0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
159
Okunma

Hikaye – İkinci Bölüm:
Yusuf, hayatının en acı yıllarını henüz 18 yaşındayken yaşamıştı. Bir sabah, köyün en eski yolunda meydana gelen o feci trafik kazasında hem annesini hem de babasını kaybetmişti. O an, Yusuf’un dünyası başına yıkılmıştı. Hayatta güvendiği, sevdiği, varlığından güç aldığı herkes bir anda yok olmuştu. O an sanki zaman durmuş, Yusuf’un çocukluğu da o kazada sona ermişti.
Gözlerinde taşıdığı yaş, yüzüne çöken sessizlik, köydeki herkesin dikkatini çekmişti ama kimse onun acısına tam anlamıyla ortak olamamıştı. Yusuf, yıllarca annesinin şefkatli sesiyle büyümüş, babasının sabır ve dayanıklılık dolu nasihatleriyle ayakta durmayı öğrenmişti. Şimdi o sesler hatıralarında yankılanıyor, geceleri uykusuz bırakıyordu onu.
Köyde kalan tarlasını kendi çabasıyla sürmeye başladı. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte tarlaya çıkar, akşam ezanıyla yorgun argın dönerdi. Toprak, Yusuf için bir geçim kaynağından öte, anne ve babasından kalan son yadigâr, son nefes gibiydi. Yalnız ve mahzun bir şekilde bu hayatı sürdürürken zaman akıp geçti. Yusuf, 20 yaşına bastığında askere çağrıldı. İçinde bir burukluk vardı. Anne ve babasıyla vedalaşamamıştı; şimdi de doğup büyüdüğü topraklardan ayrılıyordu.
Acemi Birliği’ne katıldığında umutla yeni bir başlangıç yapacağını sanmıştı. Ancak gerçekler, Yusuf’un her zamanki gibi yalnız kalmaya mahkûm olduğunu gösterdi. Asker arkadaşları arasında kulakları yüzünden alay konusu olmuştu. Onunla kimse yakınlık kurmak istemiyor, yemekhanede yanına oturacak birini bulmak bile imkânsız hale geliyordu. Gözlerini kaçırarak yemek yer, sessizce koğuşuna çekilirdi.
Günler geçtikçe yalnızlık, Yusuf’un omuzlarına ağır bir yük gibi çöktü. Acemilik boyunca koğuş temizliği, yemekhanedeki bulaşıklar, en zor görevler hep ona veriliyordu. Sessizliği onun zayıflığı sanılmıştı. Ne kadar çalışsa da, ne kadar direnmeye kalksa da arkadaşlarının gözünde hep dışlanan kişi olarak kaldı.
Acemilik süresi sona erdiğinde Yusuf yorgun ama umutluydu. "Belki Usta Birliği farklı olur," diyordu içinden. Ancak yeni usta birliğine Diyarbakır’a gittiğinde yalnızlık ve dışlanmışlık orada da peşini bırakmadı. Herkesin haftalık izinlerde ailesiyle konuştuğu, telefonla arandığı zamanlarda Yusuf sessizce kenara çekilir, tek arkadaş edindiği Ahmet ise onunla ilgilenirdi, cebindeki parasını Yusuf’la bölüşürdü; ancak bir türlü kapanmayan yaralarıyla yine Yusuf baş başa kalırdı.
İçinde büyüyen bir duygu vardı artık: şehit olma arzusu. Dünyada hiçbir bağı kalmamış gibiydi. Anne ve babasına kavuşmak istiyor, bu dünyanın soğukluğundan sıyrılıp onlarla yeniden buluşmayı hayal ediyordu.
Ve o gün geldi. Bir gece, görev sırasında çıkan çatışmada Yusuf’un üst ranzasında yatan, en yakın arkadaşı ve onunla en çok ilgilenen Ahmet, teröristlerin açtığı ateş sonucu Yusuf’un gözlerinin önünde şehit düştü. Kanı, Yusuf’un kollarına aktı. Yusuf, çaresizlik içinde arkadaşının son nefesini tutarken kalbinin derinliklerinde bir şeyler daha da sertleşti. Ölüm artık onun için bir korku değil, bir kavuşma kapısı olmuştu. O gece, Yusuf’un içinde annesine ve babasına kavuşmak için yanıp tutuşan bir ateş yandı. Hayatta kalmaya dair son tutunduğu dallar da bir bir kopmuştu sanki.
Zaman geçti. Sonunda Yusuf’un askerlik süresi tamamlandı. Yorgun, suskun ve ağırlaşmış bir kalple köyüne döndü. Yıllar önce anne ve babasının sevgisiyle dolu olan topraklara adımını attığında bir başka acı gerçekle karşılaştı.
Amcaları, onun yokluğunda tarlaları kendi adlarına ekmiş, hasatları toplamış ve kazançların bir bölümünü Yusuf’a göndermemişlerdi. Şimdi o tarlalar için Yusuf’a “Bunlar artık bizim,” diyorlardı. Yusuf, şaşkınlık ve öfke içinde çocukluk anılarıyla dolu o topraklara bakarken bir yabancı gibi hissetti kendini. Tarlalar amcalarının olmuştu; Yusuf’un artık ne ailesi vardı ne de onlardan kalan bir yer...
O an Yusuf anladı ki bazı savaşlar kalple kaybedilirmiş.
Ve o gün Yusuf’un içinde çocukken kulaklarına fısıldanan o sözler yankılandı:
"Evlat, ne olursa olsun diri dur. Gücünü kaybetme. Allah, doğru olanın yanındadır."
Ama Yusuf artık hayata karşı eskisi gibi dimdik durabilecek mi, yoksa yorgun kalbini sessizce toprağa mı bırakacaktı, kimse bilemezdi...
(İkinci Bölüm Sonu)