- 949 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Yazı Tura Hayatlar
“Ya yazıyı seçmişsinizdir ya da turayı; dik gelme ihtimalini düşünmeden hayatta. Payınıza ya yatarken ölüm düşmüştür ya da kimliğinizi gösterirken kafanıza kurşun yiyerek ölmüşsünüzdür....”
Ağustos bütün hıncını almak istercesine, bütün öfkesiyle kavuruyor istanbulu. Şehir içi otobüslerinin birtanesinde, sıcaklara inat güneşin ısıttığı cama başını yaslayarak, açılmayan trafiğin bunaltısına kapılmadan usulca dışarıyı seyrediyordu Tual. Farkında olmadan yaptığı el kol hareketleriyle ve kendine kendine sarfettiği cümlelerin içinde düşüncelerinde kaybolurken, ona garipseyen insanların bakışlarına maruz kalıyordu. Annesini ve babasını bir yıl önce, yine böyle ağustos’un istanbula öfke kustuğu bir gecede, çığlaklara boğarak geceyi, şehri yerinden oynatan bir depremde enkaz yığının altında bırakmak zorunda kalmıştı. Elinde kalan son aile fotoğrafı kız kardeşiydi artık. Çocukluğunun omuzlarına yerleşen, parçalanmış hayatlarının tek bütün parçası kız kardeşinin ebeveynliğiydi. Ne olursa olsun birgün kapılarını çalacak olursa, kardeşinide alıp zorla kaçtığı çocuk esirgeme kurumunun memurları, asla onlara kaptırmayacaktı, elinde kalan son resmini bir kez daha.
Zayıf ve sıska bir çocuktu Tual, daha ebeveyenlik sorumluluğunu üzerine alacak kadar ciddileşmemiş yüzü halâ çocuksuydu ve bakışları bu şehrin kaldıramayacağı kadar tebessüm doluydu. Kimliğini enkaz altında bıraktığından beri, kimliksiz dolaşırdı şehirde. Nerede bir polis görse yolunu değiştirmek zorunda kalıyordu. Biliyordu çünkü; kimliğini sorduklarında onlara gösterecek bir kimliği olmadığından, kardeşiyle birlikte alı konulacak, başka ailelerin yanında zorla başka kimlikler verilecekti; son aile resminin parçalanmasına aldırmayarak.
Gözleri usulca otobüsün camından, açılmış olan trafikte araçların tozu dumana katarak geçtiği caddeye takılıyordu. Aklına durmadan dün gece gördüğü rüya takılmıştı. Garip ve anlaşılmaz derecede aptalca bir düş diye geçiriyordu içinden. Rüyasında; güneşin ufuk çizgisinden iki parmak yüksekte olduğu bir alanda, hiç tanımadığı bir adamla dinsel muhabbetlere girmişti. Ve bir anda önlerinde cemaate namaz kıldıran bir imam belirdi. Ama adam imamın kıldırdığı namaza uymuyor, kafasına göre yapıyordu ibadetini. Duruşu, bakışı, herşeyi yanlıştı adamın, saçmaydı. Zaten bu rüyada saçma diye geçirdi içinden, Tual. Ne kadar inançlı olduğunu söylesede, gerektiği gibi yerine getiremiyordu inançlarını, üzerine yüklenen sorumluluğun altında herşey anlamını yitiriyordu çünkü.
Otobüs giderek ineceği durağa yaklaşırken, saatine baktığında, vakitin daha erken olduğunu görünce. Akşam olduğunda alacağı yevmiyenin eksiksiz olacağını düşününce, tatlı bir tebessüm belirdi yüzünde. Çocuk esirgeme kurumundan kaçtığından beri, nihayet ona anlayış göstererek yanında iş veren lokantanın sahibi Osman ustayada mahçup olmayacağını düşünceside yerleşince, minnet dolu bir duygu kapladı yüreğini. Osman usta herne kadar yardımcı olsada, konu iş meselesine geldiğinde savsaklıktan hoşlanmayan ve işini aksatanın hiç düşümeden yevmiyesini kesen bir adamdı. Ama bu Tual’i ilgilendirmiyordu. Onun için önemli olan kardeşini doyurabilecek bir iş bulmasıydı.
Gün boyu kardeşinin hayallerini, geleceğini temizlemek ister gibi yıkıyordu bulaşıkları. Yavaş yavaş mesai saatinin bitimine yaklaşırken yorgun bedenine, halâ dün gece gördüğü rüya tecavüz ediyordu; hiç böle takıntılı olmadığından anlam veremiyordu. Mesai saati bittiğinde, tencerede kalan bir porsiyonlık yemeği ve bir parça ekmeği kardeşine paketleyerek, gün boyu çalışmasının emeği olan yevmiyesini alarak dışarı çıktığında, ağustos nedeniye havanın kararmaması ve kardeşinin karanlıkta kalmayacağını düşünmek içinde mutluluk rüzgarları estirmişti.
Gün boyu dalaverelerle, aşağılanmalarla, bozuk düzenle iç içe girmiş, İstanbulun kalabalık, onun gibi bir an önce eve gitme telaşına düşmüş insanların arasına dalarak, otobüs durağında aldı nefesi. O gün şanslı gününde olacak ki, otobüs kalabalık değildi. Boş bulduğu koltuğa otururken, yanındaki adamın sevecen tebessümleri dikkatini çekmişti. Uzun zamandır böyle sevecen tebessümle karşılaşmadığını anımsadı bir an. Adam tatlı bir tebessümle Tual’e dönerek;
-delikanlı merhaba; işten mi, diye sordu.
-evet işten geliyorum amca, diyerek cevapladı adamın sorduğu soruyu cevapsız bırakmayarak.
Adam durmadan sorular soruyor, Tual’de birinin ilgisinin özlemiyle tüm sorulara cevap veriyordu. Adamın yüzünde açan çiçekler umut veriyordu, Tual’e. Adam durmadan nasihatler verirken, Tual gözyaşları içinde başından geçenleri anlatıyordu. Adamın elini bir pazısında hissetiğinde, gözlerini kaldırdığında adamın hala tatlı bir tebessümle güldüğünü gördü, bu içini kıdıklamıştı. Adam yüzünde umut veren gülümsemeyle;
-ağlama delikanlı; bak bugüne kadar ne güzel mucadele etmişsin. Görüyorum ki, güçlü bir yapıya sahipsin. Eğer kardeşin böyle ağladığını görürse ne yaparsın. Hadi sil gözyaşlarını. Bak ne kadar güçlü kasların var, zayıf olmana rağmen. Taşı sıksan suyunu çıkarırsın. Hadi sil gözyaşlarını, dedi adam.
Tual kafasını tamam anlamında sallayarak kafasını, koluna silerken gözyaşlarını, adam tekrar Tual’e dönerek;
-nerde oturuyorsun delikanlı diye sorar, diye sorar.
Tual başını kaldırıp camdan baktığında, bir durak sonra ineceğini söyler.
Adam suratına şaşkın bir ifade takınarak ;
-aa aynı yerde oturuyoruz. Bugün şanslı gününde olmalısın delikanlı. Hadi bize gidelimde şu üstüne başına bir çeki düzen verelim. Üç beş’te ötü beri vereyim kızkardeşinle oturur afiyetle yersin. Kızcağız güzel bir ev yemeği yesin bari, der.
Tual’in tüm kilitli kapılarını açan anahtar kelime, adamın söylediği her cümlenin sonuna ekleniyordu, kızkardeşin. Çekimser bir tavırla kabul etti.
Otobüsten indiklerinde güneş ufuk çizgisinden iki parmak yüksekde olduğunu görmek, Tual’e dünkü düşünü anımsattı. Adamın tekrar lafa girişiyle dağıldı rüyası, adam Tual’ e dönerek;
-geldik delikanlı, işte benim ev burası derken;
Tual çekimser ve utangaç bir tavırla güzelmiş demekten başka bir şey diyemedi. Adam kapıyı açıp ilk önce Tual’ e yol verip buyur etti içeri. İçerisi eve yeni girdiklerinden doğal olarak loş bir karanlık vardı. Tual’ in elleri refleks olarak elektrik lambasını ararken, bir anda adamın bedeninin, vucuduna yapıştığını hissetti. Tual;
-amca ben önündeyim hala ışıklar yok galiba, dedi yüreği hoplayarak. Adam Tualin omuzlarından tutarak;
-bırak şimdi ışığı, geç içeri derken vucudunu dahada bastırarak Tual’in vucuduna yaslıyordu, yüzüne şimdi pis bir gülümseme ve ses tonu takınarak. Tual anlamıştı birşeylerin ters gittiğini, adama yalvaran ses tonuyla;
-amca ne olur bırak gideyim, kardeşim beni merak eder derken, adam ses tonu artıran sesle;
-kes lan sesini gir içeri, işimi görüp gideceksin. Bırak zırlamayı, yoksa kardeşinide getiririm buraya, derken Tual gördüğü düşün anlamını anlayarak ağlıyordu. Adam pantolununu indirip Tual’ e diz çöktürdü. Ondan sonrası;
arda arda gelen kusmalar, acıdan bağırmamak için sıkılan dişler yüzünden diş etlerinin parçalanması ve kan çanağına dönmüş gözler. Öylece ayrıldı adamın evinden, utancından kardeşine ayırdığı yemeği unutarak. Ağlayarak sokaklarda boş boş dolanırken, koştururken sağa sola polisin dur ihtarrıyla birlikte, ayrı bir korku dalgası kapladı yüreğini. Dur diyordu polis dur. Ama Tual deliye dönmüştü. Kulağında ve beyninde, anne ve babasının enkaz altında ki feryatları, kardeşinin ağlayışları, gördüğü rüya, yaşamış olduğu az önce iğrençlikler ve polisin dur sesleri, harmanlanıp beyninde dolanıyordu. Kulaklarını tıkıyordu herşeye. Polis son kez;
-dur yoksa ateş ederim. Ver kimliğini, dedi. Tual çıldırmış gibiydi ve refleksle eli kimliği olamayan cüzdanına giderken, öyle hızlı hareket etmişti ki, polisin namlusundan çıkan kurşun, Tual’in beyninde yuva yapmıştı. Kanlar içindeki Tual, savrularak yere düşerken, cebinden düşen yevmiyesinden olan beşyüzbinlik demir para yerde yuvarlandı, yuvarlandı ve geldi tura.
Şimdi siz söyleyin bakalım. Yazı mı yoksa tura mı...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.