AĞAÇLARA KAFA TUTANLAR
‘İyi bir gözlemci, gördükleri dışındakileri görebilmeliydi.’
Bahara yeni yeni alışmaya başladığımız, çimlerin yağmur koktuğu bir günün ortalarındaydık. Fani kaygılarla kısılıp kaldığımız odalardan kurtulmak için iyi bir gündü aslında. Baharın tazeliğini hissedemeyen köprü altı çocuklarından ders almış ve onların aksine yaşama tutunma nedenlerimizin de farkında olarak kafa dengi birkaç arkadaşla adı piknik olan bir eyleme katılmıştık.
Seçilen kişiler, gidilen yer, yanımıza aldığımız mütevazı yiyecekler, her şey ama her şey, olması gerektiği gibiydi. Yani plansız da olsa kendiliğinden düzene girebilen olumlu bir kaçış olacaktı bu. Ne test kitapları ne, bırakın incir çekirdeğini, atom çekirdeğini bile doldurmaya yetmeyecek katsayı puan hesapları alınmıştı çantalara.
Bol bol sohbet edilecek sakin bir ortam da bulmuştuk. Ben ne olur ne olmaz diye kurşun kalemimi de almıştım yanıma, ama kağıt unutmuştum.
Günlerdir üniversite hayallerimizle birbirimizi boğduğumuz yeterdi. Galiba geleceğimizi planlarken önemli bir şeyi unutmuştuk: hayat akıp gidiyordu… Bugünlerimizle birlikte.
Sırt çantalarımız boşalana kadar atıştırmıştık. Islaklığından korkmayanlar çimlere dayamıştı sırtını. Uzun bir kır yürüyüşü yapmak isteyen bir arkadaşımla yola koyulmuştuk bile.Çam kokusunu çektim ciğerlerime,gözlerimi kapadım…yürürken uyumayı ve düş görmeyi tanıdım o gün.
Gözümü açtım sonra. Epey uzaklaşmışız özgürlük karargahımızdan.Ama her yer bizimdi o gün.Az sonra onu gördüm.İnce bacaklı,ince yüzlü,ince parmaklı,ipince bir oğlan çocuğu.Üzerinde şortu,ayaklarında spor ayakkabılarıyla çamur birikintilerinin en büyüğünün üzerinden atlamaya çalışıyordu.Öylesine önemliydi ki bunu başarmak kimseyi görmüyordu gözleri,kulakları tüm uyarılara kapalıydı.Annesininkilere bile…
Uzun bir uğraştan sonra başarının verdiği gururla ayrıldı oradan biraz ileride tüm hayatı boyunca dimdik ayakta durmayı başarmış,kalın gövdeli bir çam ağacını kestirdi gözüne.Ona doğru ilerlerken anlamıştım ne yapmak istediğini.Tırmanmayı deneyecekti.Nitekim denedi de.
Birden düşüşünü izlemek, komik bir sahnede herkes susarken sinema salonunu kahkahalarla inletmek gibi olmuştu.O sessizlikte yankılanmıştı gülüşmelerimiz.İncecik yüzünde kocaman bir utanç ve öfke belirdi aynı anda susturdu bizi.Küçük gözlerdeki o gurur kırıklığını adeta yüzümüze vurmuştu.
Sonra okuduğum bir roman kahramanı gibi çıktı karşıma,defalarca denedi.her başarısızlığında daha da artan bir hırsla saldırdı ağaca.Sanki karşısındaki bir yel değirmeniydi o da Don Kişot…Bu masal manzarasından arkadaşımın sesi uyandırdı beni:
‘Ya anarşist olacak ya da Süpermen!’ dedi gülümseyerek
Tam çocuğa doğru yaklaşmaya çalışırken o sesin sahibinin eli durdurdu yine beni:
‘Gitme’ dedi’ ‘Adın ne senin,kaç yaşındasın sorularıyla bozma bu masalı;bırak öyle kalsın’ dedi…Gitmedim.
Geri dönerken arkama bir daha baktım,hala mücadele ediyordu bir gözü bizim üzerimizde.
Bugün yine aklıma geldi o küçük kahraman.Muhtemelen o da bizim o günkü kaygılarımızla boğuşacak yaşa gelmiştir.Ya içinde kök salmış kocaman gövdeli gelecek kaygısına kafa tutuyordur o günkü gibi ya da kendi hikayesinin kahramanı olmayı başarmış bir süpermendir.
DERYA ARSLAN
2005