Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
MuratKEREMk
MuratKEREMk

Muhammed b. Sirin: Rüyanın ve Ferasetin Dili

Yorum

Muhammed b. Sirin: Rüyanın ve Ferasetin Dili

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

154

Okunma

Muhammed b. Sirin: Rüyanın ve Ferasetin Dili

Muhammed b. Sîrîn: Rüyanın ve Ferasetin Dili

Yazar: Murat Kerem

Bir Rüyanın Başladığı Gece

Bazı geceler vardır…
Gökyüzü sükûta bürünür, rüzgâr bile dua eder.
O gece Basra böyleydi.

Denizin tuzu sokak taşlarına sinmiş, hurma dalları minare gölgelerine eğilmişti.
Şehrin tam ortasında, küçük bir evin penceresinden loş bir kandil ışığı süzülüyordu.
O ışık, sanki gökle yer arasında asılı kalmış bir dua gibiydi.

Evin içinde genç bir adam secdeye kapanmıştı.
Ne bir ses vardı ne bir hareket…
Sadece kalbin fısıltısı duyuluyordu:

Allah’ım, bana kalpleri anlamayı öğret…
Gözümün gördüğünü değil, niyetlerin içini göster bana.”

O genç, bir gün “rüya”yı yalnızca uyku hâli değil,
hakikatle perdelenmiş bir vahiy yankısı olarak anlayacaktı.
Bir gün kelimeler değil, kalpler konuşacaktı onun diliyle.

O genç, Muhammed b. Sîrîn’di.
Ve o gece, rüya ilminin ilk harfleri göğe yazıldı.
Kandilin ışığı, sanki yeryüzünden göğe uzanan ince bir ip gibiydi;
kalpten semaya bir dua yükseliyordu.

Bir Ailenin Hikmeti

Muhammed b. Sîrîn hicrî 33 yılında Medine’de doğdu [1].
Babası Sîrîn, Yermük Savaşı’nda esir düşen Rum asıllı bir köleydi; Müslüman olup azat edildi.
Annesi Safiyye ise Hz. Ebû Bekir’in (r.a.) azatlısıydı.

Bu yüzden Muhammed, sahâbenin evlerinde büyüdü;
ilim kokusunu duvarlardan, takvayı sofralardan öğrendi.

Bir gün Enes b. Mâlik (r.a.), kapısını çalan bu genç delikanlıya bakıp şöyle dedi [2]:
— “Senin gözlerinde bir nur var, oğlum.
Allah seni ferasetle donatsın.”

O günden sonra Enes, onu yanından ayırmadı.
Hadisleri yalnız ezberletmedi; hadisin sahibini kalpte yaşatmanın inceliğini öğretti.
Ve bir gün dedi ki:
— “Hadisi ezberlemek kolaydır;
ama hadisin sahibini kalbinde yaşatmak zordur.”

Muhammed b. Sîrîn o günden sonra sadece hadis değil, hâl öğrenmeye başladı.
Sözleri bilgiye değil, kalbe dokunurdu.

Rüyaların Dili

Bir sabah Basra’da bir adam geldi:
— “Ey Ebû Bekir’in azatlısının oğlu, ben garip bir rüya gördüm.” dedi.

Adam heyecanla anlatıyordu: bir saray, bir kuyu, bir gökyüzü…
Ne gördüğünü biliyor, ama ne anlama geldiğini çözemiyordu.

İbn Sîrîn bir süre sessiz kaldı; sonra yumuşak bir sesle konuştu:
— “Kuyu, insanın iç dünyasıdır; saray, arzularının süsüdür.
Arzuların kuyusuna düşmeden uyanmak, gerçek uyanıştır.”

Adamın gözleri doldu.
Çünkü bu, bir rüya tabiri değil; bir vicdan teşhisiydi.

Rivayet edilir ki, bir sabah yetmişten fazla kişi rüya tabiri için onun kapısına geldi [3].
Hepsine sabırla cevap verdi; fakat her birine farklı bir ton, farklı bir dille konuştu.
Sorulduğunda şöyle dedi:
— “Rüyalar, kalpler gibidir.
Aynı su, farklı bardaklarda farklı görünür.”

Rüya onun için yalnızca sembol değil, kalbin derinliklerinden gelen bir ilâhî fısıltıydı.

Rüya ve Vahyin İzleri: Yusuf’un Aynasından İbn Sîrîn’e

Kur’ân’da rüya ilk defa Hz. Yusuf’un dilinden konuşur:

“Ey babacığım! Ben rüyamda on bir yıldız, güneş ve ayı gördüm; bana secde ediyorlardı.” (Yûsuf 12/4)

Bu ayet, bir çocuğun düşü değil; vahyin gölgesinde parlayan bir kader aynasıdır.

Hz. Yusuf’un rüyası, Allah’ın takdirine açılan bir kapıydı.
Yıllar sonra zindanda, bir mahkûmun rüyasını tabir ederken şöyle dedi:

“Hüküm yalnız Allah’a aittir.” (Yûsuf 12/40)

O söz, rüyanın da hükmünün kalpte verildiğini hatırlatıyordu.

İbn Sîrîn, bu kıssayı hayatının merkezine koydu.
Bir talebesi sordu:
— “Efendim, siz bu ilmi kimden öğrendiniz?”
O tebessüm etti:
— “Bu ilim Yusuf’un mirasıdır.
Biz sadece o mirasın tozuna dokunduk.”

Sonra şu hadisi okudu [4]:

“Âlimler, peygamberlerin varisleridir.”

Ve ekledi:
— “Biz, Yusuf’un ilmini değil; onun edebini miras aldık:
Rüya sahibini utandırmadan uyandırmak.”

İbn Sîrîn, Yusuf’un ümmetteki yankısıydı.
Bir rüyayı yorumlarken önce insanın kalbine bakar, günahı değil; içinde saklı rahmeti görürdü.
Derdi ki:
— “Kalp berraksa rüya rahmettir;
kalp bulanıksa rüya uyarıdır.”

Kalbin Feraseti

Bir gün bir adam geldi; yüzünde gülümseme, ama gözlerinde bir yalan vardı.
İbn Sîrîn baktı ve dedi ki:
— “Gülüşün sıcak, fakat kalbin üşüyor.
Gülümsemekle kalbi ısıtamazsın.”

Başka biri kendini övdü.
O yine sakince karşılık verdi:
— “İnsan, nefsini överek büyümez;
nefsini tanıyarak küçülür.”

Onun feraseti gözde değil, kalpte doğardı.
Çünkü ilim, yalnızca aklın işi değil; gönlün aydınlığıyla görülen bir hakikatti.

Büyükler onun hakkında şöyle derdi:

“O, rüyayı akılla değil; kalp sezgisiyle yorumlardı.
Çünkü hakikatin dili, sessizliktir.”

Ve bir bilge şöyle demişti:

Allah, kalbini temizleyenin nazarını isabetli kılar.”

İbn Sîrîn, bu sırrı yaşayan bir aynaydı.

Rüyadan Hakikate

İbn Sîrîn’in ömrü, uykuyla uyanıklık arasında süren bir tefekkür gibiydi.
O, uykuda görüleni değil; uyanıkken yaşananı yorumlardı.
Rüya, onun nazarında bir imaj değil; Allah’ın kalbe işlediği sembolik bir hitaptı.

Ve köprünün başında şöyle fısıldardı:

“Kalp uyanıksa, rüya zaten gerçektir.”

Yusuf’un kuyusu artık Basra’da bir mektebe dönüşmüştü;
orada ilim ibadetle, rüya ferasetle, hikmet hürmetle birleşmişti.

Yusuf, gördüğü rüya ile sultana kavuşmuştu;
İbn Sîrîn ise yorumladığı rüyalarla Rabb’ine…

Ve Bir Hatırlatma…

Yıllar sonra, Basra’nın dar sokaklarında yaşlı bir adam şöyle dedi:

“İbn Sîrîn öldü, ama insanlar hâlâ onun yorumladığı rüyalarda yaşıyor.”

Zira o, rüyaları tabir etmedi sadece; insanın içindeki aynayı temizlemeyi öğretti.
Bir âlimin kalbiyle bir peygamberin mirası birleşmişti onda.

Ve onu tanıyanlar, ardından şu cümleyi yazdı:

“O, hakikati uykuda aramadı;
çünkü onun kalbi, zaten uyanıktı.”

O gece Basra’da kandil sönmedi.
Kimi ilimle, kimi dua ile o ışığı hâlâ taşır…
Çünkü her rüya, kalbinde uyanan bir hakikat gibidir.



Kaynaklar

[1] İbn Sa‘d, Tabakatü’l-Kübrâ, cilt 7, s. 202–205.
[2] Ebû Nu‘aym el-İsfahânî, Hilyetü’l-Evliyâ, cilt 2, s. 268–275.
[3] Zehebî, Siyer A‘lâmü’n-Nübelâ, cilt 4, s. 606–609.
[4] Ebû Dâvûd, Sünen, “Kitâbü’l-İlim”, nr. 3641.
[5] İbn Hacer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, cilt 9, s. 175.





Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Muhammed b. sirin: rüyanın ve ferasetin dili Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Muhammed b. sirin: rüyanın ve ferasetin dili yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
Muhammed b. Sirin: Rüyanın ve Ferasetin Dili yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL