ASLINDA ONLAR HİÇ ÖLMEDİ
Zamanın bütün acımasızlığı ve varla yok arası içinde geçen koca bir ömür. Hayatın her anını ilmek ilmek dokuduğu ve yüreğinin ve beyninin en duyarlı yerine işlediği destansı yaşam öyküsü. Ragıp Bey elinde bastonuyla her zaman geçtiği taş döşeli yolda yürürken bunları düşünüyordu. Zaman kendisine çok güzel şeyler hediye etmişti ama sevdiklerini de ondan alıp götürmüştü. Zamanı suçlamanın anlamsız ve bir o kadar da saçma olduğunun farkındaydı. Suçlu aramak anlamsızdı. Bundan ziyade yaşamın sürdürülebilir olmasının ve her şeyin kendi karşıtını bağrında taşımasının bir sonucuydu bütün bunlar. Hayat varsa ölüm, mutluluk varsa üzüntü, güzellik varsa çirkinlik mutlaka vardı. Diyalektik Ragıp Beeeey diyalektik. “Öyle ya” dedi. “Dünya benim etrafımda mı dönecek” Bunu sesli söylemişti ve bir an duraladı. Bir duyan olmuş mudur acaba diye etrafına baktı utanarak. Bunak adam kendi kendine konuşuyor derlerdi sonra. Amaaan ne derlerse desinler ömrü uzun olan herkesi bir yaşlılık bir şaşkınlık bekliyor diyerek kendini avuttu.
Ragıp Bey yoruldu ve yavaş yavaş bir banka oturdu, derin bir ohhh çekerek. İki eliyle tuttuğu bastonun üzerine çenesini koydu. Gözlüklerinin üstünden gelip geçen insanları seyre daldı. Şehrin gürültüsü artık sıkıyordu onu. Uzaklaşmak istiyordu buralardan, kafasını dinlemek, huzurlu ve sakin bir ortam arıyordu. Aslında vardı da böyle bir sayfiye evi. Deniz kenarındaki bir sahil kasabasında. Ama ne çare. Kim bakacaktı kendisine orda. Oğlu da kızı da işinde gücünde… Kendilerine, hatta çocuklarına bile zaman ayıramıyorlardı çalışmaktan…Ölse kalsa kimin haberi olacaktı oralarda. Ah Nezahat Hanım ne vardı beni buralarda yapayalnız bırakıp, erkenden çekip gidecek… Nezahat Hanımla geçen elliiki yıl aslında az bir zaman değildi. Ama öylesine mutlu bir evlilikleri olmuştu ki, zamanın nasıl akıp gittiğinin ne Nezahat Hanım farkına varabildi ne de kendisi. Nezahat Hanım yetmişikinci yaşgününü kutladıktan tam yirmi gün sonra kalbi tekledi. Hastaneye yetiştirdiler apar topar yoğun bakımda geçen oniki gün sonrası doktorlar acı haberi verdiler. Yedi yıl oldu Nezahat Hanım onu bırakıp gideli. “Aslında” dedi “her ölüm, erken ölümdür. Ve hiç kimse yakıştıramaz sevdiklerine ölümü.” Ama kaçınılmaz bir gerçektir bu. Ve sevdikleri azaldıkça dünyada insanın, çekilmez olur dünya ve sevdiklerinin yanına gitmek ister bir an önce insan. Hele artık yaşam ağırlığını hissettirmeye başladıysa üstünde ve dayanılmaz bir hal aldıysa yaşamak her geçen gün. Ama gel gör ki her gitmek isteyen gidemiyor ki. Bekleyeceksin sıranı. Ve sıra sana gelinceye kadar ayak direyeceksin yaşamak için Ragıp Beeey. İnadına yaşayacaksın. Ne demiş şair “bir sincap gibi”.
Oturduğu yerden biraz da bastonunun yardımıyla yavaşca kalktı. Bacakları titriyordu. Aslında vücuduna kulak verdiğinde sonun yaklaştığını hissediyordu. Dile kolay tam seksendört yıldır bu gövde ayaktaydı. Bunun elliiki yılı Nezahat Hanımla birlikte bir rüya gibi geçip gitmişti. Ve yaklaşan malum son onu hiç tedirgin etmiyordu. Nezahat Hanım bekliyordu onu orda. Ona kavuşacak olmanın hayaliyle yaşadı yedi yıl boyunca.
Taş döşeli ve sadece yayalara ayrılmış yolun sonundaki Sevinç Pastanesinde oturup bir salep içmek istiyordu. Yine böyle soğuk bir Ocak ayında Nezahat Hanım evde durup dururken hadi Sevinç’e gidip salep içelim demişti. Soğuğa aldırmadan dışarı çıkmışlar ve saleplerini yudumlarken evliliklerinden, çocuklarından ve torunlarından sözedip gülüşmüşlerdi. Birden gözleri doldu Ragıp Bey’in. Caddenin yoğun araç trafiği kilitlenmiş ve sürücüler kornalarına yüklenmişlerdi. Gürültü ve soğuk Ragıp Bey’in yorgunluğuna yorgunluk katmıştı. Zor bela yolun karşısına geçti.
Zaman hızla akıp geçerken yaşlandığını ve etrafındaki akranlarının her geçen gün azaldığını fark ediyor ve bu durum ona acı veriyordu. Artık dertleşebileceği hayat arkadaşı yoktu ve akranı arkadaşları da bir elin parmakları kadar kalmıştı. Onlar da ya hasta oluyor ya da arada bir uzunca süreler çocuklarını ziyarete gidiyorlardı. Sevinç Pastanesine girdiğinde yanlış mı geldim diye düşündü. Çünkü önceleri daha kapıda belirdiğinde hemen onu güleryüzle karşılarlar hoş geldiniz Ragıp Bey deyip, buyur ederlerdi içeri. Başını kaldırıp pastaneyi şöyle bir dolaştı gözleri. Yooo doğru gelmişti. Ama tipler yabancıydı. Siz de kimsiniz? Hacı Mehmet Bey nerde? diye sormadan edemedi. Beyamca biz devraldık burayı, altı ay oluyor. Şaşırdı. Bu pastanede Nezahat Hanımla geçen bütün anıları yıkıldı gitti Hacı Mehmet Beyle birlikte. Artık hiçbir şey tat vermez olmuştu. Sabun köpüğü gibi hızla yokolup gidiyordu her şey elinden. Zamanın bu acımasızlığına artık dayanacak gücü kalmamıştı. Ama ne yazıkki yapacak başka da bir şey yoktu. Artık nasılsınız diyenlere kilometre dolduruyoruz diyordu.
Evet Ragıp Bey eşini kaybettiği günden bu yana hayattan hiçbir zevk almıyor hep Nezahat Hanımla geçirdiği günleri hayal ederek yine onun manevi varlığıyla birlikte yaşıyordu. Zaman zaman onunla konuştuğu hatta kavga ettiği bile oluyordu. Ama artık bu yetmiyordu ona.
Beyamca ne içersin diye başucunda dikilen garsona salep siparişini verdi. İşte o an ne olduysa oldu. Birden karşısında Nezahat Hanım belirdi. Gülümsüyordu. Bensiz mi içiyorsun salebi. Şaşırdı Ragıp Bey. Nezahaaaat ismi dökülüverdi dudaklarından. Elleri terledi birden. Soğuk terler bastı sonra. Kalbi göğsünden fırladı fırlayacak. Sonra kilitlendi tüm vücudu. Ellerini uzattı Nezahat Hanıma. Tutamadı. Gülümsüyordu şevkatli bir yüz ifadesiyle Nezahat Hanım. Sonra ellerini uzattı ve Ragıp Beyin soğuk ellerini avcuna alarak okşadı. Ragıp Beyin yüzünde mutlu bir ifade belirdi. Tekrar Nezahaaaaat dedi. Gülümseyen yüz ona “ Canım” dedi.
Ambulansın acı sireni Sevinç Pastanesinin önünde durduğunda toplanan kalabalığı çevredeki esnaf dağıtmaya çalışıyordu. Doktor Ragıp Beye kalp masajı yapıyor ve her defasında durumun ümitsizliğini biraz daha anlıyordu. İlk defa böyle bir vakada hastanın yaşama değil ölüme koşmak istediğini görüyordu. Bırakmadı ve uğraştı doktor, Ragıp Beyi hayata döndürmek için. Ragıp Bey ambulansa taşınırken o artık bu dünyadan ayrılmış Nezahat Hanımla birlikte sonsuza doğru çoktan yola çıkmışlardı. Onlar birbirlerini öyle çok sevdiler ki masal tadında bir hayat yaşadılar. Bir masal kadar kısa ve bir masal kadar büyüleyici. Ve kendilerinden sonra kalanlara uzun uykulara yatmadan önce mutlaka anlatılması gereken tatlı bir masal. Bu acımasız dünyada haraç mezat değil büyük bir aşkla birbirlerini seven ve bu sevgiyle tüm zorlukları yenen birer masal kahramanıydı onlar. Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin gibi. Ve onlar aslında hiç ölmediler.
Erhan ARAN
27/10/2006
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.