KORAMAZ’IN ALIÇLARI
Koramaz’ın alıçları kızardı mı ola? Tataman Ağa’nın başı çekerek bizi sabahın kör karanlığında eşeklere bindirip Koramaz’a götürüşünü hatırlıyorum. O kör karanlıkta “Tol’a geldik”, “Kurt Deliği’ne geldik” deyişi kulaklarımdan gitmiyor. Arada bir de bizlere cesaret vermek için çıkardığı sesler, bu adam niye böyle bağıra çağıra eşek sırtında gidiyor deyip de anlamadığımız o vakitleri şimdi anlıyorum. Yazıda sabahın ilk ayazında üşüyen bizlere gün ağarırken ateş yakıp ekmek kızartışı ve sıcak ekmeği peynirle yiyişimiz... Biz çocuklar için masal gibi şeylerdi bunlar. İşte o zaman başka masallar da duyduk Tataman Ağa’nın dilinden...
Koramaz’ın tepesine çıkınca koca bir höyük görmüştük. Tataman Ağa, bu höyüğün gavurlardan kalma olduğunu söylemişti. Biz yeni yetmeler 10-12 yaşlarındayız. Gavuru nerde gördük ki bilelim.
-Gavurların burda işi neymiş Tataman Ağa?
-Buralar hep onların yurduymuş zamanında. Aha şurada Ayvasıl dedikleri bir yer var. Burada sürekli ateş yanarmış, bu kulelerden diğer kulelere ateşle haber verip işaretleşirlermiş.
Ben yıllar sonra Vasili’den duydum ki burada Aya Vasil isimli bir azizin kandili varmış ve yaz kış yanarmış. Bak sen, bizim Tataman Ağa’nın masal diyerek dinlediğim sözleri meğerse gerçekmiş.
-Şu Gergeme’de burçta kocaman bir kiliseleri varmış, yıkmışlar. Şimdiki Papaz Çeşmesi var ya, orada kilise imiş, sadece çeşmesi kalmış şimdi. Arada bir gelirler canım. Gavurun oğlu unutmaz buraları.
Evet unutmadılar. Unutamazlar da... Hepsi de atalarının bu topraklarda gezindiğini hayal etmek için buralara geliyorlar. Atalarından bir iz arayıp duruyorlar sürekli. Lakin onlar yok, onlara ait bir şey bırakmadık biz. İyi mi ettik, kötü mü ettik bilmiyoruz ama kara cahilliğimize birileri çanak tuttu, elimize ne geçirdiysek talan ettik.
Biz çadırlarda oturmuşuz, onlar evlerde... Biz ata binmişiz, onlar buğday ekmişler. Biz bazlama yapmışız, onlar fırınlarında türlü türlü yemekler... Devlet bizi dağlardan şehre indirmek için her yolu denemiş, camiler yapmışlar. Camilerin etrafına mahalleler kurmuşlar. Biz onlara çok şey anlatmışız, onlar bize. Karşılıklı yetiştirmişiz birbirimizi. Komşu olmuşuz. İslamın ulu mabedi Ulu Cami’nin yanı başına dizi dizi Türk evleri yapılmış. Sarımsaklı Yörüklerinin taa Orta Asya’dan başlayan maceraları burada noktalanmış sanmayın, devlet iyisiniz, hoşsunuz deyip bunların bir bölümünü Balıkesir’e, bir bölümünü de Serez’e yerleştirmiş. Vay babam vay... aradan yüzlerce yıl geçmiş, bunu hatırlayacak birileri yok ki, hatırlasın.
***
Koramaz dağı tarlan olsun
Eğer saban geçer ise
Her haneden bir yumurta
Eğer köylü verir ise
Hasan sen paşasın
Şu dağları aşasın
Yine Sarımsaklı’da
Paşalığını yapasın
Bunu unutmamam lazım. Bunu unutmamam lazım. Ve unutmadım işte... Yıllar önce Tataman Ağanın anlattığı bu hikayenin tekerlemesini unutmadım.
Sarımsaklı’dan bir adam padişahın huzuruna gelip Sarımsaklı’da paşalık yaptığını söylemiş. Padişah, adamı dinlemiş ki hoşsohbet, hafif de uçuk biri. Onu üzmek istememiş. Yoksa kim padişahın huzuruna gelir de kendi kendine ilan ettiği paşalığın beratını ister? İşte o zaman padişah bu tekerlemeyi berat olarak yazıp adamın eline tutuşturuvermiş.
***
Tataman Ağa, önce cılız alıç ağacını sallıyor, biz altındaki alıçları heybemize, torbalarımıza dolduruyoruz. Bazıları da sallamakla dökülmüyor tabii ki... Tataman Ağanın elinde ince uzun bir değnek var, adına “çıbık” diyor, onunla vuruyor dallara... Bu iş öyle hoşumuza gidiyor ki, oyun gibi geliyor bize. O tozlu alıçlardan arada bir mideye indirdiğimizde Tataman Ağa uyarıyor bizleri:
-Çok yemeyin karnınız ağrır!
-İçi kurtlu olur, içine bakınnn!
Çocukluk işte, bir kulağımızdan giriyor, birinden çıkıyor. Derken karnımızda bir şeyler oluyor, bir sancı inceden inceden dolaşıyor duruyor.
-Demedim mi ah demedim mi size?
Ne kadar sıkıntılı olursa olsun, ne kadar kurtlu olursa olsun, Koramaz’ın alıçlarını özledim. Şöyle cebime bir avuç doldursam da geze geze yesem. Tol’a, Pöyrenk’e, Kurt Deliğine uğrasam... Okulun önünde topladığım alıçları arkadaşlara dağıtsam. Kurtlu çıkan alıçları bir ağız dolusu tükürsek de tazelerini arayıp bulsak. Tataman Ağa olsa da, yine bizlere “Çok yemeyin karnınız ağrır” dese de, biz onu dinlemeyip bir süre karnımız ağrısa...
Koramaz’ın ardı kararınca bir güzel yağmur yağsa... Yağmurdan sonra bir güneş açsa, “ebem kuşağı” dediğimiz gök kuşağının altından geçmek için kıyasıya koşsak... Nefeslerimiz tükenip yorulsak. Kevser Anam, yorulup yoşuduğumuzu görüp “Ebem kuşağının altından geçmeyin, geçerseniz kızlar oğlan olurmuş, oğlanlar kız...” dese. Biz oracıkta kazık gibi saplanıp kalırken kızlar koşmaya devam etse. Biz de şaşkın şaşkın onları izlesek.
Akka Haladan, Maviş Anneden, Gökşen Teyzeden bulgur, yağ, soğan toplasak... Bir çaputtan udu yapıp “udu” gezdirsek. Şöyle artı şeklinde bir ağacı bağlayıp ona kocaman bir kafa, iki kol, iki kısa ayak yapsak, işte sana olur “udu”. O yağmurda yaşta “udu”yu gezdirirken udunun türküsünü söylesek:
Udu udu gördün mü
Uduya selam verdin mi
Udu kapıdan geçerken
Bir dolu yağmur verdin mi
Koramazın kuyusuna
Ekincinin tarlasına
Ver ver Allahım ver
Bir dolu yağmur
desek. Van Kız Hala, güzel bir bulgur pilavı pişirse... Selçuk, Ali, Selahattin, Efe, Ahmet, Bayram hep bir sofraya yanaşıp kaşık kaşık bulgur pilavı yesek...
Yassı Çayır’a çıksak madımak toplasak... Kızlar türlü çiçekleri toplayıp başlarına taç yapsalar. Bir yağmur yağsa, Arap kızı camdan baksa, biz Arap kızından korkup kaçsak.
Koramaz’ın alıçları kızarsa, biz çocuk olsak... Ya da biz çocuk olsak, Koramaz’ın alıçları kızarsa...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.