0
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
166
Okunma
Kapı yavaşça açıldı. Umay içeri girdi. Gözlerinde hafif bir şaşkınlık, yüzünde ise kendini tutmaya çalışan bir ifade vardı. Odanın ortasında annesi, babası, Hızır Usta ve eşi oturuyordu. Hepsi ciddi ama bir o kadar da yumuşak bir bakışla ona bakıyordu.
Ahmet’in babası ilk sözü aldı. Sesi hem tok hem de sevgi doluydu:
“Evladım… Sana bir şeyi anlatmak istiyoruz. Abin, Yusuf’un rüyasına girmiş. Ona demiş ki, ‘Anneme, babama, kardeşime… Umay’a sahip çık.’ Yusuf da, bu emaneti kalbine alıp burada kalmaya karar vermiş.”
Hızır Usta söze girdi:
“Evladım… Biz ne dersek diyelim, hayat senin. Geleceğini kendi gönlünce şekillendirmen gerek. Ama biz, Yusuf’un duruşunu, saygısını, emanete olan bağlılığını gördük. Eğer senin de gönlünde bir meyil varsa, bu sadece bir yuva değil, Ahmet’in yarım bıraktığı hikâyenin devamı olabilir.”
Umay bir süre başını eğdi. Sessizlik, odada zaman gibi ağır akıyordu. Sonra gözlerini kaldırdı. Sözleri sessiz ama derindi:
“Abim… Yusuf’a öyle bir şey söylediyse, eminim ki bunu kalben hissetmiştir. Ben Yusuf’un davranışlarına hep saygıyla baktım. Kalbimde sevebilirim gibi bir his var. Ama... kararımı sadece size değil, önce kendime de verdim. Bu bir mecburiyet değil. Ama bir güven… bir gönül meselesi.”
Gülümseyerek devam etti:
“Eğer siz de uygun görüyorsanız… Ben de razıyım.”
Bu sözlerin ardından herkes derin bir nefes aldı. Gözlerde minnet, dudaklarda dua vardı.
---
Ertesi gün, Hızır Usta ile Ahmet’in babası, Yusuf’un yanına gittiler. Bahçedeki küçük masanın başında oturmuş, eski bir kitabı karıştırıyordu Yusuf. Onları görünce toparlandı. Hızır Usta hafifçe gülümsedi:
“Evladım… Bugün seninle önemli bir mesele konuşacağız. Ama önce… Şu rüyayı bir de biz duyalım senden.”
Yusuf biraz mahcup, biraz duygulu anlatmaya başladı:
“Ahmet… benim gece rüyama girdi. Bana dedi ki: ‘Anneme, babama, kardeşime sahip çık. Onlarısana emanet ediyorum.’ O an içimde bir şey yerinden oynadı. Gözümü açtığımda artık gitmeyi düşünmüyordum.”
Ahmet’in babası ardından söze girdi:
“Evladım, biz düşündük. Umay da düşündü. Uygun gördük. Bu iş senin gönlüne bağlı. Biz seni oğlumuz bildik. Şimdi sana soruyoruz: Bu yolda yürümek ister misin?”
Yusuf bir süre sustu. İçinde emanet duygusu ağır basıyordu. Hızır Usta’nın güveni, Ahmet’in babasının sevgisi, Umay’ın sözü... Hepsi terazinin bir kefesine dolmuştu. Sonra derin bir nefes aldı ve başını sallayarak:
“Evet. Kabul ediyorum,” dedi.
---
Bu cevabın ardından düğün hazırlıkları başladı. Nevşehir halkı, şehit ailesinin bu yeni başlangıcı için seferber oldu. Belediye düğün salonunu tahsis etti. Şehit ailelerine destek veren vakıflar, gelinlikten düğün pastasına kadar her ayrıntıyı üstlendi. Esnaftan biri çiçekleri, biri fotoğrafçıyı, biri de konukların ulaşımını organize etti. Herkesin kalbinde aynı düşünce vardı: “Ahmet sevinsin, Umay mutlu olsun, Yusuf yalnız kalmasın.”
Ahmet’in annesi ise her hazırlığın başındaydı. Gözyaşlarıyla gelin bohçasını hazırlarken, bir yandan da dualar ediyordu:
“Oğlumun emaneti... Rabbim tamamına erdirsin.
---
Zeynep bir kenarda sessizce oturuyordu. Yusuf’la şimdiye kadar hiç konuşmamışlardı. Çünkü Zeynep istese de konuşamazdı. Kulakları sağır olduğu için konuşma yetisi de gelişmemişti. Hareket diliyle anlaşmayı da öğrenememişti. Aralarındaki iletişim, yalnızca işaretlerle ya da göz göze geldiklerinde hissettikleriyle sınırlı kalmıştı.
Yusuf ise bunun tam zıttıydı. Çocukluğundan beri kulaklarının büyük olması nedeniyle alay edilen biriydi. Ama onun kulakları duyardı — yalnızca sesi değil, duyguyu, sessizliğin içindeki anlamı da. Kalabalıkların içinden yankılanan suskunluğu, insanların içinde bastırdığı kelimeleri fark ederdi.
Zeynep’in sağır sessizliğiyle Yusuf’un duyarlı sessizliği birbirine hiç dokunmadı. Ama biri dünyayı hiç duyamamışken, diğeri fazlasıyla duyuyordu. Hayat onları aynı hikâyenin tanığı yapmıştı; biri anlatmadan susmayı öğrendi, diğeri duyarak anlamayı.
Düğün tarihi yaklaştıkça, şehirde bir sevinç havası esti. Bu düğün, sadece Yusuf ve Umay’ın değil, Ahmet’in hatırasının da bayramı olacaktı. Şehir bir kez daha gösterdi ki; şehitlerin emaneti, bu milletin kalbinde sonsuz bir yuvaya sahipti.