FİDAN KIZ...
"İnsan bir şeyi ciddi olarak istemeye görsün, hiçbir şey erişilemeyecek kadar yükseklerde değildir"... Ünlü yazar Andersen’in bu sözü hiç aklımdan çıkmaz, taa çocukluğumdan beri... Bir masalında okumuştum...
Çok şey isteriz hayattan öyle değil mi?...İyi bir işimiz, başımızı sokacak bir evimiz, yanında olmaktan mutluluk duyacağımız bir eşimiz, bol paramız, gösterişli bir arabamız, hatta yatımız-yazlığımız, belki bir uçağımız olsun isteriz... Kimi zaman da şanın şöhretin peşinden koşarız. İsteklerin ardı arkası gelmez. Biri biterken diğeri başlar. Ama her kişinin bir öyküsü vardır istediği şeye ulaşma sürecinde geçen. Kimi mutlu sonlanır bu öykülerin, kimi de mutsuz... Kimine isteğine ulaşmada her yol mubahtır, kimineyse yalnızca aklı, yüreği, azmi, cesareti eşlik eder isteğine ulaşırken. Ve hiçbir ödün vermez kişiliğinden...Tıpkı FİDAN KIZ gibi...
.....
Doğu’da bir ilçede öğretmenlik yaptığım yıllarda tanımıştım onu... Kara zeytin tanesi gibi gözleri vardı; her zaman ışıltılı, her zaman aydınlık... Gencecik omuzlarında öyle bir yük taşıyordu ki, hayvanlara bakıyor, tezek yapıyor, kardeşleriyle ilgileniyor, ev işleriyle uğraşıyor ve bütün bunların yanı sıra okula gidip geliyordu... Biliyordum ki, o bu işlerin tümüne razıydı. Yeter ki okula gitmesi engellenmesin... Bu hakkı kolay elde etmemişti çünkü... Babası ilkokuldan sonra izin vermemişti okumasına...Yalvar yakar olmuş kar etmemiş... Ne zaman ki susmuş, hiç konuşmamış bir daha, o zaman insafa gelmiş babası. Bu nedenle yaşıtlarına göre geç başlamıştı ortaokula. Bir gün sordum ona:
-Ne kadar sürdü suskunluğun?
-Üç yıl...dedi.
- Üç yıl boyunca kimseyle konuşmadın mı?
- Ne babamla, ne annemle, ne de kardeşlerimle, ne de bir başkasıyla hiç konuşmadım
- Nasıl dayanabildin peki?..
- Ağaçlarla, çiçeklerle, kuşlarla, dağla-taşla konuştum. Hem de bağıra bağıra…
Ben okumak istiyorum dedim... Okumak ve kendi geleceğimi kendim kurmak... Ayaklarımın üzerinde durabilmek, kendi kazandığımı harcayabilmek, değişik yerler, değişik insanlar tanımak istiyorum dedim... Biliyor musunuz, beni dinlediklerine inandım. Dinlediklerine ve hak verdiklerine... Duruşlarından, tavırlarından, kıpırtılarından, sessizliklerinden anladım bunu... Oysa aynı şeyleri babama da anlatmıştım. O beni dinlemedi bile. Yalnızca kızdı, bağırdı, yasakladı...
- Sonunda onu ikna ettin ama!..
-Suskunluğum yüreğine taş gibi oturdu. Aslında annem ve kardeşlerimin de pek sesi çıkmaz evde... İlk ve son sözü söyleyen hep babam olur. Onların suskunluğu bir yerde hoşuna gider, kendi gücünü ve otoritesini bulur bu sessizlikte... Benim suskunluğum bir karşı gelmeydi, bir baş kaldırıştı…O, bunu fark etti ve yenik düştü…
- Ya hiç kabul etmeseydi?..
- Ömrümün sonuna kadar sürdürürdüm bu suskunluğu... En çok gücüme giden de ne biliyor musunuz öğretmenim?.. Birçok çocuk için sıradan bir olay olan "okula gitme", benim için kazanılması güç bir savaştı... Ama yılmadım ve kazandım... Gerekirse yeniden savaşırım...
.....
Orada öğretmenlik yaptığım sürece en başarılı öğrencilerimden biri oldu Fidan Kız... Kitaplığımdaki kitapları tek tek okudu... Ne ödev verdimse, eksiksiz yapıp getirdi. Etkinliklerde hep başı çekti... En başarılı yazılı kağıtlarını o verdi. İnci gibi el yazısıyla yazıp getirdiği öykülerini soluksuz okudum. Okudum ve gururlandım... Bir başka yere tayin olup gittiğimde, neler yaptığını, neler yazdığını yürek coşkusuyla anlatan mektuplar aldım ondan... Hala da alıyorum... O şimdi bir ilköğretim okulunda öğretmen...
Gözün arkada kalmasın ünlü masalcı Andersen, senin sözünün doğruluğunu kanıtlayan biri var uzaklarda...Belki yüzlercesi...