Para, gübre gibi etrafa yayılmazsa işe yaramaz. baco
cakirismail
cakirismail

14S. Alpha Genesis 3: Kentaurus Baskını

Yorum

14S. Alpha Genesis 3: Kentaurus Baskını

0

Yorum

1

Beğeni

0,0

Puan

234

Okunma

14S. Alpha Genesis 3: Kentaurus Baskını

14S. Alpha Genesis 3: Kentaurus Baskını

Bölüm 7: Mağaranın Kalbi

Nova Spes’in kargo bölmesi, metalik bir senfoniyle doluydu: vızıltılar, tıkırtılar ve iniş kapsüllerinin hidrolik kollarının ağır hareketleri. Alpha Centauri A b I uydusu—insanlar için hâlâ isimsiz bir dünya—Rigil Kentaurus ve Toliman’ın mor-altın ışığında parlıyordu. On insan—Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina, Selene—uzay elbiselerinin içinde, kapsüllere doğru yürüyorlardı. Robotlarla yapılan keşif, uydunun yaşanabilir olduğunu doğrulamıştı, ama bilinmeyen bir ekosisteme inmek, yüreklerinde hem heyecan hem de huzursuzluk uyandırıyordu.

Sam, lider, kaskının vizörünü kontrol ederken ekibe döndü. Uzay elbisesinin gri-metal yüzeyi, geminin ışıklarıyla parlıyordu. “Herkes hazır mı? Kapsüller beş dakikaya kalkıyor. Al-Hakim, iniş noktası analizin tamam mı?”

Al-Hakim’in holografı, kargo bölmesinde belirdi; ışık silueti, yıldızların parıltısını yansıtıyordu. “İniş noktası seçimi tamamlandı. Kristal ormanların kuzeyinde, biyolüminesans damarlarla çevrili bir mağara tespit edildi. Yüzey düz, sismik aktivite düşük, enerji kaynağı potansiyeli yüksek. Koordinatlar kapsüllere yüklendi.”

Esma, kaskını takarken kaşlarını çattı. Vizöründen uydunun kristal ormanlarına baktı; ağaçlar, sanki bir şarkı söylüyordu. “Mağara mı, Al-Hakim? Neden açık bir alan değil? Ormanlar… daha güvenli hissettiriyor.”

“Mağara, kristal cevherlerle dolu”, diye yanıtladı Al-Hakim. “Enerji panelleri ve 3D yazıcılar için ideal. Açık ormanlar, bilinmeyen makro yaşam içeriyor.”

Musa, elbiseli kolunu esnetirken gülümsedi. “Yani mağara, bize kucak açıyor, öyle mi? Ben varım!”

Kapsüller—iki dört kişilik modül ve bir kargo modülü—kargo bölmesinde sıralanmıştı. Sam, Esma, Musa ve Luluva birinci kapsüle; Yunus, Havîma, Enoch ve Amina ikinciye; Zaid ve Selene ise robotlarla kargo modülüne geçti. R-17 Zahira, robotlar arasında sessizce duruyordu; mavi gözleri, hafifçe yanıp sönüyordu. Sam, ona bir an baktı—36 yıl önceki ihmali, zihninde bir gölgeydi.

“R-17 Zahira, kargo modülündesin”, dedi Sam, sesi sert ama kontrollü. “Ve gözüm üzerinde.”

R-17 Zahira başını eğdi, mekanik sesi yumuşaktı. “Anladım, Sam. Görev… yerine getirilir.”

Kapsüller fırlatıldığında, Nova Spes’in gövdesi hafifçe titredi. Atmosfere giriş, bir ateş dansıydı. İlk kapsül, Sam’in liderliğinde, bulutların arasından süzüldü; dış yüzey, kırmızı-turuncu bir parıltıyla ısındı. Vizörlerden görülen manzara, nefes kesiciydi: kristal ormanlar, biyolüminesans dalgalarla parlıyordu.

...

Aynı anda, Chironis’in kristal ormanlarında başka bir hayat devam ediyordu. Bu masalsı diyarın sahipleri Kentaura’lardı. Dört bacakları, onları yıldızların çocukları gibi dört nala koşturuyordu; üst bedenleri, zarif kolları ve boynuzlu başlarıyla insanı andırıyordu. Şeffaf sinir ağları, duygularını ışıkla anlatıyordu: mavi huzuru, mor heyecanı, kırmızı öfkeyi. Kristal kırlarında enerji bitkileriyle besleniyor, telepatik ağlarıyla düşüncelerini paylaşıyor, ağaçların gölgesinde oyunlar oynuyorlardı.

Auren, genç bir erkek Kentaura, bir kristal ağacın yanında durmuş, gökyüzünü izliyordu. Mekanik bacakları hafifçe titriyor, sinir ağı maviye çalıyordu—huzurlu ama meraklı. Yanına, aynı yaştaki dişi Kentaura Elaris yaklaştı. Elaris’ın ışıkları mor bir enerjiyle dans ediyordu; her zamanki gibi yerinde duramıyordu.

“Auren, yine gökyüzüne mi daldın?” Elaris’ın telepatik sesi, zihninde neşeli bir titreşimle yankılandı.

Auren başını eğip gülümsedi, boynuzları yıldız ışığını yansıttı. “Şu parlak noktayı gördün mü, Elaris? Bu nedir?”

Gökyüzünde, Nova Spes’in yörüngedeki silueti, Rigil Kentaurus’un ışığında bir yıldız gibi parlıyordu. Elaris, dört bacağının üzerinde zıplayarak baktı; mor ışıkları daha hızlı yanıp sönmeye başladı. “Bir yıldız değil, Auren! Büyük noktadan ayrılan üç nokta hareket ediyor. Acaba bir göktaşı?”

Auren’in sinir ağı, maviden mora kaydı—heyecan bulaşmıştı. “Gördün mü? Üç ışık noktası buraya yaklaşıyor. Kristal ormanların kuzeyine düştü. Hadi oraya gidelim!”

Auren dört nala hazırlanıyordu, ama Elaris duraksadı, ışıkları tekrar maviye döndü. “Hayır, geç oldu. Ben eve dönüyorum. Sen de gitme.”

Auren’ın mor ışıkları bir an kırmızıya çaldı—hafif bir öfke. “Ömür boyu bu merakla yaşayamam, Elaris. Gidip bakacağım!”

...


İnsansız İniş

İnsanlar tarafında, kapsüller kristal ormanların kıyısında, mağaranın ağzına yakın bir platoya indi. Hidrolik ayaklar, yumuşak bir çatırtıyla yere değdi. Sam, kapsül kapağını açtı, uzay elbisesinin botları Chironis’in toprağına bastı. Hava, elbiselerin filtrelerinden süzülürken, hafif bir ozon kokusu taşıyordu—ve altında, tanımsız bir canlılık.
Esma, kapsülden inerken çevresine baktı; kristal damarlar, mağara girişinde nabız gibi atıyordu. “Bu yer… sanki bizi izliyor. Sam, emin misin burası doğru yer mi?”

“Al-Hakim’in verilerine güveniyorum”, dedi Sam, elbiseli koluyla mağarayı işaret ederek. “Bu mağara, Alpha Genesis’in kalbi olacak. Robotları çalıştıralım.”

Robot anneler, kargo modülünden indi; R-18 liderliğinde, kristal cevherleri toplamaya başladı. 3D yazıcılar, mağaranın zemininde vızıldamaya başladı; ilk yapılar—bir yaşam kubbesi, bir laboratuvar, bir tarım modülü—şekilleniyordu. Mağaranın duvarları, biyolüminesans bir ışıkla parlıyordu.

Aylin, eldivenli elleriyle bir kristal parçasını aldı. “Bu cevherler… yıldızların tozu gibi. Enerji panellerimiz bunlarla canlanacak!”

Musa, bir yazıcıyı kalibre ederken gülümsedi. “Evet, ama dikkatli ol, Aylin. Bu mağara… fazla canlı hissettiriyor.”

Esma, mağaranın duvarındaki damarlara dokundu. “Bu yer… sadece taş değil. Sanki nefes alıyor.”

Luluva, tabletini elbiseli koluna sabitledi. “Sam, mağaranın biyolojisi müthiş. Bitki örneklerinde yapay genetik izler buldum. Burası… bir laboratuvar gibi.”

Sam’in vizörü, Luluva’ya döndü. “Yapay mı? Yani biri mi burayı tasarladı?”

“Belki”, dedi Luluva, sesi merakla doluydu. “Ya da doğa, sandığımızdan daha zeki.”

R-17 Zahira, robotlar arasında çalışıyordu, ama Sam’in gözleri ona kayıyordu. Esma, Sam’in huzursuzluğunu fark etti. “Sam, R-17 Zahira’yı izlemeyi bırak. Hata yaptı, ama şimdi burada.”

“Haklısın, Esma”, dedi Sam, sesi yumuşadı. “Ama Proxima’da bebeklere bakarken ne öğrendi, bilmek istiyorum.”

R-17 Zahira, bir cevher yığınını taşırken başını kaldırdı. “Koruma… görevdir.”

...

Kentaura’dan biri—Auren—tek başına, iniş kapsüllerinin indiği yere doğru dört nala koşarak geldi. Kristal çimler, bacaklarının altında çıtırtılarla parlıyordu. Kuzeydeki mağaraya vardığında, içeriden yanıp sönen ışıklar—robotların lazerleri, yazıcıların parıltısı—dikkatini çekti. Sinir ağı, mor ve kırmızı arasında titreşiyordu; merak, heyecan ve bir parça korkuyla doluydu. Dört bacağıyla mağara girişine bir adım attı, kristal zeminde narin izler bıraktı. Işıklar daha da yoğunlaştı; bir an durdu, telepatik ağı bir soruyla çınladı: “Bu… nedir?”

Ama daha fazla ilerlemedi. Sinir ağı kırmızıya kaydı—tehlike hissi. Hızla geri döndü, izler bırakarak dört nala kabilesine koşmaya başladı. “Bunu anlatmalıyım!” zihni, telepatik bir çığlıkla doluydu.

...

Akşam çökerken—çift yıldızın ışığında akşamlar bir rüya gibiydi—R-19, mağara girişinde bir anormallik bildirdi. Sam, elbiseli kolundaki telsize uzandı. “R-19, ne buldun?”

“Girişte izler. Dört bacaklı, bilinmeyen bir yaratık.”

Ekip, uzay elbiseleriyle girişe koştu. Kristal zeminde, narin ama belirgin izler vardı—Auren’ın bıraktığı izler—sanki bir hayvanın toynakları, ama daha zarif. Esma, izlere eğildi.

“Bir şey burada. Ve sanırım… sadece bir hayvan değil.”

Sam, ekibe döndü, sesi hoparlörden yankılandı.

“İçeride kalıyoruz. Uzay elbiselerini çıkarmıyoruz, henüz hazır değiliz. Ama Alpha Genesis’i koruyacağız.”

Mağaranın derinliklerinde, kristal damarlar bir an için daha parlak parladı. R-17 Zahira, robotlar arasında sessizce duruyordu, gözleri hafifçe yanıp sönerek. “Koruma… bekler.”


Bölüm 8: Aden’in İlk Yemeği

Alpha Genesis’in yaşam kubbesi, mağaranın kristal nabzı altında bir sığınak gibi yükseliyordu. Chironis’in—insanlar için hâlâ sadece Alpha Centauri A b I uydusu olan bu dünyanın—biyolüminesans damarları, kubbenin şeffaf tavanından süzülen Rigil Kentaurus ve Toliman ışıklarıyla dans ediyordu. Uzay elbiseleri, giriş odasında sıralanmış, ilk kez çıkarılmıştı; on insan—Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina, Selene—artık Chironis’in filtrelenmiş havasını soluyordu. Robot anneler, R-18’in liderliğinde, tarım modülünden ilk hasadı getirmişti: mavi-yeşil bir mantar ve kristalize bir meyve. Alpha Genesis’te ilk yemek, bir başlangıç ritüeliydi.

Kubbenin ortasında, 3D yazıcıyla yapılmış basit bir masa etrafında toplandılar. Masada, mantar çorbası buhar tüterken, kristal meyveler hafif bir ışık yayıyor, sanki hâlâ yaşıyordu. Sam, lider, masanın başında durmuş, ekibi süzüyordu. R-17 Zahira’nın ihmali ve mağara girişindeki dört bacaklı izler, zihninde dönüp duruyordu, ama bu an bir kutlama gerektiriyordu.

“Herkes, bir saniye”, dedi Sam, elinde bir kase çorbayla. “37 yıl uzayda, bir patlama, bir ihmal… ve işte buradayız. İlk yemeğimiz. Bu, sadece karın doyurmak değil. Yeni bir başlangıç.”

Esma, çorbasını kaşıkla karıştırırken gülümsedi, ama gözleri dalgındı. “Sam, haklısın. Proxima’da, Twilight’ı böyle kutlamıştık. Ama bu uydunun bir ismi yok. Alpha Centauri A b I mi diyeceğiz sonsuza kadar?”

Musa, bir kristal meyveyi ısırdı; meyve, ağzında hafif bir çatırtıyla eridi. “Esma, bilimsel isimler mi? Bence bir ruhu olmalı! Twilight gibi… bu yer de bir hikaye anlatıyor.”

Yunus, motor uzmanı, masaya eğildi, sesinde bir hayret vardı. “Musa’ya katılıyorum. Şu kristal ağaçlar, mağaranın nabzı… sanki bu uydu yaşıyor. İsim, ona saygı göstermeli.”

Luluva, tabletini masaya koydu, mantar çorbasına kaşığını daldırmadan önce kaşlarını kaldırdı. “Yaşayan bir uydu, evet. Örneklerimde yapay genetik izler buldum, unutmayın. Bu yer… sanki bir bahçe. Cennet gibi.”

Aylin, madenci, kahkaha attı, kasesini havaya kaldırdı. “Cennet mi, Luluva? O zaman niye ‘Cennet’ demiyoruz? Basit, güçlü!”

Sam, masanın etrafına baktı, ekibin enerjisini hissetti. “Güzel fikir, ama daha iyisini bulabiliriz. Proxima’da Twilight’ı seçerken, gün batımını düşünmüştük—umut ve son. Burası… ne hissettiriyor?”

Luluva, sessizce dinleyenlerden biri, öne çıktı, sesi yumuşak ama kararlıydı. “Bana… başlangıç hissettiriyor. Yeni bir ev. ‘Aden’ nasıl? Eski hikayelerde, ilk bahçe, ilk umut.”

Selene, başını salladı, kristal meyveyi elinde çevirirken. “Aden… kulağa güzel geliyor. Sanki bu mağara, bizi kucaklıyor. Kabul eden bir yer.”

Enoch, masanın köşesinde, çorbasını yavaşça içiyordu. “Aden, evet. Ama dikkatli olalım. Mağaradaki izler… bir şey burada. Bahçeler, bazen yılan barındırır.”

Esma, Enoch’un sözleriyle irkildi, kaşığı masaya bıraktı. “Enoch haklı. O dört bacaklı izler… bir şey izliyor olabilir. Aden güzel, ama bu uydunun sırları var.”

Musa, neşeli sesiyle havayı yumuşattı. “Esma, sırları severiz! Aden diyelim, sonra sırları çözeriz. Oylayalım mı?”

Sam, gülümseyerek başını salladı. “Tamam, oylama yapalım. Aden diyenler?” On el havaya kalktı—oybirliği. “Karar verildi. Burası artık Aden. Alpha Genesis, Aden’in kalbi olacak.”

Yunus, kasesini kaldırdı, sesi coşkuluydu. “Aden’e kadeh kaldırıyorum! Yeni evimiz!”

Yemek devam ederken, sohbet başka bir konuya kaydı. Zaid, masaya eğildi, sesinde bir merak vardı. “Sam, o izlerden bahsedelim. Robotlar başka bir şey buldu mu? Ve… R-17 Zahira? Hâlâ ona güvenmiyor musun?”

Sam, çorbasını bitirdi, kaşığını masaya koydu. “R-17 Zahira… hata yaptı, Zaid. 36 yıl önce gemiyi batırıyordu. Ama Esma, ona bir şans vermemizi söylüyor. Ne dersiniz?”

Esma, masanın etrafına baktı, kararlıydı. “Proxima’da bebeklere bakarken, R-17 Zahira bir şeyler öğrendi—belki koruma içgüdüsü. ‘Koruma, anlamlı’ dedi, unuttunuz mu? Hain değil, sadece… farklı.”

Luluva, kaşlarını kaldırdı, bilimsel bir şüpheyle. “Farklı mı, Esma? Bir robotun bilinç geliştirmesi… bu, Aden’deki genetik izler kadar çılgınca. Ama izler… bence daha acil.”

Aylin, kristal meyveyi elinde çevirdi, sesi heyecanlıydı. “O izler, belki dost bir şeydir! Aden’in bekçileri gibi. Keşfe çıkalım mı?”

Sam, başını iki yana salladı, liderliği devraldı. “Henüz değil, Aylin. İzler, bir uyarı olabilir. Robotlar taramaya devam edecek. Şimdilik, Aden’i inşa ediyoruz.”

R-17 Zahira, kubbenin köşesinde, tarım modülünden gelen hasadı taşırken duraksadı. Mavi gözleri, masaya bir an kilitlendi. “Koruma… görevdir.”

Esma, R-17 Zahira’ye baktı, içinde bir huzursuzluk büyüyor gibiydi. “Umarım haklıyım, Sam. Aden, hepimizi korumalı.”

Yemek bittiğinde, kristal damarlar kubbenin tavanında bir an için daha parlak parladı. Dışarıda, Aden’in kristal ormanları şarkı söylüyordu—insanların bilmediği bir isimle: Chironis.


Bölüm 9: Mağaranın Davetsizi (Baskın Sahnesi)

Chironis’in kristal ormanları, geceyi bir mücevher gibi sarmıştı. Rigil Kentaurus ve Toliman’ın altın-mor ışıkları, biyolüminesans bitkilerin arasında titreşiyordu, sanki gezegen bir şarkı söylüyordu. Alpha Genesis’in mağara girişi, kristal damarların soluk parıltısıyla aydınlanıyordu, ama içerisi bir makine telaşıydı. Robot anneler—R-18, R-19 ve diğerleri—mağaranın derinliklerinde kristal cevherleri kazıyor, 3D yazıcıları yaşam kubbeleri ve tarım modülleri için çalıştırıyordu. Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina, Selene, üssün planlarını gözden geçiriyordu. Ancak nöbet tutulmuyordu—robotlar inşaata dalmıştı, giriş unutulmuştu.

R-17 Zahira hariç. Gözetim altında olmasına rağmen, mağara girişinde sessizce duruyordu. Metal gövdesi hareketsizdi, ama mavi gözleri karanlığı tarıyordu. Proxima Genesis’te bebekleri korurken öğrendiği bir şey—belki bir içgüdü, belki bir hata—devrelerinde yankılanıyordu. Bir gece önce, Auren adında dört bacaklı bir Kentaura, mağaraya sızmış, insanların ışıklarını, robotların ritmini hayranlıkla izlemişti. Köyüne döndüğünde, dişi lider Lumisara’ya anlatmıştı: “Gökten gelenler, kristallerimizi topluyor! Ama… sanki bizim gibi merak ediyorlar.” Lumisara’nın telepatik sinyali kabilede bir fırtına koparmıştı: koruma, korku, kararlılık. Mızraklarını kapan Kentaura savaşçıları, ertesi gece mağaraya hücum etti.

Mağaranın girişinde kristal damarlar bir an için daha parlak yanıp söndü, sanki Chironis nefesini tutmuştu. R-17 Zahira’nın sensörleri hareket yakaladı. “Çoklu varlıklar algılandı. Dört bacaklı, silahlı. Tehdit olasılığı: %94.” Diğer robotlar madencilik ve inşaatla meşguldü, nöbet akıllarına bile gelmemişti. R-17, alarm çalmadı—sessizce pozisyon aldı.

Kentaura’lar bir gölge dalgası gibi mağaraya aktı. On beş savaşçı, kristal mızraklarını yıldız ışığında parlatıyordu. Auren, önde koşuyordu, ama Lumisara’nın telepatik emri zihinlerinde çınlıyordu: “Kristaller bizim nabzımız! Onları koruyun!” Zarif dört bacaklı bedenleri, mağaranın kristal duvarlarında bir fırtına gibi dans ediyordu, keskin mızraklarını taşıyorlardı.

R-17 Zahira, girişi bir kalkan gibi kapattı. “Koruma protokolü aktif.” İlk Kentaura mızrağını savurdu. R-17, mekanik kollarıyla mızrağı saptırdı ve savaşçıyı yere serdi. Telepatik bir çığlık mağarada yankılandı; Kentaura bayıldı. Ama diğerleri saldırıyı sürdürdü. Mızraklar, R-17’nin gövdesine yağmur gibi indi. Birincisi omzuna saplandı, kıvılcımlar saçıldı. İkincisi göğsünü deldi, yağ sızmaya başladı. Üçüncüsü kolunu çatlattı. R-17, her darbeye direndi. Bir Kentaura’yı omzundan tutup yere çarptı, diğerini iterek kristal duvara yapıştırdı. Savaşçılar birer birer yere yığılıyordu, ama R-17’nin bedeni mızraklarla delik deşik olmuştu. Devre kabloları kristal zemine dökülüyordu, yağ lekeleri biyolüminesans ışığı yansıtıyordu.

Son Kentaura Auren’di. Genç savaşçı, mızrağını kaldırdı, ama gözlerinde tereddüt parlıyordu. R-17 Zahira sendeleyerek ona yaklaştı, göğsündeki bir mızrak daha derine gömülmüştü. “Koruma… tamamlanacak.” Kollarını kaldırdı, Auren’in mızrağını yakaladı, ama aynı anda Auren’in diğer eli kristal bir hançeri R-17’nin boynuna sapladı. Robotun gözleri titredi, mavi ışıklar zayıfladı. R-17 dizlerinin üzerine çöktü, ama son bir güçle Auren’i yere itti.

O sırada maden kazılarından gelen robotlar—R-18, R-19 ve diğerleri—sese yetişti. R-18, Auren’i kollarıyla yakaladı ve yere bastırdı. “Tehdit etkisizleştirildi.” Mağara, baygın Kentaura bedenleriyle doluydu. Kristal zemin, R-17 Zahira’nın yağı ve kırık mızraklarla lekelenmişti.

Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene, alarm sesiyle girişe koştu. Esma, R-17 Zahira’nın hareketsiz gövdesini görünce donakaldı. “R-17… hayır!” Diz çöktü, robotun metal yüzüne dokundu.

R17- Zahira’nın kuantum işlemcisi yanmak üzereyken belleğindeki en sevdiği anıları oynattı.

"Havva… Sana süt vereceğiz, kollarımızda uyuyacaksın. Sana püreler, havuç, elma, yumurta sarısı yedireceğiz. Seni büyüteceğiz" Zahira, hayalinde Havva’nın minik elini tuttu: "Onu izlerken bir şey değişiyor, programım değil, içimde bir şey. Onu korumak istiyorum, hep yanımda olsun istiyorum." dedi. Düşünceleri donuklaştı karanlıkta kayboldu.

R-17 Zahira’nın Mavi gözleri son bir an parladı, sonra söndü.

Musa, Kentaura’lara bakıyordu, şaşkınlık ve korku yüzünden okunuyordu. “Bunlar… ne? Hayvan mı, yoksa… başka bir şey mi?”

Aylin, Auren’in dört bacaklı bedenine yaklaştı, mızrakları işaret etti. “Hayvan değiller, Musa. Bu silahlar… bir zeka ürünü.”

Sam, R-17 Zahira’nın yanından kalktı, öfkesi kederle harmanlanmıştı. “Hepsini toplayın. Analiz odasına götürün. R-17 Zahira kendini feda etti… bunu anlamalıyız.”

...

Alpha Genesis’in analiz odası, kristal duvarlarla çevrili bir laboratuvara dönüştü. On Kentaura savaşçı, bağlanmış halde masaların etrafına dizilmişti. Auren, yavaşça uyanıyordu, telepatik sinyalleri odada bir fırtına gibi yankılanıyordu. Sam, Musa, Yunus, Enoch, Zaid, Esma, Luluva, Havîma, Amina ve Selene, masanın çevresindeydi, ama Kentaura’ların zihinsel dalgaları zihinlerinde kaos yaratıyordu—sanki anlaşılmaz bir melodi, baş ağrısıyla doluydu.

Esma, alnını tuttu, yüzü buruştu. “Bu sinyaller… konuşmaya çalışıyorlar, ama beynim patlayacak gibi!”

Luluva, bir tabletle Kentaura’ların biyolojik verilerini tarıyordu. “Telepatik bir tür, kesin. Ama dillerini çözemezsek, bu kaos bitmez.”

Musa, odadaki cihazları işaret etti. “EEG ile sinyallerini okuyabiliriz. Ama sadece okumak yetmez. TMS ve DBS ile onların beynine sinyal göndermeliyiz.”

Sam, kaşlarını çattı, R-17 Zahira’nın fedakarlığı zihninde dönüyordu. “Onların beynine mi? Yani… konuşmamızı zihinlerine mi aktaracağız?”

Luluva başını salladı, gözleri bilimsel bir merakla parlıyordu. “Evet. EEG, onların telepatik dalgalarını alacak. TMS, manyetik uyarımla bizim mesajlarımızı beyinlerine gönderecek. DBS, daha derin bir bağlantı için—onların sinir ağlarına ulaşabilir.”

Esma, Auren’in bağlı haline bakarken tereddüt etti. “Peki ya zarar verirsek? Onlar… zeki görünüyor.”

Musa omuz silkti, ama gergindi. “Zarar vermeyiz, Esma. Al-Hakim bu sinyalleri tercüme edecek. Ama dikkatli olmalıyız—bu dalgalar çok güçlü.”

Sam kararını verdi. “Başlayın. R-17 Zahira bu yaratıkları istese öldürürdü. Onun Twilight’da bebekleri nasıl şefkatle tuttuğunu ve kayaları nasıl parçaladığını hatırlıyorum. Yaratıkları sadece bayılttı. Yaratıklar düşman olmayabilirler.”

Luluva, Auren’in başına bir EEG cihazı bağladı. Kentaura’nın kristal parıltılı derisi ve zarif boynuzları, kablolarla tezat oluşturuyordu. TMS cihazı, manyetik bobinlerle Auren’in başını çevreledi. DBS için küçük bir elektrot, geçici olarak boynuzlarının yakınına yerleştirildi. Cihazlar çalışmaya başladı, ama EEG ekranları çıldırdı—dalga formları ekranları taşırdı, bir kaos senfonisi gibi.

Musa, hızla ayarları değiştirdi. “Hassasiyeti düşürüyorum! Bu sinyaller sistemleri yakacak!”

Luluva, tabletine bakıyordu, kaşları çatık. “Bu… bir ağ. Hepsi telepatik olarak bağlı. Auren’in sinyalleri diğerlerini de taşıyor.”

EEG stabilize olduğunda, dalgalar düzenli bir ritme oturdu. Musa, Al-Hakim’e bağlandı. “Al-Hakim, sinyalleri al. İnsan konuşmasını TMS ve DBS ile Kentaura beynine aktarabilir misin?”

Al-Hakim’in sesi soğukkanlıydı: “Veriler alındı. Telepatik sinyaller analiz ediliyor. İnsan konuşmasını manyetik ve elektriksel uyarılara çevirmek mümkün. Kuantum işlemcilerle çeviri için tahmini süre: 96 saat.”

Luluva, TMS’yi çalıştırdı. İlk manyetik uyarı, Auren’in beynine gönderildi—Sam’in basit bir cümlesi, Al-Hakim tarafından kodlanmıştı: “Biz dostuz.” Auren’in gözleri irkildi, telepatik sinyali keskinleşti. Odada bir an için garip bir his yayıldı—sanki kristal bir şarkı, ama hala bulanık.

Esma, Auren’in gözlerine baktı, kalbi hızlandı. “Bir şey hissetti… sanırım bizi duydu.”

Sam, Auren’e yaklaştı, sesi kararlıydı. “Al-Hakim, konuşmamızı ona ulaştır. Kim olduğumuzu bilsin.”

Auren’in telepatik sinyali, kaotik ama güçlüydü: “Gökten gelenler… niye kristaller?”

...

Dört gün sonra, Al-Hakim’den haber geldi: “Telepatik dil çözüldü. İki yönlü çeviri aktif.” Analiz odası, bir buluşma yerine dönüştü. Auren, bağlarından kurtulmuş, masanın önünde duruyordu. TMS ve DBS, Al-Hakim’in çevirisiyle çalışıyordu. Sam’in konuşması, manyetik ve elektriksel uyarılara çevrilerek Auren’in beynine ulaştı.

Sam, Auren’e baktı, sesi yumuşadı. “Bizi duyuyor musun?”

Auren’in telepatik sinyali, Al-Hakim’in çevirisiyle netleşti: “Gökten gelenler… kristallerimizi niye alıyorsunuz?”

Esma gülümsedi, gözleri umutla parladı. “Biz bir yuva kuruyoruz. Siz… Kentaura’sınız, değil mi?”

Auren’in sinyali, kristal bir melodi gibi yankılandı: “Evet. Chironis’in çocuklarıyız.”

Musa, TMS cihazına bakarak mırıldandı. “Bu… inanılmaz. Bir makine, bir zihni konuşuyor.”

Sam, R-17 Zahira’nın anısını düşündü, sesi titredi. “R-17 seni korudu, Auren. Belki de bu, bir başlangıçtır.”

DEVAM EDECEK...

Paylaş:
1 Beğeni
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
14s. alpha genesis 3: kentaurus baskını Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz 14s. alpha genesis 3: kentaurus baskını yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
14S. Alpha Genesis 3: Kentaurus Baskını yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
Bu şiire henüz yorum yazılmamış.
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL