Kötülük etmeden pişman olmanın en iyi şekli, iyilik etmektir. bretonne
cakirismail
cakirismail

MEHLİKA SULTAN'A AŞIK YEDİ GENÇ 1

Yorum

MEHLİKA SULTAN'A AŞIK YEDİ GENÇ 1

0

Yorum

0

Beğeni

0,0

Puan

65

Okunma

MEHLİKA SULTAN'A AŞIK YEDİ GENÇ 1

MEHLİKA SULTAN'A AŞIK YEDİ GENÇ 1

Önsöz

İnsanlık tarihi boyunca, gerçekler gizlenmiş, efsaneler anlatılmış, inanışlar yaşanmıştır. Her kuşak kendi gölgesinde yürürken, bazen eskiyi unutmuş, bazen yeniyi sorgulamıştır. Bu hikâye, sıradan bir zamanın ötesinde, inançların, umutların ve fedakârlıkların buluştuğu bir yerde başlar.

Yedi genç… Sadece bedenleriyle değil, ruhlarıyla da bir ümmetin simgesi olmuşlardır. Onlar, zulüm ve karanlığa karşı inancın sarsılmaz gücünü temsil eder. Yaşadıkları zamanın ötesinde, sonsuzluğa uzanan bu yolculuk, insanlığın hakikat arayışının en güzel yankısıdır.

Bu romanda, tarih ve iman iç içe geçer; mit ile gerçek birbirine dokunur. Siz okurlar, bu sayfalarda sadece bir hikâye değil; bir mana, bir yol, bir ışık arayacaksınız.

Hazır olun, kapılar aralanıyor. Adım adım, kutsal bir uykudan uyanışa, kadim sırların ışığında ilerleyeceğiz.


BÖLÜM 1 – KANUNUN VE İNANCIN ÇARPIŞTIĞI YIL

MS 44, Kudüs – Roma Valiliği Avlusu

Sabah güneşi Kudüs’ün taş duvarlarına vurduğunda, bir adam zincirli elleriyle meydana getirildi. Hz. Yakup, balıkçıydı. Yıllar önce elindeki ağları bir gün bırakıp Hz. İsa’nın havarisi olmak için peşine düşmüştü.

Sabahın ilk ışıkları, Kudüs’ün kum rengi taş duvarlarına ince bir huzme gibi yayılmıştı. Roma valiliğinin avlusu her zamanki gibi sessiz değildi bu sabah. Kılıç sesleri, asker çizmelerinin taş zeminde çıkardığı yankılar ve fısıldaşmalar… bir infazın kokusu vardı havada.

Yakup getirildi. Zincire vurulmuş elleriyle dik duruyordu. Başını eğmedi. Ne bağırdı ne de yalvardı. Gözleri yalnızca gökyüzüne kilitlenmişti.

Yargılama hızlı olmuştu. Karar daha önceden verilmiş gibiydi.

Onu getiren Roma muhafızları için bu iş sıradandı. Fakat izleyen kalabalık için... bu yalnızca bir adamın infazı değildi. Bir inancın, bir umudun, bir meydan okumanın sessizce bastırılmasıydı.

Tam o sırada, kalabalığın arka sıralarında, babasının cübbesinin ucuna tutunmuş bir çocuk vardı. En fazla sekiz yaşındaydı. Gözleri korkuyla değil, dikkatle bakıyordu olan bitene.

Yakup (Luka 12:3’te geçen) son sözünü haykırdı: "Karanlıkta söylediğimiz her şey bir gün aydınlıkta duyulacak. Dört duvar arasında fısıldadıklarımız bir gün damlardan yayılacak..."

Roma muhafızlarından biri Yakup’un arkasına geçti. Kılıç sesi duyulduğunda meydandaki sessizlik bozulmadı. Hiç kimse bağırmadı. Herkes sadece baktı. Yakup’un başı yere düştü. Cesedi oracıkta kaldı. Kalabalıkta bir ürperti oldu. Fakat çocuk, gözünü kırpmadan seyretti. Babası eğildi, kulağına fısıldadı:

“O adam suçsuzdu oğlum. Sadece inandığı için öldürüldü...”

Çocuk, başını hafifçe eğdi. Yaşından beklenmeyen bir vakarla cevap verdi:

“Eğer biz de inandığımız için öleceksek... buna değer.”

Babası o an suskun kaldı. İlk kez kendi çocuğunun gözlerinde bir direniş tohumu gördü.

Roma Valisi ise o gün Roma’ya bir rapor yazıyordu: “Kudüs’teki isyan kökünden bastırılmıştır. Halk sindirilmiş, korku hâkim kılınmıştır.”

Ama o gün, o meydanda, bir çocuğun kalbine bir kıvılcım düştüğünün farkında değildi.


BÖLÜM 2 – TAŞLARIN İÇİNDE YANKILANAN SES

Kudüs’te infaz edilen Yakup’un ardından, henüz sekiz yaşında olan bir çocukta yanan o kıvılcım, yıllar boyunca sönmedi, büyüyüp yayıldı.

Yıllar sonra taş mağaraların içinde "Hazreti Pir" diye anılan bir bilgeye dönüşmüştü. Adını ve yaşını bilen pek yoktu. Ama sesi, her kulağa tanıdık gelirdi. Belki yüz yaşını geçmişti ama bedeni hâlâ gençliğin kıvılcımını taşıyordu. Bir kez onun ders halkasına katılan, bir daha geri dönemezdi. Gönlü orada kalırdı.

Uzakta, dağlık ve taşlık bir bölgede, gizli geçitlerden geçilerek ulaşılan bir mağaranın içinde titrek bir kandil ışığı altında toplanmış gençler, dizleri üzerine oturmuştu. Her biri başka soydan, başka hikâyeden ama aynı arayıştaydı. Ve hepsine yol gösteren aynı kişiydi.

Hz. Pir’in elinde, gizlice sakladığı bir Barnabas nüshası vardı Ders halkasında bu parşömenlerden pasajlar okuyarak gençleri eğitiyordu.:

“İsa cevap verdi: ’Ben Tanrı değilim. Ben, Tanrı’nın bir kuluyum. Tanrı benim üzerimde hükümrandır.’” (Barnabas İncili, 70. bölüm)

“Yahuda İskariot İsa’ya benzedi ve onu çarmıha gerdiler. Tanrı, İsa’yı göğe yükseltti.” (Barnabas İncili, 217. bölüm)

“Tanrı’nın elçisi Muhammed, dünyaya geldiğinde bu alçakgönüllülüğün simgesi olacak ve hakikatin yolunu gösterecek. O’nun ayakkabı bağlarını çözecek değerde değilsem de, Allah’tan O’nu görme rahmet ve bereketini aldım” (Barnabas İncili, 97. bölüm)

Gençlerden biri sordu: "Tanrı’nın elçisi Muhammed geldikten sonra, daha başka peygamberler gelecek mi?"

Hz. Pir cevap verdi: "Ondan sonra Allah tarafından gönderilen hiç bir peygamber gelmeyecek ama, pek çok yalancı peygamber gelecek; ki ben buna üzülüyorum."

Hz. Pir pasajları okumaya devam etti.

“Tanrı birdir, O ne doğurur ne doğurulmuştur. Tanrı’nın oğlu olduğunu söyleyen, büyük bir küfrü dillendirmiş olur.” (Barnabas İncili, 53. bölüm)

“Tanrı Musa’ya kırk gün oruç tutmasını emretti. İşte bu yüzden, oruç tutan kimse Tanrı’ya daha yakındır.” (Barnabas İncili, 23. bölüm)

“Bir deve, bir iğne deliğinden daha kolay geçer; ama kibirli bir zengin Tanrı’nın cennetine giremez.” (Barnabas İncili, 69. bölüm)

“Bakın evlatlarım,” dedi Hz. Pir, eski bir parşömenin köşesini özenle açarken. “İsa aleyhisselâm buyurmuş ki: ‘Ben Tanrı değilim. Ben Tanrı’nın bir kuluyum.’ İşte, biz bunu bilmekle mükellefiz.”

Mağaranın taş duvarlarında yankılanan o yumuşak, derin sesi duyuldu.

“Vakti geldiğinde fısıltımız, dağlara çarpıp göklere haykırılacaktır. Siz o vakti bekleyenlerdensiniz... Belki de taşıyanlar.”

İçlerinden biri, heyecanla sordu:

"Pir’im... Bu fısıltımız ne zaman haykırış olur?"

Hz. Pir gözlerini kapadı. Yüzünde zamanın izleri vardı ama gözleri hâlâ parlıyordu.

“Karanlık en koyu hâlini aldığında, şafak da yaklaşmış demektir. Her hakikat, önce inkâr edilir. Sonra alaya alınır. Ardından savaş açılır. Ve en sonunda kabul edilir. Biz şimdi savaş safhasındayız...”

Hz. Pir, yavaşça doğruldu. Ellerini mağaranın taş duvarına koydu. Elini taşlara sürdü. Taşa oyulmuş eski yazılar vardı.

“Hakikatın yayılması için kalabalıklara değil, yüreğe ihtiyaç vardır. Allah Musa’yı Firavun’a gönderdiğinde yanında yalnız Harun vardı. İsa’nın çevresinde on iki kişi vardı. Kimi ihanet etti. Kimi havarisi olduğunu 3 kez inkar etti. Kimi sesiz kaldı. Kimi kaçtı. Ama mesaj kaldı. Belki siz de kaçmak ve saklanmak zorunda kalırsınız. O zaman sizi unutur insanlar. Ama sözünüz kalır...”

Pir’in gözleri ciddileşti. Elini mağaranın soğuk taşına koydu.

“O, kendisini Tanrı değil, Tanrı’nın kulu ilan etti. Dedi ki: ‘Ben kendiliğimden hiçbir şey yapamam; işittiğime göre yargılarım. Çünkü ben kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yerine getirmeye geldim.’ (Yuhanna 5:30)

Yine dedi ki: ‘Benim Tanrım ve sizin Tanrınız.’ (Yuhanna 20:17)
Bu, kul olmanın en açık beyanıdır.”
Gençler, mağarada yankılanan bu sözlerle büyülenmiş gibi suskunlaştı. Ve Pir devam etti.

“Evlatlarım… Bu sözleri bize ulaştıranlar da bizim gibi can taşıyordu. Ama hakikate sevdalıydılar. Yaşamlarını vermekten çekinmediler. Yakup’un idamından sonra, Petrus, imanını haykırarak baş aşağı çarmıha gerildi. Andreas, kuzeyin soğuk topraklarında, haçın gölgesinde can verdi… Filippus, Frigya’da diri diri çarmıha gerildi. Bartalmay, derisi yüzülerek öldürüldü.”

Bir genç elini yumruk yaptı:

"Neden hep hakikat taşıyanlar eziliyor, Pir’im?"

Pir’in sesi derinleşti:

“Hakikat karanlıkta doğar. Zulüm onun ebesidir. Hakikat, doğarken acı çeker. Ama doğduktan sonra kimse onu susturamaz. O yüzden, her bir şehit, hakikatin şahididir.”

Gençlerin gözleri buğulandı. Bir diğeri hafifçe fısıldadı:

"Hepsi birer yıldız gibi düşmüş göğe..."

Hz. Pir gözlerini gökyüzüne doğru kaldırdı. Mağaranın tavanındaki küçük deliklerden sızan ışığa baktı.

“Ve yıldızlar bir bir düşerken, biz onların izinden gideceğiz. Yol onların kanıyla çizilmiş olabilir. Ama ayaklarımız hâlâ diri. Ve kalbimiz hâlâ hakikatle atıyor.”

O gece, mağarada sadece kelimeler değil, emanet de yankılandı. O kelimeler kalbe dokundu. Kalpten kalbe aktı.

Gençler sustu. Mağarada bir sessizlik oluştu. Kandilin yağı bitti, hafifçe titredi ve söndü. Göz gözü zor seçiyordu artık.

Hz. Pir, son sözünü söyledi o gece:

“Hatırlayın... Karanlıkta dile getirmekten çekindiğiniz hakikat, bir gün aydınlıkta işitilecek. Ve siz, çatılardan haykıracaksınız...”

DEVAM EDECEK...

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Mehlika sultan'a aşık yedi genÇ 1 Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Mehlika sultan'a aşık yedi genÇ 1 yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
MEHLİKA SULTAN'A AŞIK YEDİ GENÇ 1 yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL