0
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
54
Okunma
Yıl 1915, baharın taze kokusu yerine barutun keskin kokusu sinmişti Çanakkale’nin üzerine. On beşindeki Ahmet, dedesinden dinlediği kahramanlık türküleriyle büyümüş, vatan sevgisiyle yoğrulmuş bir delikanlıydı. Cepheye gitmek için gün sayıyordu, nihayet o gün gelmişti. Annesinin gözyaşları arasında, babasının gururlu bakışlarıyla uğurlanmıştı.
Ahmet, cepheye vardığında gördüğü manzara, hayal ettiğinden çok farklıydı. Siperler, ölümün soğuk yüzüyle tanışmış genç bedenlerle doluydu. Ama hepsinin gözlerinde aynı kararlılık, aynı vatan sevgisi vardı. Onlar, bu vatanı korumak için canlarını vermeye hazırdılar.
18 Mart sabahı, düşman gemilerinin boğazı geçme girişimiyle başladı. Ahmet ve silah arkadaşları, siperlerde yerlerini almış, yürekleri vatan aşkıyla çarpıyordu. Top sesleri, denizin dalgalarıyla birleşerek korkunç bir senfoni oluşturuyordu. Ahmet, elindeki tüfeği sıkıca kavrayarak, dedesinin ona öğrettiği duaları mırıldanıyordu.
Öğle saatlerine doğru, düşman gemilerinden biri, Nusret Mayın Gemisi’nin döşediği mayınlara çarparak alevler içinde batmaya başladı. Bu, düşmanın ilk büyük kaybıydı ve Türk askerlerine büyük bir moral kaynağı olmuştu. Ahmet, bu anı asla unutamayacaktı.
Akşam olduğunda, düşman gemileri geri çekilmek zorunda kalmıştı. Çanakkale geçilmemişti! Ahmet ve silah arkadaşları, zaferin coşkusuyla birbirlerine sarılıyor, gözyaşları içinde sevinçlerini paylaşıyorlardı. Onlar, vatanı için canını veren binlerce kahramanın torunlarıydı.
Ahmet, cephedeki günlerinde birçok arkadaşını kaybetmişti. Ama onların hatıraları, onun için birer onur madalyasıydı. Onlar, bu vatan için canlarını veren isimsiz kahramanlardı.
Çanakkale Zaferi, sadece bir askeri zafer değil, aynı zamanda bir milletin yeniden doğuşuydu. Ahmet ve onun gibi binlerce genç, vatan sevgisiyle yazdıkları destanla, Türk milletinin adını tarihe altın harflerle yazdırmışlardı.
Bu öykü, Çanakkale’de can veren tüm kahramanların aziz hatırasına ithaf edilmiştir.
İsmail Gökkuş