KÜTÜPHANE GÜNLERİM...
İlkokul 3. sınıftaydım… Doğduğum şehrin, okulla ev arasındaki sınırlı yolunu her sabah ve öğlen arşınlarken, ister istemez önünden geçiyordum… Kocaman tabelası dikkatimi çekiyordu: İl Halk Kütüphanesi… Gerçi öğretmenimiz kütüphanelerin nasıl bir yer olduğunu bize anlatmıştı ama, orada nasıl davranılır, herkes girebilir mi, açıkçası pek fazla bilgim yoktu…
Bir teneffüs arası öğretmenime: “Ben İl Halk Kütüphanesine gidebilir miyim” diye sordum…
“Git” dedi öğretmenim. “Git ve üye ol… Ödünç aldığın ilk kitabı da oku, daha sonra sınıfta arkadaşlarına özetle…”
Öğretmenimden aldığım cesaretle ve annemden yalvar yakar kopardığım izinle bir öğleden sonrası -gözüme kutsal bir yer gibi görünen- İl Halk Kütüphanesinden içeri adımımı attım… Biraz tedirgindim. Kimlerle, nasıl bir ortamla karşılaşacağımı bilemiyordum… Bir de okuduğum kitabı özetleme gibi bir sorumluluk yüklendiği için heyecanlıydım…
İçeri girince, hafif bir rutubet kokusuyla ve derin bir sessizlikle karşılaştım… Masa başındaki görevliye yaklaşıp, sessizliği bozarım korkusu içinde fısıltıyla : “Ben kütüphaneye üye olmak istiyorum” dedim. Görevli tedirginliğimi anlayıp, gülümseyen bir yüzle: Adımı, kaç yaşında olduğumu, okulumu, adresimi sordu…Ve bana bir üyelik kartı düzenleyip verdi… Ardından da üyelik ücreti istedi… Yanımda yeterli param yoktu…
‘Tamam o zaman!’ dedi, ‘Sana güveniyorum. Bir dahaki gelişinde getirirsin… ‘Hadi gel şimdi sana, kütüphaneden nasıl yararlanacağını göstereyim.’
Önce bol çekmeceli bir dolabın önünde durduk…Burada, kütüphanedeki tüm kitapların bilgisi vardı. Hem kitap adına, hem de yazar adına göre kartlar düzenlenmişti…
‘ Bir kitap seçmek istediğinde, Önce bu kartlardan kitabın numarasını bulup bana söyleyeceksin’ dedi görevli memur… Sonra ben sana kitabın hangi rafta olduğunu bulup vereceğim… Sen raftaki kitaplara dokunmayacaksın ama!..’ O sırada bir gürültü duydum… Görevli memur aniden ciddileşip:
‘Şiiişt sessiz olun bakayım!..’ diye gürledi… Açıkçası büyükçe bir masanın başında oturmuş, kimi kitap okuyan, kimi de önündeki kalın kitaplardan defterlerine bir şeyler yazan, benden büyük çocukların varlığını o an fark ettim…
Sonra dergiler bölümünü gezdik: Doğan Kardeş, Çocuk Bahçesi, Mavi kırlangıç pırıl pırıl ve rengarenk kapaklarıyla ilk gözüme çarpanlar oldu…
Koca salonun dört bir tarafı raflarla ve rafların içi, dizi dizi, mavi-kahverengi cilt beziyle kaplanmış kitaplarla doluydu… O güne kadar kitap adına, 2-3 masal kitabından ve 4-5 Teksas- Tommikis’ten başka bir varlığı ve tanışıklığı olmayan ben, tam bir şaşkınlık içindeydim… Bu kadar kitaptan hangisini seçip okuyacaktım1..
‘Şeeey!..’ dedim, ‘Bugünlük siz bana bir kitap seçseniz, okuduktan sonra, sınıfta arkadaşlarıma anlatacağım da…’
Hızla bir rafa yöneldi kütüphane memuru ve eliyle koymuş gibi bir kitap seçti… ‘Al bunu oku, hem yaşına uygun, hem de seveceksin!..’ dedi.
Büyük harflerle:Ömer Seyfettin, Hikayeleri (1) yazıyordu kitabın üzerinde…
‘Tamam..’ dedim, ‘Ben bu kitabı okuyup sonra getireceğim!…’ Hemen sanki elimden alıverir kaygısıyla koşar adım kapıya yöneldim…
‘Dur gitme!..’ diye seslendi memur. ‘Kitabın arkasındaki listeye hangi tarihte aldığını yazalım…’ Bak, 15 gün içinde getireceksin kitabı olur mu?...
Hiç 15 gün sonunda getirmedim kitapları… Neredeyse 15 güne 10 kitap sığdırdım… Annemin-babamın:’ Bırak oğlum o kitapları da, dersine çalış’ telaşlarına kulak tıkayıp Ömer Seyfettin’den Sait Faik’e, Guy de Maupassant’tan Çehov’a hızla sürdü yolculuğum…Ben büyüdükçe okuduğum kitaplar da büyüdü…Türk klasikleri, dünya klasikleri…Orhan Kemaller, Reşat Nuriler, Yakup Kadriler, Tolstoylar, Emile Zolalar, Victor Hugolar daha niceleri…
Okuduğum romanlarda, hikayelerde en beğendiğim cümleleri, paragrafları çizgili bir deftere yazdım…
Nasıl, ilk okuduğum Ömer Seyfettin’in ‘Kaşağı’ adlı hikayesi, sınıftaki anlatımımla bana yıldızlı pekiyi kazandırdıysa, bu deftere kaydettiğim cümleler de kompozisyon dersinde yazdığım yazıları süslememe, dolayısıyla iyi notlar olmama yardımcı oldu… Ve de arkadaşlar arasında tanınmama, sevilmeme…Bu defter benim başarı rehberimdi…
Doğduğum şehirdeki o kütüphane hâlâ yerinde duruyor, şimdiki yaşadığım şehirde de kütüphane tabelalarına rastlıyorum. Ama bilmiyorum çocuklar ve gençler kütüphanelere gidiyorlar mı artık…
Teknolojinin büyüsü, Kütüphanelerin mabet sessizliğine galip mi geldi dersiniz?
YORUMLAR
Bende kitap okuma heyecanını ve zevkini bir kütüphanede bulmuştum...
Okul kütüphanesiydi... Orta okulu bitirmeden rus klasiklerini bitirmiştim..
Gece lambası eşliğindeki kitap okuma ritüellerimi hatırlıyorum.
Ama ben en çok sanam kağıda basılmış eski kitapları severdim. Hala öyle.. Çünkü kitap kokuyorlar, mürekkep değil...
Çok önemli kütüphaneler... Nasıl sahneye bir kez bile adım atan biri- sahne tozu yuttu - derler hani, bir daha iflah olmazsa, kütüphaneye giden bir çocuk için de aynı durum söz konusudur...
Hala ene sevdiğim yerlerdir kütüphaneler ve kitapçı dükkanları...
Bir yazan için çok güzel bir konu...
Anlatm da güzel... Okumanın yararları işte...
Teşekkürler...
Sevgi ve saygı ile...