1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
68
Okunma
Kan çanağı iki çift göz, iri ve ufak bedenler, dalgası hırçın saçlar ve kaynayan yürekler… Beyaz bileklerden akıp giden yeşil çaylar her kalbe uğradığında yoğun bir azap yaratabilir mi? Kilometreler ve kapanan defterler, eski aşıklar, eski düşmanlar, eski dostlar… Kişi kişiyi ne kadar iyi tanıyabilir ki? Tanınmak için tanımak gerekir, tanışmak istemek lazım gelir.
Böylesi ise bin yılda kaç defa gelir?
Uzun bir aradan sonra sarf ettiği sözlerin kimisi kalbimi okşamış kimisi yüreğimi dağlamıştı. Sitemi de şefkati de hem huzurun hem kahrın kollarına sarınmıştı. Açılmamaya hiçbir zaman yemin edilememiş tonla hatıra dudaklarımızdan akıp giderken zaman ve mekan kavramlarının karşısında savunmasız ve acizdik. Taze baharındaymış gibi açan yaşlı tomurcuklar sert kışta donmuş ve sönmüştü.
Kimi zaman ben ağladım ince ince; kimi zaman, kuru gözdür o, yaş döktü içinden içine. Kurduğumuz hayaller, hedefler ve başarılar… Her bir basamağı gül goncası adım adım geçerken Banu’ya ancak uzaklardan duacı olmak düşebilmişti. Aslında yalan yok, benim için ya ak ya da kara vardı kendimi bildim bileli. Ya hayaller gerçekleşecek ya da zannım gizlenecek, unutulacaktı. Ama gonca, onu donduran ayazı zihninin bir köşesinde hep yaşatmıştı. Unutulmakla lanetlenen kanla yoğurulmuş bu beden, ömründe ilk defa hatırlarda yaşadığını işitmiş ve beyninden vurulmuşa dönmüştü.
Dehşete kapıldım, yüreğim hızlandı. Yaşadığımı, yaşatıldığımı öğrenmiştim.
Kendimden iyi bildiğim, her hareketini adım adım tahmin ettiğim o adam, bana bu dünyada yüzleşmem gereken onca şeyi tek oturuşta göstermişti. Gözlerini göremedim, nefesini duyamadım, mimiklerini seyredemedim. Ancak bu eski düşman ruhumun derinliklerine inebilen anahtarıyla beni rüzgara kaptırmış, aklımı başımdan almıştı. Gerçekler ve doğrular çırılçıplak karşımdaydı.
En ufak rutinime bile hakim olan o, bunun verdiği bilinçle kelimelerini ve şakalarını seçiyor; kimi zaman iltifatlarını da saklamıyordu. Hayatında bıraktığım iz, onun benim hayatımda bıraktığı iz kadar derindi ve kendimde hissettiğim boşluğu onda da görünce soluk alamadım bir an. Dünya’da hiçbir şeye inancı kalmamış benim, içimde bir yerlerde cılız bir alev yandı o dakikadan itibaren. Yaşadıklarımı anlayabilecek, hissedebilecek birisi şu rezil acunda var olabilmekteydi. Yıllar önce her sözcüğüne sevda terleri döktüğüm ak tenli, toprak gözlü oğlan; biliyordu, yaşıyordu, anlıyordu. Özür dileğiyle çıktığım bu ani yolculuk bana bir yaşam hissiyatı ve çokça farkındalık hediye etmişti.
Tüm bunların yanında eski aşığıma ve aşkıma tekrardan rastlamak o çocuk yıllarına dönmeme olanak sağlamıştı. Gülüşü bile on altı yaşım kokarken içimdeki kız çocuğu koşup da sarılmak istedi. Ama gururu iki paralık olmuş gaddar ben, kendi çocukluğumun ensesinden yakalamak zorunda kaldım. Her iyi, doğru değildi. Ben bunu defalarca acı acı deneyimlemişken o genç kızın da yaşamasını istemedim. Yine de delikanlı, o gece rüyalarımı süsledi; uyku da huzur da bırakmadı. Gülen ergen yüzü gözümü her kapattığımda yaşam perdeme yansırken her şeyin çok ama çok uzaktaki imkansız geçmişte kalışı huzursuz etti beni. “Keşke!” dedim o gece; “Keşke on altı yaşımdaki geçmişe kaçabilsem!”
Bunlar kafamda dönerken, ömrümde tanış olduğum en kıymetli insanlardan birinin sözü yankılandı zihin semalarında:
“Keşkelerle gerçekler değişmiyor.”
-Hiç
5.0
100% (2)