Yıl 1974. Dışarıda çamurla oynadığımız bir gün, akşam eve döndüm. Tıpkı bu fotoğrafta gördüğünüz
çocuk gibi, üstüm başım perişan, elim ayağım çamur içindeydi. Sobada bir çaydanlık su kaynıyordu. Annem, kendisi rahatsız ve hamile olduğundan yerinden kalkamıyor, abimle ablama beni temizlemelerini söyledi. “Sakın o çamurlarla içeri girmesin,” dedi ama
çocuk aklıyla ne kadar dikkat edebilirdim ki? Ev de zaten bu fotoğraftaki manzaradan çok farklı değildi; biraz daha temiz, ama yoksulluk her köşesine sinmişti.
Abim ve ablam yerlerinden kalkıp suyu almayınca ben kendim almak zorunda kaldım. Kaynar suyu çaydanlıktan dikkatle aldım ve lavabonun bulunduğu eşiğe doğru yürümeye başladım. Fakat
çocuk işte, yere basışım dikkatsiz, adımım kaygan. Bir anda kaydım ve elimdeki kaynar su sağ omzumdan koluma kadar döküldü. Bir çığlık attım; bu, tarifi mümkün olmayan bir acıydı. Omzumdan koluma kadar derim suyla birlikte kavrulmuş, kazak boğazımdan sıyrılırken deriyle birlikte parçalanmıştı.
Babam bir koşuşta geldi. Önümdeki yün kazağı parçalayarak çıkardı ama o kazakla birlikte deriler de şerit şerit soyuldu. Annem, yerinden kalkamayışını unutmuş gibi, hem çığlıklarıma hem de bu duruma ağlıyordu. “Ne yaptınız bu çocuğa?” diye haykırıyordu. O an, acının tarifini yapacak kelime bulamazdım. Koluma dokunuldukça yanıyor, tek istediğim şey sürekli olarak üfürülmesiydi. Sanki o üfürmeler ateşimi biraz olsun dindiriyordu.
O
gece, acıdan ş
aşkın bir hâlde saatlerce inledim. Komşular birer birer eve doluştu. Kimi “Zeytinyağı sürelim,” dedi, kimi “Bal iyi gelir.” Herkes bir tavsiye veriyor, ama hiçbiri acımı dindirmiyordu. Yoksulluğun öyle bir yüzü vardı ki, doktora gitmek kimsenin aklına bile gelmiyordu. Evdeki kıt imkanlarla şifa bulmaya çalışılırdı. Annem dualarla şifalar dilerken,
babam bana “İnşallah bahar gelince
Allah’ın ilacıyla iyileşeceksin,” dedi.
O söz beni umutla doldurdu. Bahar benim için yeniden hayat bulacağımın işareti olmuştu. Kış boyu yatakta yattım. Herkesin önerdiği şeyler birer birer denendi; zeytinyağı, yoğurt, hatta özenle hazırlanan ev yapımı karışımlar. Ama kolumdaki yanık izleri, yaranın iyileşmesi yerine çok daha derin bir yara oluşturmuştu. O yıllarda yanıklar için doktora gitmek gibi bir şey düşünülmez, her şey evde çözülmeye çalışılırdı.
Sonunda bahar geldi. Ve ben baharla birlikte canlandım. Dışarıya çıkabilmek benim için ikinci bir hayat gibi olmuştu. O ilk adımı attığımda sanki özgür bir kuş gibi hissettim kendimi. Gökyüzüne bakıp derin bir nefes aldım ve “İşte
Allah’ın ilacı bu,” dedim kendi kendime.
Bu acı dolu olay, bana hayatım boyunca unutamayacağım bir ders verdi. Artık kendi işimi kendim yapma alışkanlığı edindim. Hiçbir
zaman kendi sorumluluklarımı b
aşkalarına bırakmayı sevmedim. O günün hatırası hep
çocukluğumun bir damgası gibi kaldı. Toprağın çamuru nasıl kolay çıkmazsa, benim hayattaki çilem de kolay kolay tükenmezdi.
Ve şimdi, bu fotoğrafa bakıyorum. O soba başında elini ısıtan
çocuk, tıpkı benim
çocukluğum gibi. Fakirliğin o çiğer burkan yanını, sobadaki çaydanlıktan yükseldiğini hisseder gibi oluyorum. Ama yine de
çocukların içindeki o saf ve temiz umut, ısınıyor bu anılardan. Çocukluğumu yeniden yaşıyorum; hem acıyla hem de buruk bir tebessümle…
Erol Kekeç/27.01.2025/Sancaktepe/İST