0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
127
Okunma
İmam Ahmed bin Hanbel: Direnişin ve Sabrın İmamı
Yazar: Murat Kerem
Zindanda Büyüyen Bir Nur
Bağdat… Abbâsî hilafetinin kalbi, ilmin ve siyasetin birbirine dolandığı büyük şehir. İşte burada bir genç vardı: sessiz, vakur, ama kalbinde çelikten bir irade taşıyordu. Adı Ahmed bin Hanbel’di (780–855). Çocuk yaşta yetim kaldı; yetimlik onu eksiltmedi, sabır ve tevekkülle olgunlaştırdı [1]. Onun ömrü yalnızca bir ilim yolculuğu değildi; zulme karşı direnişin de destanıydı. İlmi kuru nakillerden ibaret değildi; kalbinde dirayet, omurgasında istikametle yoğrulmuştu. Bir müverrihin ifadesiyle “hakikat uğruna kırbaçlara göğüs geren, ama eğilmeyen bir minare”ydi [2].
Hadisin Yolcusu
Küçük yaşta Kur’ân’ı ezberledi; ardından hadis meclislerine koştu. Basra’dan Kûfe’ye, Mekke’den Medine’ye, Şam’dan Yemen’e kadar dolaştı; her âlimden bir parça topladı, her muhaddisten bir inci derledi [3]. Onun için ilim, bir şehre sığmayan bir yoldu. Talebelerinden biri şöyle anlatır: “Üstadımız Ahmed, bir tek hadisi kaçırmamak için aç ve susuz kalmayı göze alır, kilometrelerce yürürdü” [4]. İçinde yankılanan şiar da buydu: “Hadis olmadan din olmaz.”
Mihne: İnancın Ateşte Sınandığı Günler
Me’mun, Mu‘tasım ve Vâsık dönemlerinde fitne yayıldı: “Kur’ân mahlûktur” görüşü devletin resmî ideolojisi yapıldı [5]. Âlimlerin önüne ferman kondu; birçoğu mecburiyetten imza attı. Ahmed bin Hanbel ise halifenin huzurunda dik durdu.
— “Kur’ân mahlûktur, söyle ve kurtul.”
— “Kur’ân Allah’ın kelâmıdır, mahlûk değildir,” dedi [6].
Ardından zindan, ardından kırbaç… Günlerce baygın kaldı [7]. “Canını kurtar,” diyenlere şunu fısıldadı: “Ben eğilirsem, ümmet de eğilir” [8]. O an Ahmed bin Hanbel yalnızca bir fakih değil; ümmetin vicdanı oldu.
Talebeleri: Sabrın Aynasında Yetişenler
Onun meclisinden çıkanlar yalnızca bilgi değil, bir duruş taşıdılar. Büyük muhaddis İshak b. Râhûye, “Hadiste Ahmed bin Hanbel’in benzeri yoktur,” dedi [9]. Oğlu Sâlih, “Babam geceleri dua ile geçirirdi; insanlar fıkhını öğrendi, biz sabrını,” diye anlatır [10]. Talebelerinden biri, zindandan sonra yaralarını görünce ağladığında imam Ahmed tebessüm etti: “Ağlama! Her kırbaç darbesi Allah’a olan güvenimi artırdı” [11]. Onlar için imam Ahmed, sadece hadiste değil, sabırda da imamdı.
Eserleri ve İlmin Haysiyeti
Ahmed bin Hanbel’in en büyük mirası el-Müsned’dir; içinde otuz binden fazla hadis derlenmiştir [12]. Fakat onun gerçek armağanı yalnızca bir kitap değil, ilme kazandırdığı haysiyetti. “İlim Allah için yaşanmazsa heba olur,” dediği nakledilir [13]. Bu yüzden talebeleri el-Müsned’i “ümmetin hazine sandığı” diye anarken, İmam Ahmed’in kalemi kadar direnişini de yâd ettiler: Mürekkebi sabır, sayfaları istikamet kokardı.
Bir Yolcunun Vedası
855 yılı… Bağdat’ın göğü hüzünle örtülüydü. İmam Ahmed son anlarında talebelerine dönüp, “İstikamet üzere olun. Dünya geçer, hakikat bâki kalır,” diye vasiyet etti [14]. Cenazesine yüz binlerce kişi katıldı; şehir tarihinin en büyük kalabalıklarından biri toplandı [15]. Halk yalnızca bir âlimi değil, zulme boyun eğmeyen bir yiğidi uğurluyordu.
Hakikatin Omurgası
Bugün Hanbelî mezhebi Irak’tan Şam’a, Hicaz’dan Hint altkıtasına kadar uzanan geniş bir coğrafyada yaşamaktadır [16]. Ama Ahmed bin Hanbel’in (r.a) asıl mirası bundan da büyüktür. Sabırda bir dağ gibiydi; fırtına ne kadar sert eserse essin, kökleri toprağa sıkıca bağlı bir çınar gibi dimdik kaldı. Zulüm karşısında eğilmedi; her kırbaç darbesi inancını daha da pekiştirdi. Ve bütün bunları dünya için değil, yalnızca Allah için yaptı. Çünkü biliyordu: ilim dünyaya satıldığında ruhunu kaybeder; Allah için yaşandığında ebediyete yürür.
Bir mütefekkirin tasviri yerini bulur: “Ahmed bin Hanbel, zindanda kırbaçlanan bir âlim değil; ümmetin omurgasıydı. Onun direnişi, hakikatin ebediyen sönmeyeceğini ispat etti” [17]. Onun hayatı hâlâ kulağımıza fısıldar: “Zulme boyun eğersen, ilmin ruhunu kaybedersin. Direnirsen, ilim seninle beraber ebediyete yürür.”
Kaynakça
[1] İbnü’l-Cevzî, Menâkıbü’l-İmam Ahmed, s. 45.
[2] Zehebî, Siyerü A‘lâm en-Nübelâ, XI, 177.
[3] İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 231.
[4] İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, I, 56.
[5] İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye, X, 327.
[6] İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 98.
[7] Zehebî, Siyer, XI, 210.
[8] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 330.
[9] İbn Hacer, Tehzîbü’t-Tehzîb, I, 58.
[10] İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 112.
[11] Zehebî, Siyer, XI, 215.
[12] İbn Sa‘d, Tabakât, VII, 240.
[13] İbnü’l-Cevzî, Menâkıb, s. 120.
[14] İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 335.
[15] Zehebî, Siyer, XI, 220.
[16] Şâtıbî, el-Muvâfakât, I, 47.
[17] Beyhakî, Menâkıbü’ş-Şâfiî, II, 254.