YALINLIĞI RUHUMA GİYİNMELİYİM
Başkalarından ayrıştığımızı kanıtlamaya çalışırcasına buluşturuyoruz kâğıt ve kalemi. Tek amacımız; kendimizi, farklılığımızı biraz daha ortaya koyabilmek. Milyarların arasında ufacığız… Evrende ise, bir tek hücreli kadar bile yerimizin olup olmadığı şüpheli. Oysa tüm evren çevremizde dönüyor sanıyoruz. Her şeyin merkezinde sadece biz, benliğimiz, ilkelerimiz ve değerlerimiz duruyor. Bu, çocuk oyunlarından bile daha trajikomik aslında.
Hayatın yalınlığını kendi yaşam felsefesi haline getirmiş Hayyam bile; “ Evren senin içinde ve sen evrensin” demiş değil mi?
Aldanış… Varoluşla beraber içimize nakşedilmiş savunma mekanizmaları… Evren diye tanımladığımız şey; beynimizin içindekilerden ibaret aslında. Sorduğumuz onca soru, aradığımız cevaplar, anlamlandırmaya çalıştığımız kimliğimiz; gerçekte öylesine basit bir sistemin parçası ki… Hayatı karmaşık olarak var etmeye çalışan kendi algılarımızdan başka şey değil…
İşte tam da bu sebeple, hayatın yalınlığını anlamış ve ömrünün merkezine bunu yerleştirebilmiş insanlara saygım sonsuz.
Mevlana’ya “ Aşk nedir?” diye sormuşlar; “ Ben ol da bil “ diye cevaplamış.
Sözcüklerin yetersiz kaldığı iklimlerde, tüm beşeri duyguların her insanın kendi kimyasında şekil bulduğunun en yalın kanıtı…
Eskiden dervişler gezgin olurlarmış. Ömürleri yettiğince, yaz kış demeden, şehir şehir, ülke ülke gezerlermiş. Öğrendiklerini paylaşır, bilgiyi kendilerine de katar, her geçen gün çoğalarak yaşarlarmış. Yurtlarına dönmek için nefeslerinin yetip yetmeyeceğini bilemedikleri için de kendi kefenlerini sarık olarak başlarında taşırlarmış. Öyle ki öldüklerinde kefenleri hazır olsun diye… İşte ölümün ve yaşamın yalınlığı… Yaşam sade… sözcükler sade… ölüm bile aynı sadelikte…
Belki şunu öğreniyorum gün geçtikçe,
Evrenin merkezinde değilim,
Herkes gibi yaşamaya çalışıyorum,
Ve bu yalınlığı ruhuma giydirmeliyim.
Tahminim şu ki;
Kolay olmayacak…
Ayşegül Metin 23.10.2006