0
Yorum
3
Beğeni
0,0
Puan
256
Okunma

Yusuf, dünyaya geldiğinde annesi gözlerinden yaş dökerek onu kucakladı. O an, annesi için her şey yeni bir başlangıçtı. Bebeğini sevgiyle sararken, "Yusuf," dedi, "bu ad sana hayatında bir güç verecek." O günden sonra, Yusuf’un adı kaderine bir simge olarak yazıldı. Küçük Yusuf’un doğumuyla birlikte ailesinin dünyası sevgiyle dolmuştu. Ancak zamanla bu sevginin yerini başka bir şey almaya başladı. Yusuf’un kulakları diğer çocuklardan biraz daha büyüktü. İlk başlarda fark edilmedi, fakat zamanla bu durum onu zor durumda bırakacak bir fark haline geldi.
İlkokul yılları, Yusuf için adeta bir kabus gibiydi. Mahalledeki diğer çocuklar onun kulaklarına takılmayı bir eğlence haline getirmişti. "Yaprak kulak!" diye bağıran çocuklar gülerek onu küçümsüyorlardı. Yusuf, her gün okula gitmekten korkar hale gelmişti. Annesi ona her zaman sabırlı olmasını, içindeki gücü bulmasını söylese de, dış dünyadaki zorbalıklar karşısında içindeki güveni kaybetmeye başlamıştı.
Okulda arkadaşlarıyla oyun oynamak bir tür işkenceye dönüşmüştü. Küçük yaştaki çocuklar fiziksel ya da sözlü olarak dalga geçerken, Yusuf sadece sessizce başını eğerdi. Her gün eve dönerken gözleri yaşla dolmuştu ama kimseye bunu göstermezdi. Annesi ona, "Yusuf, sabırlı ol. Hayat bazen insanı zorlar ama sen gücünü kaybetme," diyerek onu teselli etmeye çalışıyordu. Ama sabır ona yetmiyordu. Dışarıdaki dünyada daima bir yalnızlık vardı.
Ortaokul yıllarına geldiğinde Yusuf’un yaşadığı yalnızlık daha da derinleşmişti. Artık kasabaya gitmek bile zor hale gelmişti. Yusuf gariban bir çocuktu; ayağındaki yırtık ayakkabıyla çoğu zaman eve kasabadan yaya olarak dönerdi. Herkes ona yine "yaprak kulak" demeye devam ediyordu. Her adımında daha fazla dışlanıyor, arkadaş edinmek giderek daha imkansız hale geliyordu. Fakat bir yandan da içine kapanmaya başlamıştı. Kendi dünyasında, kimseye göstermek istemediği bir boşluk vardı.
Ama yine de Yusuf’un içinde bir umut ışığı vardı. Annesinin anlattığı eski bir hikaye ona içsel bir güç vermişti. O hikayede sabır ve azimle zorlukları aşan bir adam vardı. Yusuf o adamın hayatındaki gücü hep hatırlıyordu. İçindeki bu gücü dış dünyadaki zorluklarla başa çıkmak için kullanmak istiyordu.
Lise yıllarına geldiğinde Yusuf biraz daha olgunlaşmıştı. Fakat dışlanma hala devam ediyordu. Okulda hiç kimse onu gerçekten anlamıyor gibiydi. Bir taraftan da babası ve annesi ona çok değer veriyor, onu her zaman destekliyorlardı. Ama bir sabah her şey değişti.
Yusuf’un hayatındaki en büyük darbe, annesi ve babasının geçirdiği traktör kazasında hayatlarını kaybetmeleriyle geldi. O an Yusuf’un dünyası kararmış, sanki hiçbir şeyin anlamı kalmamıştı. Kaybettiği sadece annesi ve babası değil, aynı zamanda hayata dair tutunacak bir dalıydı. Artık sadece kendi başına kalmıştı. Geceleri uyumak, gündüzleri ayakta durmak giderek zorlaşmıştı.
O gün bir şey değişti. Yusuf kaybın acısıyla sarsılsa da içindeki bir ses ona sabırlı olmasını ve bu zindandan çıkacağını fısıldıyordu. İçindeki güç kaybettikleriyle birlikte daha da derinleşmişti. "Bir gün, tıpkı sabredenler gibi, ben de bu kuyudan çıkacağım," diye düşündü. Bir umut vardı; zorlukların sonunda her şeyin yerine oturacağına, içsel bir huzura ulaşacağına dair bir inanç.
Ve bu düşünce ona hayatını yeniden şekillendirme cesareti verdi. Kaybettiklerinin acısı ona güçlü olmayı ve her zorluğun sonunda bir çıkış yolu bulmayı öğretecekti. O, hayatını yeniden inşa etmek için sabırla ve azimle yoluna devam edecekti.