolmuştu. Komutlara uyan, yalnızca utanma ve ürkeklik hisleri taşıyan bir robotmuş gibi hissediyordu. Yemek yememişti. Çay ikram edildiğinde keke böreğe de dokunmamıştı. Yalnızca yatmadan önce İhsan’ın ısrarıyla bir elma yemiş ve bol bol susmuştu. Kendisini henüz buraya ait hissedemiyordu. O zaten hiçbir yere ait değildi. Oysa buna rağmen Aydın da bu kadar olmamıştı. Bir ay sonra ayrılmayı planladığı halde. Belki de şimdi gitmek için doğru zaman değildi.
Bahçe de çay içilirken eski ve yeni patronları koyu bir sohbete dalmışlardı. Sıla ise sürekli ortada dönüyor ve bu küçük gruba ifadesinden de anlaşıldığı üzere zevkle servis yapıyordu. Aylin ise İhsan’ın yanında sanki ona sığınmış bir sandal gibi hafif dalgalı duruyordu. Sıla’ya da yardım etmiyordu. Zaten o da;
— Şimdilik misafirsin. Demişti. Kendisini gerçekten de dalgalı, gel gitli hissediyordu. Sanki vücudunda anlık bir bağlantı kesikliği oluyor, tam kendinden geçmek üzereyken uyanır gibi oluyor ve özellikle kaburgalarıyla birlikte tüm bedeninde sancılar hissediyor, ensesinde bir ürperme beliriyordu.
Yeni patronu Oğuz beye;
— Aylin herhalde henüz ısınamadı buraya. Eh pekte haksız değil baksanıza her yer karanlık. Hele ki şu gaz lambalarımız var. Aslına bakarsanız daha teknolojik aletler kullanabilirdik ama bilirsiniz bizimkisi ‘özel’ mekânlardan. Çevrede pek kalmadı doğrusu. Dedi. Bizim damat aslında bu akşam halledecekti ama baksana gelemedi ki.
— Merak etme sen. Benim torun karanlıklar prensesidir. Dedi Oğuz bey. Onu torunu gibi kabul etmek daha doğru geliyordu yaşlı adama. Biliyor musun Aydın’a geldiğinde benim arka bahçe de hem çok karışıktı hem de karanlık. Karanlığına diyecek yok hala öyle de karışıklığı nasıl yaptı anlamadım iki günde arada derede yok etti. Çok gölge yapıyor söğüdü keseyim dedim asla müsaade etmedi de o kuru ağacı bile bir adam etti ki sorma. Dedi. Aylin’in çökmüş ifadesini fark edince;
— Kızım sen yorgunsun herhalde. Hadi biran önce yatta dinlen. Dediğinde genç kızın zaten itiraz etmeye hali yoktu. Tek derdi biran önce yatağına girip halinden korktuğu kendisiyle baş başa kalmaktı. Herkese iyi geceler dileyip Sıla’nın peşinden giderken İhsan;
— Aylin bavullar. Diye seslendi.
— Boş ver. Dedi ancak sonra dönüp ona yalnızca; yastığım ve küçük çantam. Diyebildi. Hiç konuşmaya hali yoktu. Sanki yanlışlıkla azıcık dokunsalar hüngür hüngür ağlayacaktı. Geleyim mi? Diye sordu. İhsan halledebileceğini söyleyince tekrar Sıla’nın peşine takıldı. Genç kız ikinci katı işaret ederek;
— Merdivenin hemen yanı. Dedi. Bundan sonra onunla birlikte paylaşacağı yeni odasına birlikte girdiler. Oda da ki önceden hazırlanmış iki yatakta sessizce yeni gelecek misafirlerini bekliyordu. Aylin kendisini bir otel odasındaymış gibi donuk hissetti. Ancak aslında o henüz bilmiyordu ama burasının tüm odaları bir konak gibi birbirinden farklı tasarlanmıştı. Bunu daha sonra fark edecekti. Burada ki yataklardan birisi ise onun için özel olarak yerleştirilmişti.
— Hangi yatakta uyumak istersin? Dedi yeni arkadaşı.
— Fark etmez.
— Pijama vereyim mi sana?
— Şey benimkiler arabada kaldı.
— Olsun bu gecelik benden idare edersin. İlk sen giyeceksin merak etme.
— Sağol.
— Ben sonra gelirim. Aşağıda biraz işim var. Ha unutmadan bundan sonra burada birlikte kalacağız. Söylemiş miydim?
— Hı hı. Dedi biran önce yalnız kalmak için. ‘Belki de yalnız kalmamak daha iyidir.’ Diye geçirdi içinden giyinmeye üşeniyordu. Kendisini öylece yatağa attı.
— Aylin müsait misin?
— Evet, İhsan gel. Dedi Aylin kalkıp otururken.
— Yastığını getirdim.
— Sağol. İhsan yastığı bıraktıktan sonra yatağın ucuna oturdu.
— İyi misin?
— Hı hı.
— Ne kadar?
— Ne kadar görünüyor. Dedi gülümsemeye çalışarak.
— Hiç.
— Ya. Çok mu belli oluyor.
— Çok.
— Yol sarstı da.
— Masal anlatma bana. Az çok tanıdım seni kendine eziyet etmekten hoşlanıyor gibisin.
— Ne?
— Geri dönebilirsin. Derin bir iç çektikten sonra onun yüzüne baktı.
— Ne kadar geri İhsan.
— Durumunu hiç iyi görmüyorum.
— Biraz dinlenirsem..
— Umarım. Dedi İhsan yaşlı insanlar gibi dizlerini tutarak kalkarken. İyi geceler.
— Sana da.
İhsan odaya girdiğinde tam ağlamak üzereyken içeriye onunla birlikte dolan serinlik hissi tekrardan yok olmuş boğazında sıkılıyormuş gibi bir baskı hissetmeye başlamış ve patlayacak gibi zonklayan her iki can damarının yanında gözleri de dolmuştu. O söylediğinde çok haklıydı. Kendisine acı vermekten hoşlanıyor gibiydi.
— İşte yeniden. Dedi. Zorlana zorlana üzerini giyinirken niçin bu kadar kötü olduğunu düşünmeye çalıştı. Kulağına henüz dinlenemeyecek seviyede olan sesler geliyordu. Kesik kesik gelen ince sesi ise fark edebiliyordu.
— Bu ne ya? Diye sordu. Sıla gelene kadar sırt üstü yatıp ışığı seyretti. Kör olmuş gibiydi hiçbir şey göremiyordu. Annesinin sesini dinliyor gibiydi. İşte sadece bu anda rahatlayabilirdi ancak bunun imkânsızlığından dolayı daha da rahatsız oldu. Eğer üzerine de örtebilseydi dünyadan tamamen kopmuş gibi hissedecekti kendisini. Gözünün önünde sarı, yeşil, kırmızı renkler uçuşuyordu. Onun odaya girdiğini bile fark etmedi. Ayakları yerde vücudu ise hala attığı gibi duruyordu. Üşümüştü. Üstelik Muğla gibi sıcak bir kentte.
Elinin gözünün önünde gidip geldiğini fark edince Ali sandı Sıla’yı.
— Aylin iyi misin? Bu günlerde ne kadar da çok duymuştu bu soruyu.
— Efendim. Evet, evet iyiyim. Derken toparlanmaya çalışıyordu. Oturmuş ve eliyle gözlerini kapatıyordu. Geldiğini fark etmemişim. Dedi, bu sefer gözünün önünde gümüş rengi karıncalar uçuşuyordu. ‘Erimiş cıva damlarlı gibi’ diye tanımladı onları kendisine.
— En iyisi kapatayım ışığı. Ne zamandır bakıyorsun?
— Bilmiyorum.
— Bende yaparım biliyor musun? Ama her seferinde ya babam yakalar ya da İlker.
— İlker mi? Dedi refleks gibi çıkmıştı ağzından. Kalbine yumruk yemiş gibi hissetti. Önce durdu sonra hızlı hızlı atmaya başladı.
— Evet nişanlım. Derken onun heyecanlı sesini anlamamıştı. Yatağına girmişti. Bu gece burada olsa tanışırdınız ama yok. Artık yarın. O da burada çalışıyor.
— Öyle mi? Dedi ve kafası tekrar yastığına düştü.
— Of çok yorgunum bugün. Diye sızlanarak uyudu Sıla. Işığa bakarken bende annemi düşünürüm.
Yatağa gireli epey olmasına rağmen bir türlü uyuyamamıştı. ‘İyi fikir’ diye geçirdi içinden. Aynısını yapabilirdi ancak hemen vazgeçti. Çünkü Sıla’nın annesinin öldüğünü duymuştu. ‘İyi değil. Benim annem iyi. En azından ben öyle biliyorum.’ Kendisini sürükleniyor gibi hissediyordu. En olmaması gereken yosun bile kendisine tutunacak bir kaya parçası buluyorken o en azgın sularda bile. İhsan odaya girdiğinde ona tutunmayı istedi biran. Ama her zamanki kişiliği tuttu onu. O kimseye zayıf görünemezdi. Zaten bunu Aydın’dayken çok sık göstermişti. Şuan asıl istediği İlker’in sıcaklığıydı. Oydu yine de özlediği. Birde ona verdiği acıyı düşündükçe bir ara bıraktığı ona ve kendisine acıma huyu yeniden depreşti. Yüreği fazlasıyla yanıyor ve yandıkça dengesi bozuluyordu. Kalktı, bir adım ötesindeki cama ilerledi. Aşağıdan sesler geliyordu. İhsan gitmek istiyor diğerleri ise engelliyordu. Oğuz bey;
—Arkadaşlarını yarın da görürsün. Diyordu. Buraya gelmeden Aylin hiç değilse onun gelmemesini söylerken ona bu yalanı sallamıştı ve Oğuz beyde inanmıştı. Şimdi aşağı inip;
— Beni bırakma. Diyesi geliyordu. Yeni patronunun sesi duyuluyordu.
— Yeterince yatağımız var oğlum, merak etme.
— Tabi otel burası. Dedi Oğuz Bey. Sesi muzip bir çocuğa ait gibiydi.
— Pansiyon, cahil adam pansiyon.
— Sus ne biçim konuşuyorsun sen öyle yaşlı insanlarla.
— Olsun ben senin çavuşun değil miydim?
— Bendim o.
— Bunadın mı sen? Merdivenden çıkarken gelen sesleri odaya girdiklerinde devam ediyordu. En son İlber beyin;
— Sus yeter be çocuk uyuyacak. Diyen sesi gelmişti.
Yatağında bir o yana bir bu yana dönüp durdu. Uyuyamayacağını anlayınca tekrar kalktı. Dışarıda birkaç saattir süren yağmur içeriyi serinletiyordu. Odayı anlık aydınlatan şimşek ışığında iki yatak arasında bir süre dikilerek bekledi. Bu gece onu günlüğünden başkası kabul etmez gibi geliyordu. Yine ona sığınacaktı. Odaya girdiğinde gözüne çarpan şampanya şişesinden bozma el yapımı gece lambasın aradı. Yaktığında biran onun asılı olduğu yerden Sıla’nın kafasına düşeceğini sandı. Odanın öbür ucu yine de aydınlanmıyordu. Bir sürede çantasını nereye bıraktığını anımsamaya çalıştı. Şimşek ışığında onu da bulduktan sonra yatağının başucuna oturarak buradan ön bahçeye bakan pencerenin önünde durdu. Kafasını da perdenin altından geçirerek karşıdaki gölgelere baktı. Büyük ağaçların dallarının gölgeleri odanın içinde oynaşıyordu zaten ama bu uzun ağaç dallarının ardında yolun karşısında küçük bir ev ve onunda ardında sanki havada asılıymış izlenimi veren bir tepe fark ediliyordu. Sanki o tepe ve diğerleri birer karakalem çizimi andırıyorlardı. Defterini pencerenin tahta kenarlığına koyup bir eliyle de sabitleyerek yazmaya başladı.
24 haziran
muğla
(hüzün)
rüzgâr;
dışarıda esiyor
içerde içim ürperiyor
geceden beri
ardı arkası kesilmeyen
yağmur;
bana ilk defa hüzün veriyor
onlar;
aslında hüznü temizliyor
binaların dışından, camlardan
ve;
sokaklardan yavaş yavaş
hüzün akıyor
kaldırımlardaki birikintilere
hüzün erimiş
bastıkça ayaklarıma bulaşıyor
hüzün;
beni (hiç) terk etmiyor
zamansız ve mekansız olmak isterdim. yada kaçmak, kaçabildiğim kadar uzağa. hep uzağa, kendimden de uzağa..
herkesin arzusudur bir gün; her şeye sırt çevirip yok olmak. uzak diyarlarda bir başkası olarak var olmak, belki de. ama ne kaldı ki daha sırt çevirebilecek, bir benden başka?
nasıl bir arzudur bu, nasıl bir duygu? önü alınamaz bir girdap … bir mıknatıs misali çekiyor beni usul usul silinmek.
benim silgim nedir bilmiyorum şimdilik. ama istediğim tek şey; hiçbir iz bırakmadan sır olmak. başka bir çözüm yolu yok. kendimden kaçamıyorum. kendimi dahi unutmak için ne yapabilirim ki? çok çalışmak mı? zaten aydın da da yaptığım bu değil miydi? ya burada daha çok yorulmalıyım ya da..
ne diyorum bazen. hiç değilse ölsem keşke. ama ölemem ki; ölümsüzüm ben! tıpkı her canlının bir türlü ‘o’ sonun kendisi için geleceğine inanmadığı gibi, bende!
yılın en uzun günleri başladı haziranla birlikte. bilmem belki de bana öyle geliyor. ama buraya gelmeden önceki son haftanın ilk günleri hızla akıp geçmişken özellikle son iki günü bir türlü geçmemişti. bir kaplumbağa dinginliğinde ilerleyen zaman burada sanki durdu ve bir kaplumbağa ömrü kadar uzadı. ama olsun. bu gece sığınağım; sanki tek benlikli ömrümün tek sakin lokması denecek kadar az dilimi. tanımadığım bir insanın huzur ve kendi neşesini yansıtan uyku sahipliğindeki solukları, beni de sakinleştiriyor.
buraya geleli henüz bir gün bile olmadı ama herkes kendi evindeki rahatlığı yansıtıyor. hatta ihsan bile. oysa ben hala bir yabancı belki de daimi misafiriyim burasının. her şeyi anlatmak içimden gelmiyor ama sıla yani yeni patronumun kızı ile aynı odayı paylaşıyorum. ve yataklarımız arasında bir adımlık bile mesafe yok. bu oda çok küçük değil ama dar fakat uzun bir oda. tıpkı istanbul da ki odam gibi. birde ilker’in ismi. o sıla’nın nişanlısıymış. neyse; boş vermeli en iyisi bu konuyu da. yoksa buradan geldiğim gibi gidebilirim belki de yalnızca bir isim yüzünden. sanırım bu pansiyonda çalışamayacağım. oğuz amca bilmemeli şuan özellikle hiçbir itiraz ve öğüdü dinleyecek takatim yok. onlar gittikten sonra bende çıkmalıyım.
birde ilginçtir ki buraya gelmeden önce burasının nasıl bir yer olduğunu çok merak etmeyişime rağmen yine de gözümün önünde bir tahmin oluşmuştu. ama tamda hayalimdeki gibi çıkması da beni bayağı şaşırtmadı değil hani.
en iyisi biraz uyumak ama ne mümkün! uyku gözlerimden hem akıyor hem de yatak beni atıyor. uyku bu gece beni kabul etmiyor…
salina… Yorulup ta günlüğünü dizlerinin üzerine bıraktığında omuzları düşmüş bir halde bir süre öylece karanlığı izledi Aylin. Yorgunluğunun artmasına rağmen yatağına girmeyip kollarını camın kenarına yasladı. Biraz sonra da omuzlarına ağır gelmeye başlayan başını kollarının üzerine bıraktı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.