1
Yorum
2
Beğeni
0,0
Puan
115
Okunma
“PTT Kuşağı” deyimi yılların gazeteci ve siyasetçisi Altan Öymen’e ait. 1930-1970 arası doğumluları PTT Kuşağı diye adlandırmış.
Siyaset bilimi öğrencisi bir gazeteci olan Atahan Ünal, usta gazeteciyle yaptığı söyleşide kendi kuşağının merak ettiklerini soruyor, Altan Öymen de İkinci Dünya Savaşı yıllarında bahçede “savaşçılık” oynayan çocukların, 50’lerde demokrasi için sokaklara döküldüğü, 60’larda demokratik bir Türkiye için mücadele ettiği, 70’lerde bağımsızlık ve kalkınmanın savaşını verdiği, çalkantılar, darbeler, siyasi ve ekonomik krizlerle düşe kalka bugünlere geldiği bir toplumun hikâyesini anlatıyor.
Unuttuğumuz Türkiye tarihini, anılarda kalmış gündelik hayatı, eskinin değerlerini hatırlayıp sahip olduğumuz değerlerin farkına varmamızı sağlıyor.
Bu söyleşiyi okuyunca çocukluğumu ve gençlik günlerimi hatırladım. Benim gibi seksenine merdiven dayamış kişiler, bu tür söyleşilerde kendilerini buluyorlar.
İlkokulu 1950’li yıllarda okudum. O yıllarda köyde yaşıyorduk ve benim gibi bütün çocukların babaları mevsimlik orman işçiliği için sonbahar mevsiminde gurbete giderler, ilkbahar mevsiminde dönerlerdi. Kendileriyle sadece mektupla haberleşirdik. Onlardan gelen mektupları büyük bir merakla beklerdik.
Köyümüzün bakkalı Ali dayı, her cumartesi günü Mesudiye pazarına gider, hem kendi bakkalının eksiklerini görür, hem de köyümüze ait mektupları getirirdi. Köy ortasına geldiğinde atındaki heybeden mektup tomarlarını çıkarır kime ait olduğunu yüksek sesle okurdu. Mektuplar sadece gurbette çalışan babalarımıza ait değildi. Köyümüzden yatılı okullarda okuyan öğretmen okulu, astsubay hazırlama okulu ve ebe okulunda okuyan öğrencilerin de ailelerine gönderdikleri mektup ve bayram tebrikleri olurdu. Köyde herkes Ali dayının cumartesi günü getireceği mektupları hasretle beklerdi.
Ah o mektuplar! Kimini sevince, kimini kedere boğan mektuplar! Uzun yıllar haberleşme mektuplarla yapıldı.
Askerlik yaparken Edremit’te askeri Okuma-Yazma Okulu’nda öğretmenlik yaptım. Biz bu okullara “Ali Okulu” derdik. Genellikle doğulu yurttaşlarımızdan okuma-yazma, hatta Türkçe bilmeyen askerler öğrencilerimizdi. Dört ay gibi kısa bir sürede onlara hem Türkçe konuşmayı, hem de okuma-yazmayı öğretirdik. Bu askerler mektuplarını çavuş ve onbaşılara değil, biz öğretmenlere okuturlardı. Bizi sivil giyinimli asker olduğumuzdan, belki de onlara daha sevecen davrandığımızdan olsa gerek kendilerine yakın görürlerdi. Çok da sezgi sahibiydiler. Kendilerine gelen mektuptaki ifadelerden sanki mektubun sonunu anlıyorlardı. Bir keresinde mektubun ortasına gelmeden acı haberi sezen bir asker boynuma sarılarak hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Ben de dayanamamış kendisiyle birlikte ağlamıştım. Bütün sınıf ikimizi birden teskin etmeye çalışmıştı.
Haberleşmede ve duyguların anlatımında mektubun ayrı bir yeri vardır. İnsanlar birbirlerine uzun mektuplar yazarlar ve sevdiklerinden gelecek mektubu merakla beklerlerdi. Günlerinin ya da haftalarının nasıl geçtiğini, hayallerini, okuduklarını, bazen soğuktan nasıl da üşüdüklerini, hislerini ve özlemlerini yazarlardı. Hayal ediyorum da; o satırları okuyan adeta görür, duyar satırları yazanı, dokunur o satırları yazana. Oysa şimdi insanların anında birbirlerini görmesine imkân sağlayan bir teknoloji var; görebiliyoruz, duyabiliyoruz, konuşabiliyoruz. Ama tam tersine tüm duyular yok oluyor. Artık insanların bir satır yazmaya bile zamanları yok. Birbirlerine ayıracak hiç zamanları yok. Hiçbir şey hissetmiyorlar. Bakıyorlar; ama görmüyorlar, duyuyorlar; ama işitmiyorlar, uzanıyorlar; ama dokunmuyorlar. Hiçbir şey mektubun yerini tutmuyor.
Çabuk haberleşme gerektiğinde ise telgraf kullanılırdı. Ülkenin dört bir yanında telgraf ve telefon haberleşmesini sağlamak için telefon direkleri dikilmişti. Türküleri bile vardı bu direklerin; “Telgrafın tellerine kuşlar mı konar/Herkes sevdiğine anam, böyle mi yanar?”
Zamanla mektup ve tebrik kartları kullanılmaz oldu. Artık cep telefonları yaygınlaşmaya başlamıştı. Ne mektubun, ne telgrafın ne de tebrik kartlarının esamesi kalmadı. Bütün güzel duygular yok oldu gitti.
PTT Kuşağının sadece anıları kaldı.