1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
232
Okunma

Tin Sûresi’nin Öğrettikleri
Yazar: Murat Kerem
Bir Meyvenin İçinde Saklı Hakikat
Bir sofrada sade bir incirle karşılaştığınızda ya da bir zeytin tanesini ekmeğinize kattığınızda, hiç düşündünüz mü: Bu küçücük meyveler neden Kur’ân-ı Kerîm’de yemin vesilesi oldu? Allah Teâlâ neden dağların, göklerin ya da yıldızların değil de incir, zeytin ve ardından Tûr Dağı’nın adını anarak söze başladı?
Tin Sûresi, bu merakın cevabını verir. Çünkü bu nimetler, hem insan hayatını besleyen bereketi hem de insanın yaratılışındaki saf fıtratı temsil eder. Tarih boyunca medeniyetler bu iki nimeti kutsal kabul etmiş, hem ibadethanelerde hem de sofralarda özel bir yere koymuştur. Aynı zamanda bu dağlar, insanın yolculuğunda geçeceği zorlu imtihanların ve iradenin sembolüdür.
Bereket ve Şifanın İşareti
Sûre, incir ve zeytine yapılan yeminle başlar. Bu iki meyve tarih boyunca insanın en temel gıdalarından olmuş; bereketin ve şifanın sembolü sayılmıştır. Zeytin yağıyla aydınlatmış, şifa olmuş; incir ise doyuruculuğu ve faydasıyla insanın günlük hayatında yer etmiştir. Taberî, “Tin, incir meyvesidir; Zeytun, zeytin ağacıdır. Ancak bu kelimelerle kastedilen aynı zamanda Nuh’un gemisinin indiği dağ (Cûdî) ve Kudüs civarındaki mübarek beldelerdir” diyerek bu yemine hem meyvelerin hem de mekânların işaret ettiğini belirtir [1]. Râzî ise meseleyi daha geniş bir pencereden değerlendirir: Ona göre incir, dünya nimetlerinin lezzetini; zeytin ise nur, bereket ve hakikati sembolize eder. Bu yeminin hemen ardından insanın en güzel kıvamda yaratılışına işaret edilmesi de tesadüf değildir [2].
Dağların Gölgesinde: Tûr’un Mesajı
İncir ve zeytinden sonra Allah Teâlâ, Tûr Dağı’na da yemin eder. Çünkü bu dağ, vahyin indiği, insanlığın büyük imtihanlara hazırlandığı bir mekândır. Bu yemin, insanın “ahsen-i takvîm” üzere yaratıldığını hatırlatırken aynı zamanda bu kıvamı sürdürebilmek için irade ve azim gerektiğini de gösterir. Yani incir ve zeytinin tatlı bereketi yanında, Tûr Dağı’nı aşmak gibi çetin bir yol da vardır. İman ve salih amelle bu dağlar aşıldığında insan yücelir; aksi halde esfel-i sâfilîne düşer.
Ahseni Takvîm: İnsanın En Güzel Kıvamı
Yeminden hemen sonra gelen âyet, sûrenin asıl hedefini ortaya koyar: “Biz insanı en güzel kıvamda yarattık.” İbn Kesîr bu âyeti, “Allah insanı hem şekil, hem akıl, hem de kabiliyet bakımından en güzel surette yaratmıştır. Fakat iman ve salih amel ile bu güzelliğini korumazsa, esfel-i sâfilîn’e düşer” sözleriyle açıklar [3]. Elmalılı Hamdi Yazır da bu âyetin, insanın akıl, ruh ve beden bütünlüğündeki kemale işaret ettiğini belirtir. Bediüzzaman Said Nursî ise meseleyi şu şekilde özetler: “‘Ahseni takvîm’de yaratılan insan, imanla yüksek bir makama çıkar. İmansızlık ise onu esfel-i sâfilîn derekesine indirir. Bu sûre, insana verilen nimetlerin en büyüğünün iman olduğunu ders verir” [4].
Düşüşün Uyarısı
Tin Sûresi, insanın düşebileceği tehlikeyi de haber verir: “Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Bu âyet, insan için ciddi bir uyarıdır. Fıtratını korumayan, iman ve salih amel ile yol almayan bir insan, yaratılışındaki bütün kıymeti kaybedebilir. Bediüzzaman bu noktada şöyle der: “İnsan, iman ile meleklerden üstün, küfür ile hayvandan aşağı olur. Tin Sûresi, bu hakikati veciz bir şekilde ilan eder” [5].
Kurtuluşun Reçetesi
Sûre, insanın bu düşüşten nasıl kurtulacağını da gösterir: “Ancak iman edenler ve salih amel işleyenler müstesna; onlar için kesintisiz bir ecir vardır.” Böylece insana asli yüceliğini koruyabilmesi için bir yol sunulur: iman ve güzel ameller. Fakat bu yol kolay değildir; dağlar gibi zorludur. İnsan, sabır ve azim göstermeden bu menzile varamaz.
Tin Sûresi’nin Hikâyesi: Fıtrattan Sonsuzluğa
Bir an için düşünelim: İnsan doğar, tertemiz bir fıtratla hayata başlar. Yaratılışı incir gibi sade, zeytin gibi bereketlidir. Fakat sonra yollar çatallanır. Önünde iki ihtimal vardır: Ya bu fıtratın safiyetini korur, iman ve güzel amellerle Rabbine yürür; ya da nefsine kapılıp aşağıların aşağısına düşer.
Tin Sûresi işte bu yolculuğu resmeder. Bir yanda nimetler vardır: incir, zeytin, dağlar, kutlu beldeler… Diğer yanda imtihan vardır: insanın özgür iradesiyle vereceği karar. İman edenler, bu yolculukta aydınlık bir menzile ulaşır; inanmayanlar ise kendilerini fıtratın zıddına bir karanlıkta bulur. Bu yüzden sûrenin her âyeti insana fısıldar: “Sen değerli bir yaratılışa sahipsin; bu değeri kaybetme. Fıtratını koru, imanınla yüksel. Çünkü hakiki kurtuluş, iman ve salih ameldedir. Fakat unutma: Bu yol dağlar gibi zordur; irade ve azim olmadan aşılmaz.”
Bir İncir Tanesinden Ebediyete
Tin Sûresi yalnızca incir ve zeytinden bahseden bir sûre değildir; o, insanın yaratılış kıymetini, imtihanını ve kurtuluş yolunu anlatan derin bir hitaptır. Taberî’nin işaret ettiği gibi bu sûre hem nimetleri hem de vahyin mekânlarını hatırlatır; Râzî’nin vurguladığı gibi mecazî anlamlarla insanın dünyaya bakışını şekillendirir; İbn Kesîr’in altını çizdiği gibi insanın düşüş ve yükseliş ihtimalini gösterir. Bediüzzaman’ın ifadesiyle ise insanın “imanla sultan, küfürle zelil” olabileceğini özetler.
Belki de Allah’ın incir, zeytin ve Tûr Dağı’na yemin etmesi bize şu ibreti verir: Bir meyvenin içinde bile ebediyeti hatırlatacak bir sır gizlidir. İnsan bu sırrı görürse, bir incir tanesinden ebedî saadete açılan bir kapı bulabilir. Çünkü her sûrenin bir anahtarı vardır; Tin Sûresi’nin anahtarı ise insanın kendi fıtratına sahip çıkmasıdır.
Kaynakça
1. Taberî, Câmi‘u’l-Beyân ‘an Te’vîli Âyi’l-Kur’ân.
2. Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Ğayb (Tefsîr-i Kebîr).
3. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân el-Azîm.
4. Said Nursî, Sözler (23. Söz).
5. Said Nursî, İşârâtü’l-İ’câz.