0
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
80
Okunma

Fuar Güncesi
Bir fecr vaktiydi. Güneşin ilk ışıkları ufku yoklarken o da kendi uykusunu aralamaya çalışıyordu. Fakat bugün bir tuhaflık vardı,sanki her şey yarımdı.
Gözünü açmaya uğraştı, açtı ama yalnızca bir tanesini..Diğeri kapalı bir perde gibi şişmiş, ağırlaşmıştı. Şaşkınlıkla aynaya koştu. Karşısında duran yüz, günlerdir beklediği kitap fuarının arefesinde hiç de görmek istemeyeceği bir manzarayla karşılıyordu onu. Gözü balon gibi şişmişti, açılmıyordu bile.
“Bu da şimdi nereden çıktı?” diye geçirdi içinden.
“Mürebbi ne demek istemişti? Göz nimetinin kıymetine bir vurgu muydu bu? Ya da yapmak istemediği bazı yüzleşmeleri artık görmesi gerektiğini mi söylüyordu?”
Sorular ardı ardına diziliyor, ama cevap arayacağı dinginlik içinden kaçıp gidiyordu. Üstelik izin alma şansı da yoktu. Bugün hayata yarım bir gözle bakarken yarımları tamamlayacaktı.
Yarım kalmışlıklara aşinaydı..
Kitap fuarını düşündü. Sevdiği yazarları görecek, kitaplarına imza alacak, hatıra fotoğrafları çektirecekti. Kısmet olmadı. Ama biliyordu ki olmayanın da bir hayrı vardı.
Son aylarda dijital kalabalıktan uzaklaşmış, içsel bir muhasebeye yönelmişti. Ruhunun kıyılarında dolaşırken 90’lı yılların sıcaklığını özlediğini fark etmişti. Lise yılları...
Rabbi “kün feyekün” demiş ve o da İslam’ın çekirdeği olan tevhid ile tanışmıştı. İçinde öyle bir sevinç, öyle bir coşku uyanmıştı ki daha önce hiçbir güzellik bu denli dokunmamıştı kalbine. Kitap aşkı da o günlerde başlamıştı. Okul gezisi için verilen harçlığı geziye değil, kitaplara ayırdığı gün…
Dört kişiydiler. Herkesten farklı, kalabalığın yönüne değil hakikatin izine yürüyen bir grup talebe… Okul çıkışı Kışla Caddesi’ni adımlayıp Talebe Kitabevi’ne heyecanla girer, sayfaların kokusunda kaybolurlardı. Ellerine aldıkları her kitabı bir an önce bitirip yenisini alma arzusu içlerinde hep tazeydi.
O yıllarda yazmayı da çok severdi. Yerel radyolara radyo tiyatroları, televizyonlara senaryolar, şiirler ve makaleler gönderirdi. Söyleyemediklerini bir şiire sarar, okulun duvar gazetesine asardı.
Ah o duvar gazetesi! bakmayın duvarda oluşuna, köprü kurar, sır saklar, elçilik yapar hayallere kanat olur, kelimelerden yapılan resme tuval olurdu o duvar.
“Ahhh! derken sanki anıları tek nefeste içine çekmişti “ne güzel yıllardı… Şimdi o günleri birlikte yad edecek birileri olsa. Bana dünyaları değil, yalnızca 90’lı yıllarımı verin yeter.”
Susmuyordu iç sesi!
Bir fırtına esti kuru bir yaprak üzerinde onu tekrar 2025’in Kasımına savurdu.
Bir vesileyle girdiği kültür platformunda ismini daha önce hiç duymadığı bir yazarla karşılaştı. Cümleleri derin, ruhuna tanıdıktı. “Bu kim acaba?” diye fısıldadı kendi kendine. Biraz araştırınca o yazarın birkaç gün sonra fuarda söyleşi yapacağını öğrendi.
Meğer o yazar ile
aynı memlekette doğmuşlar,
aynı yıl dünyaya gelmişler,
aynı kitabevlerinden kitap almışlar,
aynı caddelerde yürümüşler,
aynı hakikat aşkına adanmışlarmış…
Kurtlar Vadisi Filistin ve Diriliş Ertuğrul gibi filmerin senaristliğini yapmış, davasını kalemiyle omuzlayan bir yazar…
Fuar günü geldiğinde gözündeki perde kalkmıştı. Artık ışığı görebiliyordu.
Standları tek tek gezdi; kitaplar aldı, söyleşilere katıldı, fotoğraflar çekildi, imzalar topladı. Ahmet Hocanın standında bir taraftan imza alırken,yıllardır içinde ukde kalan 90’lı yıllardan kırıntılar toplamaya çalıştı. Ruhunun bir köşesi tamamlanmış gibiydi.
Sonra gözleri küçük bir standa takıldı. Tekerlekli sandalyede duran mütevazı bir yazar… Gösterişsiz, sessiz ama derin bir duruşla karşılıyordu ziyaretçileri. Kitaplarına baktı, bir tanesini satın almak istedi ve hangi kitabı önerdiğini sordu. Yazar, kapağında “Ey hayat, alacağım var senden” yazan kitabı uzattı,uzatmaya gücü yettiği kadar.
“Bu söz biraz isyan yüklü değil mi?”
Yazar, zorlanan diliyle bunun isyan değil; hayattan alınan derslerin özü olduğunu anlatmaya çalıştı. “Hayatta asla isyan etmedim,” dedi.
Söz bitti. Kelime tükendi.
Engelleri aşmayı başaran bir ruh duruyordu karşısında ve sıra onu anlamaya gelmişti.
Kitabı okumaya başladığında bir sayfada şu satır gözlerine ilişti:
“Aşk nedir?
Bence aşk, bu dünyadaki en güzel duygudur.
Ama en güzeli ilahi aşktır.
Maddeye duyulan aşk biter,
ilahi aşk ise asla ölmez.
Kuşu seversin ölür,
gülü seversin solar,
anneni, babanı seversin, bir gün istemeden seni terk ederler.
Ama Allah…
O hep seninle, hiç bırakmaz.”
Ve o an kalbinden geçen tek cümle şuydu:
“Bazen bir gün, bir göze sığar,bazen bir göz, koca bir hakikati öğretir. Sahi kaç göz vardı insanda kaç tanesi görüyordu?"
5.0
100% (2)