1
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
226
Okunma

Râşid Halifeler: 30 Yılın Mirası ve Ümmetin Yol Haritası
Yazar: Murat Kerem
Güven Üzerine Kurulan Bir Dünya
Bir toplumun en büyük ihtiyacı çoğu zaman yanlış yerde aranır: ekmek, servet, silah… Oysa hepsinden önce gelen bir sermaye vardır: güven. Güven yıkıldığında, geriye kalan hiçbir yapı uzun süre ayakta kalmaz.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), daha risalet gelmeden önce “Muhammedü’l-Emin” diye tanınıyordu. İnsanlar mallarını ona emanet eder, sözünü tereddütsüz doğru kabul ederdi. Kur’ân’ın peygamberlerin ortak dilini aktarırken “Ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim” demesi boşuna değildir. [1] Nübüvvet eminlik temeli üzerine yükselir; yalan ve hıyanet o yüke dayanamaz.
Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından sonra gelen otuz yıllık hilafet, bu eminliğin hayata nasıl dönüştüğünü gösteren bir ahlâk atlası oldu. Hadiste haber verildiği gibi: “Benden sonra hilafet otuz yıl sürecek, sonra saltanat olacaktır.” [2] Yine “nübüvvet yolunda hilafet”ten söz eden rivayet, bu dönemin Resûlullah’ın izini en yakından taşıdığını bildirir. [3]
Efendimiz’in beyanları kıyamete kadar gelecek her kula yol gösteren beyanlardır. Gelin, bizler de bu gözle bir daha okuyalım: Bu sözler bize bugün neler fısıldıyor?..
Hz. Ebû Bekir (r.a.): Sıddîklığın Sırrı, Fedakârlığın Zirvesi
Mi‘rac haberi Mekke sokaklarına yayılınca Kureyş’in ileri gelenleri Ebû Bekir’in kapısını çaldı. “Arkadaşın göğe çıktığını söylüyor” diye alaycı bir haber getirdiler. Onların beklediği, Ebû Bekir’in tereddüdüydü. O ise nefes almadan şu cevabı verdi: “O söylüyorsa doğrudur.” Böylece “Sıddîk” lakabı gönüllere kazındı; çünkü o, hakikati görmek için göze ihtiyaç duymayacak kadar kalbiyle görüyordu. [4]
Yıllar sonra Tebük hazırlıkları yapılırken infak vakti geldi. Herkes gücü kadar getirdi. Hz. Ömer (r.a.) malının yarısını sundu; “Ailene ne bıraktın?” sorusuna “Yarısını” dedi. Hz. Ebû Bekir geldiğinde ise malının tamamını getirmişti. “Peki ailene ne bıraktın?” sorusunda yüzüne yerleşen sükûnetle, “Allah’ı ve Resûlü’nü” dedi. [4] Rivayetlerde, bu sahnenin ardından Cebrâil’in (a.s.) Resûlullah’a (s.a.v.) Ebû Bekir’e Allah’ın selâmını ilettiği nakledilir; Resûlullah’ın müjdesine karşılık onun gözleri dolarak “Allah’ın selâmı da O’na olsun” deyişi, fedakârlığın nasıl bir yakınlık doğurduğunu anlatmaya yeter. [5]
Mağaradaki sahnede de Kur’ân şunu kaydeder: “Arkadaşına ‘Üzülme, Allah bizimle beraberdir’ diyordu.” [6] Sıddîklık, işte bu beraberliğe tereddütsüz iman etmektir.
Hz. Ömer (r.a.): Adaletle Yürüyen İman
“Ey iman edenler! Allah için adaleti ayakta tutun.” [7] Bu ayet, Hz. Ömer’in ömrüne bir başlık gibidir. Minberde halka döndü:
— “Eğer yanlış yaparsam ne yaparsınız?”
İçeriden bir ses, hiç eğip bükmeden cevap verdi:
— “Seni bu kılıçla doğrulturuz.”
Hz. Ömer’in gözleri doldu:
— “Rabbime hamdolsun; eğrilirsem beni doğrultacak bir ümmete sahibim.” [8][9]
Onun devrinde, bir köylünün halifeyi mahkemeye çağırabildiği, yargıcın huzurunda herkesin eşitlendiği sahneler sıradanlaşmıştı. Adalet, devletin süsü değil, omurgasıydı; iman ise o omurgaya ruh veren nefesti.
Hz. Osman (r.a.): Hayânın İnceliği, Kur’an’a Vefa
Resûlullah (s.a.v.) buyurur: “Melekler bile Osman’dan haya eder.” [10] Bu söz, onun tertemiz dünyasını, mahviyetini ve inceliğini anlatır. Hilafet yıllarında Kur’an nüshalarının çoğaltılıp beldelere gönderilmesi, ümmetin ortak dilini ve birliğini koruyan büyük bir hizmet oldu. [11]
Hayâ, toplumun edebini; Kur’an’a vefa da o edebin yolunu belirledi. Hz. Osman’ın şehadeti, fitnenin tadını anlatan acı bir çizgi çekse de, geride bıraktığı mushaf mirası bugün hâlâ evlerimizde nefes alıp veriyor.
Hz. Ali (r.a.): İlimle Aydınlanan Cesaret
“Ben ilmin şehriyim, Ali kapısıdır.” rivayeti, Hz. Ali’nin ilmî mevkiini anlatmak için asırlardır dilimizdedir. [12] Onun cesareti, Bedir’den Hendek’e kadar meydanlarda; hikmeti ise Nehcü’l-Belâğa’daki sözlerde görünür. [13]
Kılıç sallarken adaletten sapmayan, hüküm verirken nefse pay bırakmayan bir gönül terbiyesi… Hz. Ali bize şunu öğretir: Hakikati savunmak yalnız kılıçla değil, ilimle ve basiretle olur; cesaretin kıymeti, adaletle yürüdüğünde artar.
Hz. Hasan (r.a.): Birlik İçin Dünya’dan Geçebilen Yürek
“Hasan ve Hüseyin, cennet gençlerinin efendisidir.” [14] Hz. Hasan’ın altı ay süren hilafetini, ümmetin kanı akmasın diye Muâviye’ye bırakması, güçten değil hırstan vazgeçmenin dersidir. O gün “Yevmu’l-Cemâa / Birlik Günü” diye anıldı. [15]
Makamdan çekilmek, gerçekte ümmeti daha yüksek bir makama çıkarmaktı: vahdete. Bazen kazanmak için çekilmek gerekir; bazen de bir adım geri, bin adım ileri demektir.
Ümmete Kalan Yol
Bu otuz yılı bir çizelge gibi değil, bir kalp atlası gibi okumalıyız. Eminlikten başlayan yol, Ebû Bekir’in sıddîkliği ve fedakârlığında sadakate; Ömer’in adaletinde hukuka; Osman’ın hayâsında edebe ve Kur’an’a vefaya; Ali’nin ilminde hikmete ve cesarete; Hasan’ın feragatinde birliğe çıkar.
Bugün kapımızın önünde duran sorular, dünün Medine sokaklarında da vardı: Güveni nasıl kuracağız? Adaleti nasıl diri tutacağız? Kur’an’la bağı nasıl canlı tutacağız? İlimle cesareti, feragatle birliği nasıl evlerimize taşıyacağız?
Cevap, tarih sayfalarının arasında değil; bu vasıfları hayatımıza indirmekte saklı.
Tarihten Ahlâka, Ahlâktan Geleceğe
Râşid halifeler dönemi, “geçmişte kalmış parlak bir otuz yıl” değildir. Bu vasıflar yaşadıkça o otuz yıl her çağda yeniden dirilir. Eminlikten sadakate, adaletten hayâya, ilimden feragate uzanan çizgi, ümmeti içeriden diriltir ve dışarıya güven veren bir topluluk kılar.
Hz. Ali’nin sözü, mezar taşına değil, hayatın orta yerine yazılmalı:
“İnsanlar dünyadan ayrılınca malları geride kalır; ama ahlâk ve amel, onlarla birlikte gider.”
O hâlde kendi kalbimize soralım: Sıddîklıkta neredeyiz? Adalet terazimiz sağlam mı? Hayâmız inceliğini koruyor mu? İlimle cesaretimiz dengede mi? Birlik uğruna nefsimizden vazgeçebiliyor muyuz?
Bu sorulara verdiğimiz cevap, yalnız bireysel kaderimizi değil, ümmetin yarınını da şekillendirecek. Çünkü yol haritası hazır: Eminlik üzerine kurulu, sadakatle yürüyen, adaletle doğrulanan, hayâ ile incelen, ilimle aydınlanan ve feragatle birleşen bir yol… Yola düşmek bize kalıyor.
Kaynakça
[1] Kur’ân-ı Kerîm, Şuarâ, 26/107 (ayrıca 26/125, 143, 162, 178).
[2] Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 8; Tirmizî, “Fiten”, 48.
[3] Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4/273; Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve.
[4] Tirmizî, “Menâkıb”.
[5] el-Hâkim, el-Müstedrek; İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk.
[6] Kur’ân-ı Kerîm, Tevbe, 9/40.
[7] Kur’ân-ı Kerîm, Nisâ, 4/135.
[8] İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, “Kitâbü’l-Emâre”.
[9] Dârimî, Sünen, “Mukaddime”.
[10] Tirmizî, “Menâkıb”, 19.
[11] el-Buhârî, “Fezâilü’l-Kur’ân”.
[12] Tirmizî, “Menâkıb”. (Bu rivayetin sıhhatine dair ihtilaf bulunmaktadır.)
[13] Nehcü’l-Belâğa.
[14] Tirmizî, “Menâkıb”, 31.
[15] Taberî, Târîhu’l-Ümem ve’l-Mülûk.