3
Yorum
16
Beğeni
5,0
Puan
194
Okunma
“Elleri yumuk bebekleri, henüz açmamış çiçeği
Ve çıkmadan daha yumurtadan minik serçeyi,
Bir temasla yeşerecek fidanı, yaşayacak balığı
Solmasınlar diye hüznün renginde kale aldım
Takdir etmeleri önemli değil diğerlerinin,
Attığım adımlardan da asla pişman değilim
Havayı, suyu, toprağı, arıyı salt sevgiden değil,
Var oldukları için, renk kattıkları için umursadım.
Nelere karşın bırakılmıştı toprak, vatandı
Yaşanamamışlıklar silsilesinde büyük pahaydı
Çıkarmak gerekirdi maziyi tozlu raflarından
Ta o günlerden gelen esintiydi belki de rüzgâr
Salınarak semamızda dalgalanan, ey şanlı hilâl!
Takılarak manzarasına bir pencereden duraksadım
Beni ben yapan emeği, bakışı, dili,… umursadım.”
Varlık âleminde her ne varsa yakından ve veya uzaktan bir şekilde temaslandığımız gerçeği, her temasta bizimle diğer varlıklar arasındaki ilişkilerin nereye doğru yönlendiği hususu noktasında hayatımızın anlamca bazı sonuçları da ortaya koyduğu gerçeğini kaçınılmaz şekilde yankılar. Biz ve bizim dışımızdakilerden kaynaklanmakta olan bu temaslar zinciri o denli çoktur ki, bunların büyük bir kısmından ya etkilenmiş veya onları göz ardı etmiş olabiliriz.
Piknik için karar alınan bir günde ilgili sahaya ulaşana kadar kim bilir ne denli ilginç enstantanelere, manzaralara, ilginçliklere, motive ettiği gibi moral bozucu durumlara da misafirlik edeceğiz. Buradaki durum ya penceremizden bakan olarak yola devam veya ilgili sahnenin bir sorumlu öznesi olarak sahaya inerek rollerin ifasıdır kuşkusuz. Tam da dilendiği gibi bir mesire alanı olarak karşımızda duran doğanın tüm ihtişamının ortasında dikenlere takılmış bir çift serçe ne anlama gelir veya gelmelidir? Belki de bir küçük dokunuşla yeniden uçabilecek ve hayata kaldıkları yerden devam edebilecek bu canlılar karşısında nasıl bir konum almalıyız? Penceremizden sanki hiçbir şey olmamış veya yokmuş gibi bakmaya devam mı, durumun ortaya koyduğu gerçeklikten kendine bir görev çıkararak aksiyonun içine girmek mi? Aynı şeyi sokakta, cadde de, aracımızdan inerken, apartmanımızın kapısında, iş yolunda, tatilde bir kumsal yürüyüşünde,…. Sayısızca denk gelir ve bu ikilemleri yaşamaya başlarız. Belki de bazı şeylere sadece penceren bakmak yerine, pencerenin önünde duran olayların sorumlu bir öznesi olmayı tercih etmek bize daha iyi gelecektir. Küçük dahi olsa bir sorunun çözümüne katkı sağlayan olmanın hazzını yaşamak yerine, acaba şöyle veya böyle mi yapsaydım vicdanî muhasebesinin altında ezilmek niyedir?
Kutup soğuklarında yaşamayı tercih eden bir ailenin kışlık süreğen hazırlıkları esnasında ormanda rastladıkları çokça durum, onları bir tavır almaya zorlar. İnce bir buz tabakasından nehri geçmek üzereyken suya batan ren geyiğini görmezden gelmeleri de mümkünken, birkaç dal parçası veya bir halat yardımıyla bu canlıyı tekrar hayata entegre etmek güzellik, değer katmak ve diğerkamlık değildir de nedir? Şu umursamak dediğimiz şey, hayatı farklı şekilde nefeslenmemizi, birilerini de veya bir şeyleri de bu hayata ortak etmeyi sağlıyor. Hayatın içinde onu ortaklaştığımız ve bu vesileyle kendimizi daha bir huzurlu hissettiğimiz anlar ne de değerli ve pahasızdır. Bir sokak satıcısının elindeki simitlerin birim fiyatını sorduktan sonra tümünü satın alan ve sonrasında da küçük bir meblağa hepsini yeniden satıcıya pazarlayan bir özne, ne güzel bir öznedir. Bu tür insanların duygu dünyamızdaki masalsı hayata dair verdikleri örnek, gösterdikleri özveriler biz de yankı bulmalı, bizim de hayata dair bazı şeylerin sorumluluğunu alabilme duygularımızı harekete geçirmelidir kanısındayım.
Küçüklüğümden beri kaçınılmaz bir şekilde sınavdan beklenen performansı gösteremediği için sonuçların okunmasından hemen sonra ağır bir hüzün bulutunun altında ezildiğini hissettiğim arkadaşlarımın yanında olmaya çalıştım. Bir şeyler ben adeta bunu yapmam için dürtmüştü sanki. Her birimizin içinde bizi bir şekilde var olan durumlara karşı dürten ve çok içten gelen bir motivasyon vardır. Bunu da mı görmezden geleceğiz. Kendimizle o yalnızlık dinginliğinde en derin muhasebeleri yaparken, buradan zaferle çıkabilmek ne büyük bir kazanımdır. Kendimiz için iyi gelenlerin başkaları için de iyi ve güzel olabilmesi, bizi daha bir insan, daha umursayan, koruyan, samimi, farkındalık sahibi bir insan da yapar kuşkusuz.
Varlık gücüyle sınırların bir hayli üzerindeki esnafın, memleketinin işgali karşısında hiçbir hayıflanma ve duygusal yıpranım ve veya öfke hissetmemesi ve işlerin daha da kötüye gitmesi durumunda da hayatına başka bir ülkede devam etme kararı, kanımca son derece onursuz, yeşerdiği toprağa karşı da tartışmasız bir ihanet anlamındadır. Oysa, böylesi bir durumda kendini bu zeminlere taşıyan vatanın verdiği nimetlerin farkındalığında ve aidiyet duygusunun da bir tezahürü olarak, milli dayanışmaya katkı sağlayan hamleleri ortaya koyan bir duruş ne de vatanperver bir umursamadır. Çevremizin bizimle doğrudan ilgili olduğunu fark etmeye başladığımızda onun daha yaşanılabilir olabilmesi anlamında da sorumluluk hissetmeye başlayacağımız şüphesiz bir gerçek ise, yaşına rağmen uzunca bir yol boyundaki kirlilik ve görüntüde de sıkıcı durumdaki çöpleri toplayarak emek veren bir vatandaşın bu davranışı spontan olarak ortaya koyması düşünülmesi gereken bir şey değil midir? Denizlerimizin ve dahi akarsularımızın giderek ölmeye başladığı bir süreçte, ortada her şekliyle bizleri rahatsız eden “müsilaj” tehlikesi kendiliğinden mi geçecektir?
Ne yolların temizliği ne onların yönlerini belirten levhalar ne de yola görüşü kapatmakta olan ağacın dalları birileri bir şey yapmadıkça orda öylece bir sorunun veya elim bir kazanın unsuru olarak var olmaya devam edecektir. Apartmanın ortak elektrik giderlerinden her birimiz yakınırken, ortak aydınlatma cihazlarının eski nesil ampullerini led sistemlerle değiştirmedikçe bu sorun da varlığını devam ettirecektir şüphesiz. Konuyu açmışken, yönetimin parasıyla yeter sayıda ve uygun güçte ampulleri alarak ve sadece 2 saatlik bir uğraşla bu sorunu gidermiş bir öznenin mutluluğunu da hissetmiştim. O gün bu gündür de arızasız ve son derece düşük bir maliyetle bu sistemin asli görevini yaptığını da söylemem gerek. Küçük bir dokunuş ve büyük bir fayda. Bir bebeğin ağlamasında her şeyi bir kenara bırakarak iki eli kanda olsa koşan bizlerin, doğrudan bizle ilgili olamasalar da bazı hususlarda da elimizi taşın altına koymamız gerekmez mi? Değeri değerli kılan şey, onun bizim tavrımızla bu niteliği kazanmasıdır, duygu ve düşüncesi her birimizin hayata karşı duruşunda ortak olmadıkça, üzeri sağlıklı bir şekilde kapatılmamış, uyarıcı levhalarla var olan tehlikeden haberdar edilmemiş çokça insanımızın başına türlü türlü elim kazaların gelmesine de şaşırmamalıdır. Bu durum bir umursamak müessesi ile farklı bir yerlere evrilebilir aslında. Hatırlıyorum da memlekete giderken aracın sağ ileri ufkunda gördüğümüz ve sadece anız yangını olmadığı da anlaşılan durum her birimizi nasıl da kasmış, bir an önce ilgili kurumlara haber vermenin telaşı hepimizi sarmıştı. Bu yangının sahasındaki ürünlerin, arsadaki ağaçların ve veya kulübenin bizim olması gerekmezdi. Başkaları için de zarar verebilecek şeylerin hassasiyetiydi bu sadece.
Çiçeğin açmasını umursamak, günün doğuşunu ve genin zifirinde uzayın derinliklerinden gelen büyüleyici Samanyolu`nu umursamak, hayatı daha yerinde ve anında görmek, hissetmek, takdir etmek ve dahası bu senatonun bir öznesi olmanın farkındalığıyla kalemi eline almak, ayaklara yürümeyi, dile konuşmayı, ele ise omza dokunan olmayı dikte etmek demektir. Umursamayı seçenlerle hayat daha konforlu, güvenli ve yaşanılabilir olacaktır. Ben her şeye rağmen, bulunduğum manzaradaki umursayan olmayı tercih ediyorum. Belki de günün birinde birileri veya bir şeylerce de biz de umursanan olur, yola devam ederiz başkalarını da umursamak adına. Kim bilebilir.
Oğuzhan KÜLTE
5.0
100% (5)