TERÖR. "madalyonun diğer yüzü"
Şimdi bana güleceksiniz ama gerçekten söylüyorum. Sefaletin en güzel yanıydı, geceleri evimizin soğuk olması. Belli bir saatten sonra soba ister istemez söner, ne de olsa, yakacağımız devletin verdiği bir ton kömürle sınırlıydı.
Bunu söylerken yüzümde gülümseme oluştu. Çünkü uzun yıllar benim için devlet, kömür demekti, sıcaklık demekti. Devlet güven demekti.
Ama ne yalan söyleyeyim bizim bölgede devlet güzeldir iyidir fakat devletsizlikte güzeldi. Özelliklede bizim gibi çocuklar için.
Çünkü devlet yoksa, yani kömürümüz, sıcaklığımız, güven duygumuz çaresiz birbirimize sarılırdık. Hemde sıkı sıkı.
Şimdilerde hiç gözümün önünden gitmez. Yanmayan sobamızın, ısıtmadığı odada, yorganın altında birbirine sarılarak uyuyan iki erkek kardeşten abi olduğum günleri.
İnanın bana, kitabi olarak değil, yaşarak tecrübe ettim ki, "Tanrı kullarını sadece verdikleri ile değil, vermedikleri ilede mutlu edebiliyor"
Biz o yorganın altında, yokluk nedeniyle sarılan iki vücut olarak, ben ve kardeşim mutluyduk. Ülkenin zenginliklerinden payımıza düşmeyenlerle.
Böylesine soğuk, böylesine yokluk içindeki, annemizin bizi gök gürültüsü olarak kandırdığı, bu yalana kardeşimin gerçekten inanıp, benimse inanmış numarası yaptığım, bomba yağmurlu gecelerde, görünmez olmak için (*) odamızın ışığını söndürürdük. kardeşim patlayan gök gürültülerinin gerçekten korkulacak birşey olduğunu bilir gibi, iç güdüsel olarak korkardı. her çıkan yüksek seste. bu yüzden bu tür gecelerde o korkmasın diye, kuluğına masal fısıldardım.
Çocukluk beyniyle neler anlatmadım ki ona, hepsini kendimin uydurduğu onlarca masal. Hepsi güzel sonla biten, güneşli günlerin umut dolu sabahlarını anlattığım bir sürü masal.
Şimdilerde bir çoğunu hatırlamıyorum. Tek hatırladığım masalın en heyecanlı yerinde, kardeşimin bana daha sıkı sarıldığı, adeta masallardaki kötü adamlardan bile bana sarılarak kurtulacağı düşünmesi ve bu düşüncenin bana yüklediği abilik duygusuydu.
İşte bugün geçmişe bakıp o günleri hatırladığımda diyorum ki,
"sefalet en güzel sefahatmış. hayatımın en şaşalı mutluluklarını o yorganın altında yaşadım ben. Hayatımın en güzel yemeğini, annemin bizim payımıza daha çok düşsün diye, "çocuklar siz yeyin, ben dayanamadım hazırlarken yedim" dediği yemeklerdi. Bilmiyorum o yemekleri o kadar güzel yapan, annemin içine kattığı fedakarlık mıydı? Yoksa gerçekten o yemeği bulmuş olmamızın bizim için güzel bir şey olması mı hatırlamıyorum. Aslına bakarsanız hatırlamakta istemiyorum. Aynı, masal dünyamızın yıkıldığı o geceyi hatırlamak istemediğim gibi.
24 kasım 1997,
Yine gök gürültülü bir geceydi. Kardeşime masal anlatırken kollarımın arasında uyumuştu. bense uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyordum. kapının çalındığını duyunca, uyku ile uyanıklık arasındaki ince çizgiden uyanıklık tarafına geçtim. gelen nazife teyzeydi. Getirdiği kara haber.
- güzel kardeşim, mahmut söyledi, beyin dün ki çatışmada düşmüş.
Burada bahsedilen kişi babamdı. Düşmüş yani ölmüş. Arkası malum, bir çığlık koptu. annem kara haberin etkisiyle ağlamaya başladı. bu sese kardeşim uyandı.
Yazık, zifiri karanlıkta gözlerini fal taşı gibi açıp,
- Ne oldu abi
dedi.
- Babamız dün gece düşmüş
- Nereye düşmüş,
- Yani ölmüş. Öldürmüşler.
- Kim öldürmüş,
- Düşman
- Neden
- Çünkü savaşıyorlarmış
- Savaş neydi abi
- Savaş, insanların birbirini öldürdüğü birşeydir. kılıçlarla, silahlarla birbirini keserler. Ne kadar çok kişi kesersen o kadar iyi
- Ama kesilenler ölmüyor mu?
- Ölüyor
- Peki hakim amcalar buna kızmıyor mu?
- Kızmıyor
- Neden,
- Bilmiyorum.
- O zaman ilerde bende asker olacağım ve babamı öldürenleri öldüreceğim
- Bende(**)
(* kardeşimi karanlıkta insanların görünmez olduklarına inandırmıştım. Ne de olsa zifiri karanlıkta gözlerimiz açık olsada hiç birşey göremiyorduk. O halde söylediğim yalanda sayılmaz çünkü göremiyorsam aynı zamanda görünmüyorumdur da. )
(** Babamı öldürenin askerler olduğunu öğrendiğimde inanmamıştım. Asker abiler neden babamı öldürsün ki)
KEMAL PİŞMİŞOĞLU