0
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
303
Okunma

Göğün en tembel kuşuydum ve evrenin verdiği muhtıra ile kanat çırpıyordum yerden göğe en sevdiğimse yerin göğün birbirine girdiği yağmur öncesindeki dualarımda saklıydı.
Kanatlarım parantez açıyordu bulutlara ve tekeri olmayan arabalar hızlıca gidip geliyordu gözümün de en önünde.
Nazara gelen bir kıvılcımdım hem en çok yangınlar iken sebep olduğum en çok susuz çöllerde açan o çöl çiçeği elbet evrenin rahminde saklı doğmayı bekleyen gün ve gece.
Tasam vardı ya da yok sanırım varlığıma düşkündüm en sevdiğimse hiçlik mertebesine ulaşıp kuruyan dudaklarıma sürdüğüm surelerdi ve yalnızlığın yaftalarında saklıydı içime saldığım o belli belirsiz hıçkırığım.
Soytarı zebanı.
Sefil gölgeler.
Ait olduğum yerkürenin en pejmürde canlısıydım işte kimse üstümden dolaplar çeviren kimse kanatlarımı kırıp yüreğimi lime lime eden.
Sessizliğime kefildi gökyüzü bu yüzden ses etmezdi göklerin tanrısı elbet hiçliğime vakıf kukumav kuşlarından çektiğimi de saymazsak zaten artık saymayı bırakmıştım şafağı ne de olsa taburumda yıllanmaya ant içmiştim ve şahit tuttuğum her hece ile hem kavgalı hem de sevdalı olduğum…
Gecenin nemi artmıştı ve tünediğim bulut fazlasıyla kaygan ve yumuşaktı ve her an düşebilme ihtimali ile kasıyordum bedenimi en çok da korkudan zıpladığımda hele ki gök gürledi mi…
Birileri vardı gidip gelen.
Kimse aidiyet duygusunu sorgulamıyordu fakat konu ben oldum mu hazan rüzgarı bile muhalifti ufacık varlığıma ama ben rüzgardan güçlüydüm gerçi etim budum neydi de…
Aldanmasındı hani kimse ufacık cüsseme en sevdiğimse üzerime geçirdiğim o insan cübbesi ne zamanki boşlukta uçuşmaktan sıkılayım inerdim yeryüzüne elbet insan görüntümle karışırdım da insanların arasına ve gözlemlediğim oydu ki; herkes bihaberdi hem kendinden hem benden.
Zordu insan olmak: bunu iyice anlamıştım yine de insan olmayı yeğlerdim ne zamanki birbirine sevgi ile bakan az sayıda insan göreyim gel gör ki yüzümü sakladığım için aslında bir yüzüm de olmadığı için kimsenin bana güler yüzle bakmasını asla talep etmemiştim en azından içimdeki şakayıktı muradımı dillendiren ve bir açıp bir kapanan.
Gönül gözüme de itimat ettiğim için üstelemiyordum insan olayım diye zaten insan olup da yeryüzünde yaşamak harcım değildi sonuçta kanatlarım vardı ne zamanki sıkılıp da uçmaya başlayayım ama o günü insanların arasında geçirmeyi yeğledim elbet tutarsız olduğum da saklıydı Allah katında ama…
Sonuçta Yaratan bana bir şans vermişti kimi zaman insan olmanın temennisi ile teselli bulduğum yeryüzü gerçi insanların dillerini çözememiştim ama…
İşte bunca soru işareti ve bilinmezle içli dışlı şikayet etmeye de hakkım olmadığını biliyordum ufacık cüssemle ezilmem de an meselesi idi hani: ya, biri bassa üzerime ve sonsuza kadar o asfaltta yapışıp kalsam.
Cüret dahi etmiyordum çoğu şeye hem ben ne acıkırdı ne de acındırırdım sadece acırdım ve açardım ağzımı ve içime çekerdim temiz havayı bazense vermez içimde tutar havasızlığa meydan okurdum.
Günlerim böyle geçiyordu en azından yapamadığım hiçbir şey için dertlenmiyor ve çoğu şey sağaltıyordum hayal dünyamla…
Evrenin merkezi idi en merak ettiğim ve merkez bildiğim illa ki insanların iç yüzü bu yüzden dışarıdan görünen hiçbir şey bana inandırıcı gelmiyordu üstelik benim çelimsiz bir kuş olduğumu fark etseler anında beni kafese kapatırlardı ve ben de sonsuza kadar esir olarak yaşardım o kafesin içinde.
İçimde sırıtan bir resim vardı adeta gel gör ki o resmin ne olduğunu hala çıkaramamıştım yoksa resmin ta kendisi ben miydim?
İyi de bu kadar devasa bir kainatta ben nasıl resmederdim hayatı hem öğrenmek istediğim duygular vardı.
Mesela sevginin ne olduğunu tam anlamıyla anlayamamıştım: evet, Yaratıcımı seviyordum ve bana bahşettiği her şey için de inanılmaz müteşekkirdim ama yine de bilmek istiyordum insanların tam olarak ne hissettiğini duyumsamak ve insanların hangi sebeple yaratıldığını çözmek…
Yeryüzüne indiğim o gün hatta son gün elbet son olacağını asla düşünmemiştim bu yüzden alabildiğine coşkulu ve korkusuzca salınıyordum insanlar arasında derken küçük bir çocuğun ağlamasına tanık oldum. Ses yakınlardan geliyordu ama ben çözememiştim tam olarak ne olduğunu derken bir kadın sesi duydum:
‘’Bak, boş yere ağlıyorsun hem ben arabanı itiyorken bir de isteklerini nasıl yerine getireyim?’’
Ne arabasıydı bu? Motorlu bir araba mı yoksa çekçek arabası mı? Çözememiştim ve sesler git gide yakınlaşıyordu ve kulak kabarttım merakla.
‘’Sana şimdi en sevdiğin şekerlerden alacağım evladım ve eve döndüğümüzde de sana bir sürprizim var malum bu gün doğum günün.’’
Nihayetinde kadınla çocuğu seçti gözlerim ama bu işte bir terslik vardı çünkü çocuğun arabası farklıydı. Yoksa…
‘’Hem doktor amca ne dedi? Egzersizlerine ve fizik terapiye düzenle sadık kalırsan sen de yaşıtların gibi koşup oynayacaksın.’’
Ne yani, bu çocuk yürüyemiyor muydu? Oysaki ben hem uçuyordum hem de korkusuzca yürüyordum bu kalabalığın içinde.
Kafam allak bullaktı demek böyle özel insanlar da vardı yeryüzünde hem de ayaklarını yerden kesmiş. Tek farkla benden: kanatları yoktu bu çocuğun aslında kimsenin kanadı yoktu.
Yoksa bir şeyleri idrak etmem için mi yeryüzüne yollamıştı beni Tanrı?
Ama fark etsem bile ne olacaktı ki?
Bu çocuğa kanatlarımı veremezdim yoksa asla uçamazdım.
Ya, ayaklarımı versem?
Bu çocuğu asla taşımazdı evet, çocuk bedeni ağır değildi ama benim de ayaklarım çok çelimsizdi.
Derin bir sessizliğe bürünmüştü çocuk ve yüzü gözü yaş içinde kalmıştı ve ben bu çocuğa bir anda ısınmıştım sonra gözlerim dizlerindeki battaniye ilişti.
Ben bu cübbenin altında bile terlerken o battaniye yeteri kadar sıkıntı vermiyor muydu çocuğa?
Aynı anda yüzlerce soru üşüşmüştü beynime ve ben hala ne yapabileceğimi düşünüyordum ufacık çelimsiz bedenimle üstelik hava az sonra kararacağı için bir an evvel dönmeliydim bulutuma ve gök kubbeme yoksa iç sesim mi söylüyordu bunlar? Yoksa uyarı mahiyetinde bir ses miydi içimi çınlatan?
Çocuğun da doğum günüydü madem: ah, keşke ona verecek bir hediyem olsaydı ama bunu ben nasıl akıl edebilirdim ki? Sadece bir günlüğüne inmiştim yeryüzüne hem yanımda getireceğim bir şey de yok ne de olsa benim ne bir evim vardı ne bir ailem ne de sahip olduğum oyuncaklarım ve eşyam…
Aklıma sayısız ihtimal gelmeye başlamıştım ve ben sadece bu çocuğun gözyaşlarının dinmesini istiyordum ve bir yandan ufak adımlarla yürüyordum onların azıcık ötesinde.
Çocuk bu sefer bağırmaya başladı:
‘’Anne, keşke kanatlarım olsaydı bacaklarım yerine hem o zaman istediğim yere kolaylıkla giderdim hem hem…
‘’Hem ne, tatlım?’’
‘’Babamın sağ çıkamadığı o kazadan sonra gider bulurdum da Tanrıyı ve sorardım: neden, diye.’’
‘’Bunu bilemeyiz tatlım üstelik sen o kazadan sağ kurtuldun ya: daha ne isterim?’’
‘’Ama ben yürüyemiyorum anne o zaman ne anlamı kaldı hayatın?’’
‘’Günaha giriyorsun tatlım. Var elbet Allah’ın bir bildiği üstelik doktorlar en kısa zamanda yürüyeceğini söylüyor.’’
‘’Bunu yıllardır söylüyorlar ama ben hala yatağıma ya da bu arabaya hapsim ne yani, kandırmadıklarını söyleyebilir misin anne?’’
Kadın oldukça sakin görünse de gözlerinden süzülen yaşları gördüğümde anlamıştım hiçbir şeyin yolunda olmadığını. Çocuk hem babasını kaybetmişti hem de ayaklarını.
‘’Bak, hava kararmaya başladı. Hadi evimize gidelim. Yarın yine dolaştırmaya çıkarım seni.’’
Her şey ortadaydı işte ve kadın resmen çocuğuna yalan söylüyordu ve ben de bir ömür şikayet etmiştim her şeyden ve şimdi bu tabloyu görür görmez vicdanım sızlamaya başlamıştı. Hava da gerçekten kararmak üzereydi ve beni uzun çok uzun bir yol bekliyordu.
Ama ivedilikle bu çocuğu mutlu etme isteği ile dolmuştu içim iyi de nasıl?
Üstelik Yaratan bana yeteri kadar iltimas tanımışken ben artık nasıl bir şeyler dahi isterdim Tanrımdan?
Öyle derin bir üzüntüye hapsolmuştum ki sonsuza kadar yeryüzünde kalmayı diledim içimden varsın asla uçmayayım varsın o bulut artık evim olmasın varsın…
‘’Gördün mü?’’
‘’Neyi anne?’’
‘’Şimdi daha şimdi bir yıldız kaydı. Haydi, bir dilek tut içinden.’’
‘’Tuttum anne. Sahi, Allah kabul eder mi?’’
‘’Tüm yüreğinle dilemişken neden kabul etmesin ki?’’
‘’Ne dilek tuttuğumu söyleyeyim mi anne?’’
‘’Şimdi değil eve gittiğimizde.’’
‘’Anne sen de görüyor musun? Bak, bak, sanki vücudum hafifledi sanki sanki kanatlarım varmışçasına uçmak istiyorum hatta uçuyorum uçabiliyorum anne.’’
Demek ki dileklerimizi duymuştu Tanrı ve sonunda tek isteğim gerçekleşmişti en azından bir çocuğun gülümsemesine sebep olmuştum gerçi artık uçup özgürce gezemeyecektim evreni ama…
Çocuğun annesi ise şaşkınlıkla ve mutlulukla katıla katıla ağlamaya başlamıştı ve çocuğun sevinç çığlıklarını duyan herkes dönüp bakıyor ve alkış tutuyordu.
Ve cüppem.
Yerlerdeydi ve bir sürü insan, üstünden ezip de geçiyordu artık ihtiyaç duymadığım cübbemi ve çocuk:
Onun da artık o tekerlekli sandalyeye ihtiyacı yoktu ve hayatımda ilk defa gözlerimden süzülen yaşlara tanık oldum.
O kadar merhametli idi ki Yaratan üstelik aynı anda yarattığı iki canlının içinden geçenleri okumuş ve gerçekleştirmişti.
Karnım gurulduyordu sanırım acıkmıştım üstelik hayatımda ilk kez ve artık sahibi olduğum bedenimle çıktığım yolculukta kim bilir beni ne gibi sürprizler bekliyordu?
5.0
100% (2)