2
Yorum
9
Beğeni
5,0
Puan
198
Okunma
…
Taze gelin olan Besey’in, beyaz yeleli atın sırtında gelin olmasının üzerinden artık bir sene geçmiştir. Lakin aylardır köyde dilden dile gezinmektedir:
“Çocuğu olmuyor, vah!”
Çocuk sahibi olamayan çocuk Besey, evliliğinin ilk yılını bu korkuyla geçirmiştir. Aylar sonra gebelik müjdesini İbrahim’e verdiğinde, ikisi de kendilerini içinde buldukları durumda ne hissedecekleri bilmemenin acemiliğiyle tebessüm ederler.
Gebeliği süresince ikisinin aşkı büyür, büyür… İbrahim’in sıska omuzları Besey’in gönlünde dağlara döner.
Akşam saatlerinde, İbrahim’in sürüsüyle eve yaklaştığını anlayan Besey, elinde ibrik ve havluyla, evlerinin hemen önündeki küçük kayanın dibinde hazır ola bekler.
İbrahim sürüyü ahıra kişler, çiti sıkı sıkıya kapatır ve Besey’in beklediği kayaya gelir, ilişir.
Gözlerine aşkla baka baka, ve yüreğindeki dolu dolu kıpırtıyla kocasının ayaklarını küçücük elleriyle yıkar, havlusuyla kurular ve etrafta halası/kayınvalidesi görünmüyorsa İbrahim’i sırtına alıp eve taşır.
Öyle bir aşk büyür ki Besey’in gönlünde, dünyalar onun; yattığı yün yatak, başındaki toprak dam, tahtlara, saraylara döner.
Dokuz ayın sonunda Besey, ilk bebeğini kucağına alır: küçük İbrahim’i…
İbrahim daha yürümeye başlamadan, ikinci bebekleri dünyaya gelir. Kara kaşlı, kara gözlü bir kız çocuğu: Hatun…
Tam da ikinci çocuğu dünyaya geldiği vakitte, İbrahim’in askerlik yaşı olduğundan sülüsü gelir.
Dağın başındaki evinde anasını, bir sene önce toprağa verdiği babasını, Besey’i ve iki çocuğunu bırakarak, vatani görevini yapmak için yollara düşer. Askerliği tam iki buçuk sene sürer. Acemi birliğini Denizli’de yapan İbrahim, usta birliğinde İstanbul’a sevk edilir.
Memleket hasretiyle iki parmağı arasından sigara dalı eksilmez. Böylelikle, asker ocağında bir gece fenalaşır.
Revire kaldırıldığında doktorlar ona, “Sigara içmemelisin, sağlığa zararlı,” dediklerinde sigarayı oracıkta bırakır.
Yine asker ocağında, okuma yazma bilmeyenlere verilen gece kurslarından yararlanır ve okuma yazmayı öğrenir.
İki buçuk senelik vatani görevini yaparken, elbette birkaç kez de izin kullanarak memlekete, aile ziyaretine gider.
Vatani görevi bitip de döndüğünde, Besey, İbrahim’i üç çocuğuyla karşılar. Evet, İbrahim askerdeyken, üçüncü çocuğu dünyaya gelmiştir.
Köy yerinden başka yer görmemiş İbrahim, askerden döndüğünde artık o eski delikanlı değildir. Gezmiş, görmüştür. Farklı insanlar, farklı şehirler ve tabii farklı kadınlar tanımıştır.
Besey, çocukların sayısını ikiden üçe, üçten dörde, dörtten beşe çıkarıp, her biriyle ayrı ayrı zorlanırken; bir yandan kaynana baskısı, diğer yandan yalnızlık, gençliğinin en güzel yıllarının gözünü kör ede ede, nefsini bastıra bastıra, İbrahim’in yollarını gözler.
Bunu yaparken İbrahim’in misafirlerini ağırlar, büyük, küçük baş hayvan sürüleriyle ilgilenir, çocuklarına çobanlığı öğretir, “ağa evidir” deyip gelen misafirlere kuzular yatırır, “Ya Bismillah!” deyip kurban eder.
İbrahim’se, askerde açılan gözlerini doyurmanın davasında, o köy senin bu şehir benim dolaşır durur.
Evden helallik almadan, nereye gittiğini söylemeden çıkar, günler, haftalar, bazen de aylar sonra geri döner.
Dert etmez hiçbir şeyi. Besey vardır. Her şeyin üstesinden gelen. Her işe yakışan. Her zorluğu gözü kapalı aşan!
Çocukların sayısı yedi olduğunda, İbrahim uzak köylerden birinde, bir arkadaşının evinde haftalardır misafirliktedir.
Aynı günlerde ev sahibesi, misafirine sofra kurarken sakince döner ve:
“Başın sağ olsun İbrahim,” der.
Boş bakışlarıyla tutuklanmış gibi kalakalır İbrahim. “Ne oldu, neden?”
“İki aylık bebeğin ölmüş!”
Evine döndüğünde, Besey’in bebeğini yıkayıp, paklamasından sonra, cenaze namazından ardından toprağa vermesinin üzerinden üç gün geçmiştir.
Susarlar.
Besey’in sustuğu zamanlar zaten yıllar öncesinde başlamıştı ya… Hikâyemiz gereği burada susturdum.
Susmalar, soru sormalar, “Neredesin, nereye gidiyorsun?” demeler artık hatırlanamayacak kadar uzak geçmişte kalmıştır.
İbrahim güçlü adamdır. Saygı duyulan, saygı verilen, ürperilen, sözünün üstüne söz söylenmeyen…
Besey’in haddine miydi, cilalı kunduralarını ayağına geçirdiğini gördüğü İbrahim’e, “Nereye gidiyorsun?” diye sormak? Değildi…
Besey soramazdı. Yıllar vardı, soru sormamıştı. Yıllar vardı, gülmemişti. Yıllar vardı, huzur bulamamıştı.
Sırtından tekmesi, kafasından yumruğu eksilmiyordu İbrahim’in. Yokluk zamanlarında, yüzündeki morluklar hep eşlik ediyordu Besey’in yalnızlığına.
Çocuklarını, kaba kuvvetin gölgesinde korkuyla büyütürken onların da etkilendiğini hiç bilmemiş ve de bunu hiç istememişti Besey.
Ölüm korkusunu ilmek ilmek işlerken çocuklarının zihnine, hiçbirine bir gün bir darbeyle ölmekten korktuğunu söylememişti.
İbrahim, çocuklarının büyümesiyle daha da bir güçlenmiş, Besey’i dayaktan harap etmeyi daha da bir hak görmüştü kendisine.
Eve dönmesine yakın, odanın baş köşesine en kalın minderi, yün yastığı yerleştirmiş, kocasını hep aynı saygı ve hürmetle beklemişti Besey.
Kendisiyle birlikte büyüyen iki kızı ve beş oğluyla dertleşmişti hep. Bilmeden ve yine istemeden onların sıska bedenine yüklemişti yorgunluğunu, yalnızlığını.
Birkaç kilometre mesafedeki Hacıbektaş’ın köyünde okul olmasına rağmen, çocuklarını gönlünce okutamamıştı Besey.
Yol ırak, dağlık, kayalık… Birileri çıkar da karşılarına, evlatlarına zarar verir düşüncesiyle, kızlarını ilkokul birinci sınıfı bitirdikten hemen sonra okuldan alır. Erkek çocukları daha şanslıdır, “erkektir” deyip, hepsine ilkokulu bitirtir.
İlkokulu okuyan erkek çocuklar, okula gidiyor olmanın suçluluğuyla, ilköğretimden sonra tahsillerini devam ettirmezler (birkaçı hariç).
İbrahim hâlâ günler ve haftalar süren gezilere çıkmakta ve ne yazık ki her defasında eve eli boş gelmektedir.
Seneler, bir dağın başına terk edilmişçesine geçip gider. Ve geçen yalnız ve mutsuz senelerin hesabı hiç mi hiç sorulmaz. Besey’in bunları soracak hiç kimsesi, hiç olmaz.
Evlatlar doğar, evlatlar ölür!
Besey, toprağa üç evladını bıraktıktan sonra, dokuz çocuğuyla çaresiz, onları düşünerek, yine onlar için her türlü zulme ve haksızlığa susar. Besey’in en iyi bildiği şeydir susmak.
“Kördü Besey, elime değneği verecek kimsesi de olmamıştı.”
Çocuklarına en çok da işaret parmağıyla susmayı öğrettiğinden, kaba kuvvet belirir belirmez her biri, bir diğerinin koltuğunun altına pusar.
Sene 1990…
Köyde terör olayları şiddetli boyutta sürmekteyken, İbrahim, doymaz bir açlıkla düşünmeksizin kendi hayatını yaşamaya devam etmektedir.
Gelişen birtakım terör olaylarından sonra karar verir ve nihayet bir akşam sofrasında Besey’e, “Hazırlan, İlçeye taşınıyoruz,” der.
(Devamı ilerleyen günlerde.)
Zeynep Perçin
5.0
100% (2)