0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
245
Okunma
Bundan yıllar önceydi. Şöyle diyeyim ,ilkokulu bitirmiş askeri astsubay sınavına girmek istiyordum. Köydeyim, çobanım. Köyüm Divriği Avşarcık. Yerleşim yerinde rakım 1850 metre.(Caner’in saatiyle yaptığı ölçüm)
Sınav müracaatı için dilekçe, dilekçe için 2,5 kuruşluk damga pulu gerekiyor. Dilekçeyi kendim yazarım da dağbaşı köyde damga pulu bulmak mümkün mü?.
Bu nedenle Divriğe’ye gidecek birilerini takip ediyorum.Komşulardan Rıza çelik gidecekmiş.Babamdan pul parası istemiştim,babam çıkışmış,suratını asmıştı.Artık davar için mi,oncacık parası olmadıgı için mi?tam bilemiyorum.İkisininde etkisi oldugunu sanıyorum..neyse;
Annem bana arka çıktı,ikisi arasında bir agız dalaşması başladı.Sonunda anam galip çıktı.Akşama doğru rıza amcanın evine gittim.Delikli 2,5 kuruşluk sarı parayı verdim.Yalvarırcasına…
Onlar o akşam yola çıkacak,gece boyu yol alacak ,şafakta ilçeye varacak,işlerini görecek,ögleye doğru veya öglen sonu yola cıkacak..derken akşama doğru yani tam 24 saat sonra köye dönmüş olacaklardı.Onlar döndüklerinde ben ise dağda koyunlarımın başında bulunacaktım.Uzatmayayım..
İkinci günün gecesinin kısa sürmesini,güneşin doğmasıyla batmasının hemen peşpeşe olmasını,yılanlı dağında batıp bizim harmancıktan hemen çıkmasını istiyordum.Bundan olacak o gece burumla harmançıktan yüksek olan onu güneyine düşen çevremizin en yüksek dağı olan baydın,( rakım 2780) ta zirvesine tırmanmıştım.Güneşi bir an önce görmek istiyor olmalıydım.
O gecenin heyecanını hala unutmuş değilim,nasıl unutursun ki çevrenin en yüksek dağlarından olan yerin en zirvesindesiniz.Rakım üç bine yakın tırmandıkça yıldızlar hemen tutacakmısınız …Az sonra yıldızlar arasında olacakmısınız duygusuna kapılıyor…Tırmanıyor…Bir an önce muradınıza ermek istiyorsunuz…
Yükseldikçe daha gür otların daha hoş kokan çiçeklerin arasında olduğunuzu hissediyorsunuz…km lerce uzaklardaki kasaba ve ilçelerin ışıkları hemencecik karşınızda görüveriyorsunuz.İşte çetinkaya..işte kangal..İşte kangal dan çetinkayaya doğru akıp gelen parlak bir ışık.Ne olaki?
Arkadaşınız tren diyor..tren…Daha yükseldikçe Hekimhan,hasançelebi oldugunu tahmin ettiğiniz birazdaha soluk bir şık..küme küme..
Gece yarısından sonra yama dağlarından ay doğuyor.Yarısı kırpılmış,soluk yorgun ay..Onun cılız aydınlığı çevreyi daha da büyülü görmemizi saglıyor.Karartılar..ışıltılar..gölgeler..
Aybize doğru,biz zirveye doğru yolalıyoruz.Zirveye dagın güney yamacından batı yamacına dogru ilerleyip tam güneş batının orta yerinden zirveye yöneliyoruz.Başka türlü çıkmak hele gece,hele koyun sürüsüyle çıkmanız mümkün degildir.Çünkü hep sivri dik sıra kayalar,uçurumlu yerler çevrilmiştir yüce zirve,ve öyle oldu yani güneybatı yamaçtan sürünün yönünü çevirdik.Zaten sürünün başka yolu olmadıgından yayılmasına müsait olan her kesimden yayıla yayıla son noktaya varmış olduk.Son nokta dersem orası da iki bölümden oluşuyor.Sürünün varmış oldugu yer düzlük.Taşlık,kayalık olsa da sürünün rahatça sağa sola hareket edecegi büyüklükte.Kuzey batıya doğru inişli düzlük.Daha otlu ama daha taşlık,kayalık.Çetin belalı..ve duvar gibi dik kayalıklarla son bulur.Tüm bunları çocukluğumuzdan beri bildiğimizden oralara gitmiyor,delikli taşın bulundugu düzlük alanda kala kalıyoruz.İkinci bölüm ise bu düzlük alanın güneyine düşen daha yüksek,sivri kayalar..ve onların arasında bulunan duvarı insan boyutunda taş duvarlı kocaman bir mezarlık.Oraya sürünün değil birkaç koyunun çıkması bile mümkün degildir.Keçiler çıkabilir anca.Ve orası deliklitaşıyla,mezarıyla ziyaret kabul edilirdi.
İnsanoğlu oldum olası yüksekleri severmiş.erişilmesi en güç yere erişmeyi bir murat bilir,oralarda dileklerde bulunur,kendini tanrıya daha yakın hisseder gibidir.O nedenle bu tür zirveler genellikle ziyaret edilem yerlerdir.Anadolumda benim işte insanoğlunun bir sonucu olacak ki bu zirvede hemde en zorlu,en belalı yerinde en sivri ucurumlu yerinde bir ademoğlunun mezarı..kimdir?nedir?bilinmez..
Nasıl gelmiş,ölmüş mü?öldürülmüş mü?burada oldugu için dileği vasiyeti olarakmı buraya getirilmiş? Bu kayalıklarda bir mezar nasıl açılıp,nasıl kazılır?Bunca taş kullanılıp bir insan boyu taş duvar nasıl yapılır,nasıl olunur?Akıl alacak şey degil.
Buraya ilk kez 8-9 yaşlarında gelmiştim.Tüm köy yagmur duasına gelmiştik.Birkaçgün önceden kararlaştırılır,birgün önceden hazırlıklar yapılır..Hayvanlar hazırlanır,yaşlılar,çocuklar …daha çok eşekler gelir..Hyavanları aşagıdaki düzlüğe bırakır tepeye tırmanılır.Çeşit çeşit yemekler hazırlanır,kimi kurbanını keser,etini pişirir getirirdi.Kimide kurbanını orada zirvede ziyaretin başında keser..Ancak bu durumda su ve yakacak sorun olur.Onca su ve onca yakacak taşımak kolay degildir.Bu nedenle çoğu kez ziyaret tamamlandıktan sonra dönüşte magaracık deresinde çoban öldüren pınarı başında kurbanlar kesilir,yada kesilmiş hzırlanmış olur.Orada lokmalar yenir.
Hatta Kuluncak köyünün “Kurbanbişeni” vardır.Baydından aşağı uzun tahta ,uzuntahtanın altında kellerin ağılı,ağılın yanı kocaman düzlük,alt tarafta buz gibi suyu ile pınar…
Bizim köyün mağaracıkta çoban öldüren(soğuk pınar) de yaptıgını belirtiyim kurban merasimini onlar “kurbanbişen” denen yerde yaparlarmış.Şunuda belirtme geregi duyuyorum;sözünü ettiğim Kuluncak köyünün yerleşim tarihi itibariyle bizim köyden daha eski imiş.
Yine şunuda belirteyim k, burası şimdilerde birçok hakl türküsüne konu olmuş bir dağ,bu ziyaret tepesi yalnız yagmur duaları için gelinen,yagmur duası edilen Allah tan rahmet dilenen bu mübarek yer çoğu kez kavgalı köylerin barış yeri,sulh yeri görevide yapmıştır.
Büyüklerimden birçok kez duymuştum.Kuluncakla yelice,yelice ile kilise köyleri arasındaki yayla yada mera iltilarından çıkan köyler arası kavga ve kırgınlıklar bir başka köyün ileri araya girmesiyle barış için kurbanlı,davullu zurnalı alaylı..gelinmiş yerlerdir demişlerdi..böylece bu anda 15-16 yaşımda iken bir gece yarısı zirvesinde bulundugumuz bu ulu yer nasıl bu ulu,bu yüce yerde bulunmanın insana verdiği hazzı,heyecanı düşünebiliyormusunuz?nasıl heyecanlanmazsınız..İşte kıblenizde pembe loş ay ışıgının derinliklerinde ocakta kül içinde beliren mazı ateş kıvılcımlarını andıran Malatya ışıkları..
İşte kuzeyde ülger takım yıldızı altında,başınızdan uzayıp giden saman yolu yıldız zincirinin o bir başında parlayan Divriği ışıkları.
Koynlarımızda sabah uykusuyla yatmay başladı…geviş sesleri kıpır kıpır.Sabah rüzgarı kendini hissetirmeye başladı.Ateşimizi yaktık,önce keven tutuşturduk,sonra yalağı yabani erik,kuru çalı ne bulursak atıyoruz üstüne.Bir ateş yükseliyorki,giderek yükselen bu ateş sabah yıldızına inat..Ve bizim harmancıktan,yamadağlarından,yılanlı dağlarından parlamaya başlayan çoban ateşleri..Onlarda bize inat bize misilleme yada bizde varız gibiler..kimbilir?
Arkadaşım seyit daha hamarat..5 dakikada süt sağıp getirdi.
Çoban ateşimizin ışıgında ve ısısında taze koyun sütüyle çökelik yemegimizi yemenin keyfi yok mu?Anlataamam..Anlatamayacagım kadar beni etkilemiş ruhumun derinliklerine sinmiş,bende bir benlik olmuş o duygu işte…42 yıl sonra daha bugün bu gece yaşamışım gibi anlatıyor,anlatabiliyorum hemde hiçbir şey katmadan,hiçbirşey uydurmadan.Tersine çoğu güzelliği yazamadan.
Ilık koyun sütüyle mayışmısız.Koyunlarımızın içine gömülerek kimine sırtımızı ,kimine ayağımızı yaslayıp kendimizi uykunun koynuna bırakmışız.Koyunların kıpır,kıpır gevişleri ,rüzgarın otlardaki tınısı bize ninni ,bize uyku hormonikosı geliyordu.Fazla uyduğumuzu sanmam…..uyandığımızda doğudan taa vazıldan köyü üstündeki uludağdan başlayarak kıblesine düşen yama dağlarına kadar mavi gök kızarmış…Yıldızlar silikleşmiş, ay solgun belirsiz…
Ateşimiz hale sönmemiş…Üzere daha çali yalağı lardan atıp yellendirdik….Ocağımızı tüttürdük.Beri yandan Yellice köyünün koyun sürüleri su ocağından ,kuluncağın kotağın (çatak) güneyinden,orta koyun asma da tombokta…bizim köyün sömürülerinin hemen alt başımızda baydının dört bir tarafında görüyorduk.Ateşimize ateşle karşılık verirler oluyordu.Hele bizim köylü haso gilin Hüseyin ( sadolaaplı) bizim tam karşımızda haramiler yamacında,gördüğü her sürü çobanına bir laf yetiştirmekle güzel pınar vadisinin çınlatıyordu.Hamit Ağaların sürüsü çatağın boğazda…Kuluncaklı hasso gilin sürü deve boynun dan girmiş,kilise yolu boyunca değilmiş salına salına geliyor
yellicenin sürülerinden birinin mançık gilin olduğunu tahmin ediyoruz.sade bunlar mı?
Hayır bu anda bile şimdiki gibi anımsıyorum ki çatak deresinin bir yanı su ocağı bir yanı çatağın güneyi, derenin ilk çıkış yeri ,bizim zirvesinde bulunduğumuz baydin dağı…İşte bu vadiden en azından 6-7 sürü koyun yani 1,500-2000 bin beşyüz ,ikibin koyun bulunuyordu.tüm sürülerde koyun çanları (zangır) bulunur.Bu çanları sesleri de büyüklük ,küçüklük ,kalınlık meclik yapılmış şekli,yapıldığı metalin emsine,içinde dil denen sarılıp kenarlara çarpıp ses çıkaran küçük sarkoç parasının da ayrı ayrı olan özellkilerine göre,ayrı ayrı çan sesleriyle o koca vadi ,saz,keman…Darbuka…Diyarı,org keman Vs.Vs dean oluşmuş…dev bir koro konser vermekteydi,dev bir orkestranın eşliğinde….Evet kimi ince,kimi daha tiz…kimi kalın,kimi daha dolgun,obva tonlu ,çan ve çıngırak sesleriyle şahin doğal çatik vadisi yankı yankıydı….Anlatmaya izah etmeye kelime bulamıyor
Bu görünüm, bu yaşam böyle devam ede dursun sadonun sağa sola bağırmalarıyla gazel pınar vadisi çınlaya dursun… Arkadaşım Seyit sürüyü kaldırmaya başladı.
Ohooo… Veha… Gibi sesler koyunlara seslenip artık kalkmalarını anlatmış oluyordu. Koyunlarda bu sese, bu seslerin anlamına alışkındılar. Ne demek istediğini anlıyor, ona göre davranıyorlardı… Nitekim yine öyle oldu. Sürü kıpırdamaya başladı. Kimi kalkıp gerneşiyor, kimi işiyor, kimi hapşırıyor, kimi aksırıyor, ne bileyim tamamen kendine özgü bir dünya, o dünya… Bir aşk gibi anca yaşanır anlatılmaz…
Dur arkadaş, dedim, güneşin doğuşunu sıradan iyice görmek istiyorum…
Her gün bir tepedeyiz, dedi. Hiç mi gör görmedik, ilk mi görecez demek istiyordu. Evet, her gün bir tepedeyiz. Ve her gün güneşin karşımızdaki bir tepeden doğduğunu görüyoruz. Ama bu güne bu gün düzlüğünde bulunuyoruz. Bu gün güneşi bize göreceği dağla aramızda en az (kuş uçuş) olsun, olsun buradan bakmak bir başka olacak… Demekle yetindim. Oda ses çıkarmadı. Delikli taş dedi! Taşı öptü. Sabah sabah dilekte bulunalım deyip eğildi, büküldü, delikli taştan geçti. Burası elle yspılmış üst üste konmuş sakaylardan oluşan bir behlizdi. İnanca göre günahı olan oradan geçemezmiş, günahsız insan olmazmış, ama oradan geçebilenin duası kabul edilirmiş, günahı af edilmiş olurdu. Öyle inanılıyordu. Öyle inandınmıştık.
Oh! Dedi. Rahatlamıştı, belli ki sende? Dedi. Benimde geçmemi denememi istiyordu. Bir iki bende öyle inanıyordum. Ve inancım gereği mübarek delikli taştan geçmeli, varsa günahlarımın affı için dua etmeli ve dileklerde bulunmalıydım… Uzatmayayım bende, taşları öpüp niyaz da bulunup dua ve dileklerimi içinden okuyup dehlizden geçtim. Benden bir oh! Çektim…Karşı Uludağla yamadağları arasında taasarıçiçek yaylasında bir bölge daha daha aydınlanıyor,kızarıklık yerini açık bir renge bırakıyordu.Sanki koyu tül yerini mor tür oda giderek yerini beyaz bir tüle bırakıyor gibiydi…
Güneşin artık oralardan bir yerden doğmakta olduğu belliydi.Hemen tırmanıp yukarıda sözünü ettiğim ikinci bölüm olan mezarın bulunduğu sivri kayaların oraya yani en zirve noktaya vardım.İki nokta arasında yine en az yüz metre vardı.Şimdi hem daha aydınlık ,hem daha yüksek bir noktada bulunuyorum.Her taraf ayaklarımın altında gibi…Batıda tezer yılanlı dağ,doğuda yamadağları ,güneyde Malatya ovası,kuzeyde Divriği gören sanırım 200 km çaplı bir alanın ortasında bulunuyorum.Ağaç ve yeşillik kümelrinden köy yani yerleşim yeri olarak yüzden fazlasını sayabilirsiniz…
Surumuz zirvenin etrafında otlanıyor,diğer sürülerin çobanları laf atışıyor,köylerden dumanlar yükseliyor,sabah çayları,çorbaları hazırlanacak.Şimdikiler gibi bir kibritle,bir düğmele yakılacak ocakların imkanları olduğu günler değildi.O günler anadolumun o günleri…
Arkadaşıma gel! Dedim gel,bak bu manzarayı bir daha ya görür ya göremezsin.gözümün güneşin doğacağı bu zirvede bulunup saçiçek yaylasının derin ufkuna dilemiştim.Tırmanarak oflayarak puflayarak yanıma varmış oldu.Ne adamsın yahu dedi.ne var yani?
Seni bilmem ama ben bir daha böylesi bir yaz sabahı,bu zirvede bulunup güneşin doğusunu ,bu zirveden görebileceğimi sanmıyorum.dedim.Okuyacağımı kast ediyordum.Öyle ya Rıza amca bu gün Divriğden gelecek damga pulu yapıştırıp…heyecanımda yaşamıyor muydum.Gece daha çabuk bitsin,güneş daha çabuk doğsun istiyor muydum…Bu zirve ya da bu gizli güdüyle gelmemiş miydim...birden heyecanım arttı.İçimi tatlı bir sevinç dalgası sardı…Sanki dilekçem kabul olmuş…Hemen bildirilen bir askeri okula gidecektim.Hatta bir askeri okuldaydım,karşımda okulun parlayan kocaman ışığı derse çağıran zil sesleri…
Evet karşımda mos mor bir bir top vardı. Bir mor mu desem,bir yarılmış karpuz mu desem,kızarmış bir teker mi? Bir sini mi desem…Birkaç keçimisin yanı karşımda wn nazik en el değmemiş,ayak değmemiş otlardan,çiçeklerden koparıp hıtır hıtır yemeleriyle birde melemeleriyle çınlayan zilleriyle kendime gelmiş oldum.Okulda değil 2870 bakımlı Baydın dağının zirvesindeydim.
Karşımdaki mor ışığın ise sarıçiçek yaylasından doğmakta olan güneş olduğunu… bak dedim. Arkadaşıma, bak! Diyor, gözümü giderek ufuktan uzaklaşan morumsu, soluk ışık topuna dikmiştim…Onun ufuktan kıymık kıymık çıkışına ufuktan karış karış,metre metre uzaklaşmasını rahatlıkla izleyebiliyordum.
Yaksana, haydi yaksana, gözümü? Diyordum…
Evet güneş ufuktan bel ki üç-beş km uzaklaşıncaya kadar ona çıplak gözle bakabiliyordu….o gün arkadaşımın ev sırasıydı.Sürüyle ben kaldım…Bu kez öyleni sabırsızlıkla bekliyordum….Ne hayaller,ne hayaller kuruyordum…Askeri okula girmiş…Okulu bitirmiş…Rütbeler takınmış…Hatta büyük bir subayı olmuş…Bir askeri uçakla buralardan geçmiş…hatta bir helikopterle bu tepeye bile inmşitim…
Tam o sırada bir uçak başımın üstünden ama haylice yüksekte doğuya doğru uçuyor… Güneşten ışıldıyor… Bende içindeymişim…Bir subay hayır hayır bir paşa
Daha neler neler…
Derken sürümün başına indim. Sürüde alt tarafında bulunuyordu zaten. Kayalardan inmiş oldum. Sahım kıble yani kilise köyün yamacından doğuya doğru yön almış çiçekli, henüz yeşil otlar arasında kıpır kıpır seslerle yol alıyordu. Kilise ile bizim tarafı kesen sırta gedikbaşına gelince batıya, bizim köye doğru yönelmiş olduk…
Güneş durmadan yükseliyor, yaklaşıyor… Artık bakılmaz oluyordu.
05.08.2003
Cide
Öldürmeli ölüm denen zalimi
Güldürmeli ölümsüzlüden garibi. Soracak olursanız benden halimi, ben olsaydım
Ne yaratır ne de aratırdım ölümü,
Ey yüce ey ulu yaradan
Emrettiğin zaman geçince aradan
Yeniden yaratacak olursan
Şu kâinatı şu âlemi,
Ne yarat ne arat ölüm denen elemi
Kekiği çiçek açar,
Kekliğin yavrular uçar,
Haziranda gün dönümünde
Senin gibi yarını görmedim ömrümde
Ömrümün elli beşinci gün dönümünde
Yukarıdada belirttiğim gibi bu yamacın karşısında bizim haramiler kuzu,terbiyakayası,daha ötesi göğcebel…Ödek tarafı uzar gider….Alt tarafım yani dağın yamaçla haramiler kuzu arası güzel pıvar vadisi bulunur.Bu vadi bekçi dağa ,çelidere sırtı arasından geçerek mağracık vadisi dört tarafı yüksek dağ sıraları ile çevirili geniş bir vadidir.oraların ovasıdır,bir bakıma ,yukarıda sözünü ettiğim çoban öldüren pınarda burada bulunur…Daha onlarca pınar ile koyun su kaynağıdır.Aynı zamanda …Evet fıratın milyonlarca kılcaldamarından biride buradan beslenir,çay oluşur,batıya doğru 10-15 km gittikten sonra çetinkaya tarafından gelen ırmaklarla birleşir,Avşar istasyonun oralardaki buluşmadan sonra daha hırçın bir hal alarak doğuya yönelir.Gide gide ,büyüye büyüye Erzincan tarafından gelen Murat kolula birleşip Eğin in oralarda ,güneye yönelip basraya doğru yol alır.keban ilçesinin oralarda da Tunceli Mazgirt tarafından birleşip artık Fırat adını alarak Anadolunun en büyük su havzası ,en fazla su taşıyan nehri olur….İşte kabası karakaya,Atatürk Barajı bu koca su nehri ,koca su deryası üzerinde kurulmuşlardır.Tabiii o zamanlar bu barajların hiçbiri yoktu.Neyse biz dönelim konumuza…
Baydinin kuzeydoğu yamacı olan bu yamaçtan kuzeybatısına doğru ilerliyor sürüm, karşıda haskogilin huzayinin, şavogilin, mamonun, esetgilin sürüler… Sürülerden sürülerden yükselen can, cıngırak kalak sesleriyle gozel puvar vadisi, inmektedir… Hüseyin lakabı sado çenesi hiç durmaz… Herkese laf atar, laf yetiştirir.
Sürüm tam kuzey batıdaki yüksek kayaların altına gelince hayatımın en heyecanlı anlarından birini yaşıyor oldum, diye bilirim… Kayaların gölgesinde kaldığı için hala adam boyu kar kurtuğu vardı… Bir taraftan kar eriyor ince ince dereciklerden tel el kar suyu akıyor… Bir taraftan yeni yeni çıkan yeşillikler, çiğdemler kardelenler, nergizler… Demet, demet nergizler… Kokusu zambakların kokusunu andırır. Nefis bir nergis kokusu oralrı sarmış… Karın üstünde kayıyorum, uzanıyorum… Yüzünü temizleyip miyorum… Tadını çıkarıyorum, kendimce… Daha aşağılarda kekikler çiçek açmış… Kendine özgü hoş kokulu… Yemeklere konan çayı yapılıp içilen… Bir derman, bir ilaç canım kekik daha da aşağılarda göre duvara yakınlarda keklikle ötüşüyor… Yavrularına ötmeyi alıştırıyor olmalılar…
Birde ne bakayım bir kartal süzüldü, süzüldü… Vadiye aşağı belli ki bir av görmüştü… Bir keklik mi, bir tavşan mı, bir yılanmı? Kimbilir…
Uzatmayayım öğlene doğru köye varmış oldum…
Yerde gökte denizde
Beni aranıyorum heryerde
Denizin mavisi ormanların yeşili
Gri,kurşuni,morumsu,pembemsi
Bulutlar gözümde perde perde
Sen dolun ayım,gülayım
Güneşim dermanımsın
Hasret denen içimdeki derde