İntikam alıp da sonunda pişman olmaktansa, affedip de pişman olmak daha iyidir. cafer b. muhammed
Oğuzhan KÜLTE
Oğuzhan KÜLTE

DÜNLERDEN GÜNE BAKIŞ

Yorum

DÜNLERDEN GÜNE BAKIŞ

2

Yorum

11

Beğeni

0,0

Puan

494

Okunma

Okuduğunuz yazı 23.1.2025 tarihinde günün yazısı olarak seçilmiştir.
DÜNLERDEN GÜNE BAKIŞ

DÜNLERDEN GÜNE BAKIŞ

Çok şey yoktu beklentilerde veya beklentiler beklenilmesi gerekenlerdi, hayalden ziyade gerçeklerdi. Bu duygu ve düşünüşle yaşanıldı yıllarca ve huzurla. Ne de güzeldi beklentilerin beklenmesi. Onlar çok uzak değillerdi bize, biz yakınlaştırmıştık bir şekilde onları ve hayalden çıkarak gerçekliğe de bürünmüşlerdi. Masallarla çokça beslenmiş bir kuşak olsa da ayakları da sıkıca yere basanlardı o dünler.

Genel kanı bir at ile bici hakkında, binicinin at tarafından taşınması olsa da, yılan sokması soncu hayatî tehlikeye düşen atını sırtlayarak ilkyardım için onca mesafeleri kat eden bir insanın durumu bambaşka bir şeydir takdir edersiniz. Onu adeta hayatının tamamlayıcı bir unsuru, vefalı dostu ve ailesinden biri gibi gören bu değerci yaklaşımın çokça örneği de vardır kuşkusuz. Aynı şeyin zıttını da hayvan dostlarımızdan bizlere doğru olan vefa şeklinde de görebiliyoruz. Tekerlekli sandalyesinden düşen bir insana yardım için cebelleşen at, sıradan bir değer silsilesinin ne denli üzerinde bir davranıştadır değil mi? Karşılığında sadece; onurlu duruş, vefa, sevgi, değer verişten başka bir şeyi barındırmayan bu özgecilik ruhundan her birimizin esinlenmesi gerekiyor sanırım.

“Her insan için bir kıymet içerir o eskiler
Bir de bak ki güne, neredeymiş değerler
İçinde bizden bir şeyler vardı her şeyde
Biz çıkınca içinden, nasıl da yabancılaştık
Ve dilimizde pelesenk o, bitmeseyi o dünler...”

Kimseler Kaf Dağı da dediğimizi ve kanımca gerçekte de bir şekilde var olan bu ulaşılmaz gibi görünmekte olan realiteyi, günümüz gerçekliğinde de imkansıza yakın oranda algılamamıza neden olan şey nedir öyleyse? Bir çiçeğe dokunmak kadar kolaylıkla hissedilebilen o ulvi duygular neden bugünlerde soldular, yittiler? Daha az ve son derece de ilkel koşullarda ulaşılabilir olan o hayatın rengârenk yanlarını nasıl oldu da köhneleştirdik, bitirdik? Bizlerdeki normal dışı doyum mevzuları bakın ki nelere yol açmışlar zamanla…

Maddi değeri ne olursa olsun, bir başkasını düşünüşün en doğal, samimi ve sevgi dolu, değer kokan hediyeleri neden gereken karşılığı göremezler artık? Güya sözlere takılmayalım derler ve fakat yine de maddi karşılığını öncül kılarak taarruzdan da geri kalmazlar nedense. Bu ikiyüzlü yaklaşımları esefle kınıyorum bu anlamda. Güya düşüncesi güzel olanda aranmaması gereken o maddi kıstas ne oluyorsa bir şekilde kendini en habis şekilde ortaya koyuyor ki. Ve eldeki hediyeler, en hissiyatlı anları doğursun istenirken, hüsnü hayallerin ta kendileri oluyor maalesef. Hani hatırlanmanın güzelliği, hatırlayanın hassasiyeti? İçini giderek maddi hezeyanlarla doldurmuş ve önceliklerini başka şekilde sınıflandıran günümüz insanı, belki de bu nedenle o istediği mutluluk hissiyatını hiçbir zaman tadamayacaktır.
Birkaç ayda her biri bir asgarî ücretin en az yarısından fazla değerdeki cep telefonları ne de hoyratça kullanılıyor, kırılıp dökülüyor ve sıradan bir meta haline gelmişlerdir öylece. İlk telefonunuzu elde etmek için ne denli fedakârlıklar içinde olduğunuzu bir hatırlayın lütfen. Kuponlar marifetiyle bunu yapanlar da vardır aramızda. İkinci el telefonlara dahi gıpta ile bakıldığı o yıllarda yepyeni bir cihazın ilk sahibi olabilmek doğrusu büyük bir ayrıcalıktı da. Bir de bakın güne, tam bir değersizlik abidesi gibiler. Onlar değerce aynılar aslında ve fakat günün insanlarının onlara biçtiği kıymet oldukça tuhaflaşmıştır nedense. Aynı şey, evdeki salonun ve hatta mutfakların tam da başköşelerinde durmakta olan ve doğru amaçlar için de çok kullanılmayan televizyonlar için de geçerlidir. Nerdeyse aile içindeki tüm mahremiyetin yıkılmış olduğu haliyle öne sürülen programlar, bu teknolojiyi ile toplumsal değerlerin yıkımı aşamalarını daha da hızlandırmış gibi duruyorlar.

Aklıma birden bire son yaşanan depremdeki bir trajedi gelmedi dersem yalan olur. Muhtemelen Adıyaman`dan bir depremzedeydi. Bükülmüş beli ve son derece manidar yüz hatları ile uzunca bekleyişlerden sonraki ümitlerin nasıl da yıkılabildiğini her şekilde yansıtan halinde, elinde tuttuğu açılmamış bisküvi kutusu ile tam da bir dramı yankılamamış mıydı milyonlarca izleyiciye? Günlerdir ümitle enkazdan gelecek müjdeyi beklediği anlarda, saatlerce aç kalabilme pahasına nasılsa bir esnaftan satın aldığı o bisküvi kutusu ne kadar da derin mesajlar içermekteydi. Kendisine uzatılan mikrofona konuşmaya başlayınca tüm gerçek su yüzüne çıkmaya başlamıştı zaten. Enkazdan sağ çıkacak çocukları vardı onun. Büyük ümit bağladığı bu hayat memat meselesi habere o denli dayanmıştı ki sormayın? Belli ki başkaca kimsesi de yoktu beklediği. O beklenen haber gelmedi, gelemedi. Beklediği, ümit bağladığı çocuklarının hiçbiri sağ çıkamamışlardı bu trajik depremden. Ellerinde öylece kalakalan bisküvilerden birini dahi eksiltmeden bekleyişini sürdürecekti belli ki. Kimsenin böylesi bir sınavdan bitimsiz bir ümitle beklemesi ve büyükçe de bir sabır göstermesi pek muhtemel midir, değil midir bileme ve fakat benzeri şeyleri bizlerin de zaman zaman yapabildiğimizi biliyorum. Ne büyük bir sevgi, beklenti, özveridir bu. Kelimelerin sesinin gerçekten de kısıldığı bir yer varsa tam da orası olmalıdır. Ve son yemeklerini ( kuru ekmek, su) yemek üzere iken birazdan büyükçe bir sınavın, ateşle imtihanın içinden geçecek, nefislerini tümüyle bir kenara itecek güçteki binlerce Mehmet`in böylesi sınavları olmamış mıdır? Elindeki testi ile su ihtiyacı için siperleri dolaşmakta olan nefer, son nefeslerini vermek üzere olan yaralıların yanındadır ve fakat her birinin verdiği cevap aynıdır. “Daha çok ihtiyacı olana ver o suyu”. Ve ne yazık ki hiçbirisine kısmet olmamıştır bugün hoyratça kullandığımız o su. Yine fark etmeden tükettiğimiz ve hiç sorgulama zahmetine bile girmediğimiz onca nimetin kimi zaman ne kadar da pahasız ve değerli oldukları gerçeği biz onların kıymetini bilene değin değişmeyecektir kuşkusuz.

İlk arabanızı bir hatırlayın. Onu aldığınız günkü coşku, sevinç ne de tarihsizdir tahmin ediyorum. Asfalt üzerinde çokça aracın olmadığı o eskilerde bir aracın modeline, markasına takıntı olmaksızın bir değer atfedilirdi. Sizi dilediğiniz gibi her an bir yerlere götürebilen bu metalar ulaşılmazdı, büyük özveriler ile alınabilirdi. Günümüzde de çok farklı değil bu durum esasında. Ne var ki daha bir gelişmiş onca teknolojik özelliklerine rağmen, günümüz insanının özel aracına pek ihtimamlı davranmadığı görmekteyiz. Yeri geldiğinde on yılı aşkın süre orijinalliğini koruyabilen, asfalttaki asli görevlerini aradan geçen yıllara karşın yine de başarıyla yapmaya devam eden o araçlarla, sadece birkaç yılda sanki onlarca yıl kullanışmış hale gelen son model araçların mukayesesi çok ilginç olmaz mıydı? Ne kadar mükemmel, estetik, teknolojik, maliyetli de olsalar, bu araçları, alet ve makinaları kullanan insanlar, geçmişin değerleriyle yaşayanlar değiller artık. Hangi emek, birikim, ar-ge, maliyet ve bedellerle o ürünlerin üretilmiş olması gerçeği bile, değerce anlam ifade etmelerine yine de yetmiyor.

Eski dizüstü veya masaüstü bilgisayarını günün beklentilerini karşılamayacak hale geldiğinde farklı bir anlayışla yeniden kazanabilme ve kullanılır kılma seçeneklerine bile son derece hoyratça bir bakış açısı var. Belli kıstaslarla bu cihazları “android işletim sistemi” ne döndürerek yine de kullanabilmek mümkün oysa. Böylesi bir tercihte ilk duyacağınız şey, “Halen o eskilerle mi uğraşıyorsun?” olurdu muhtemelen. Bu durum, yeniden kazanabilmeyi felsefe olarak yeterince iyi işleyememiş olduğumuz da gösteriyor aslında. Eski model bir tv ekranı bu anlamda pekâla bir bilgisayar ekranı olarak da kullanılabilir ve böylece yeni ekran alma maliyetinden de kurtulabiliriz bir süre de olsa. Eminin büyük bir çoğunluğun evinde çok sayıda teknolojik ürün gündemden düşmüş olmanın verdiği bu kıymetsizlik ve geri dönüştürme, farklı şekilde tasarlama , kullanma mantığının bir kenara itilmesinden ötürü müzelik olarak bir depoda durmaktadır. Ne kadar da üzücü bir durum bu. Bizleri sürekli yeni ürünler almaya itmekte olan günümüz dünyası, alınan her ürünü de kısa zamanda doyumsuzlaştırarak değer atfedilmesinin önüne bent çeken bir düşünüşü dikte etmektedir. Bu değersizlik rüzgârı madde ile de sınırlı değildir artık.

Ömründe bir kere hacca gitmek isteyen ve fakat bunun için de gereken şartları sağlayamayan binlerce insan, fırsatını bulup oralara giderek, kutsal mekânların havasını teneffüs ettiğinde dahi geçmiştekine benzer bir etkilenimin olmadığını da şahsen müşahede etmekteyim. Binlerce kilometre uzaklığa erişimi daha zahmetsiz, hızlı ve son derece de konforlu kılmış bulunan ulaşım vasıtaları, bu yolculuğun ve nihayetinde de manevi kazanımlarının büyük ölçüde önüne geçmiş bulunmaktadır. Aylarca yol kat ederek; kimi zaman suzuzluk ve yerinde de açlıkla, doğal hayatın türlü zorluklarıyla adeta cebelleşerek kutsal mekânlara ulaşabilmeyi başarabilmiş insanların beklentileri, yolculuktan ve bu mekânların verdiği uhrevi atmosferden aynı oranda etkilenmeleri de ne mümkündür ki. Bedelleri olmaksızın elde edilen ve veya sunulan şeyler çok da kolayla harcanmaktadır ne yazık. Üç veya yerinde de dört öğrenci tarafından kullanılmış masa-sra takımları kim bilir kaç nesli yetiştirmişlerdi. Güne göre estetik, alımlı ve bazı kullanım kolaylıkları da getirmemekle beraber, bu masa-sıra takımları belki de onlarca yıl sağlam kalabilmişlerdi. Oysa en kaliteli ürünleri dahi sınıflara konuşlandırdığımızda çok kısa sürelerde bu temel demirbaş ürünlerin kullanılamaz hale geldiklerini de üzülerek görmekteyiz. Sorumlu otoriteler ne kadar da çaba sarf ederek bunların “devlet malı” olduklarını ve uzunca süre kullanılmaları gerektiğini anlatsalar da evdeki eşyalarını da bu şekilde kullanan ve son derece hassasiyet yoksunu şekilde değerlendiren yeni kuşak, talep edilen başarıyı gösterememekte, değersizlik davranımıyla da yoluna devam etmektedir.

Ne var ne yok her şeye kolaylıkla erişi, deneyimleyebilme şansı ve veya ulaşabilme durumu insanların o şeylere karşı tavırlarını da elbette büyük oranda değiştirmektedir. Geçmişin gözleriyle de bakabilen eski kuşakların hayretleri içerinde yaşana bu manzara, değerlerin nasıl oluşmuş olduğu ve aynı zamanda da nelerden ötürü de elden gittiklerini her haliyle özetlemektedir de. Edebiyatınızı, sabrınızı, nefesinizi ne denli zorlarsanız zorlayın bu hakikat pek de değişmeyecek gibidir. Bedeli ödenmeyen ve veya yeterince bedellenemeyen şeyler değer de kazanamıyorlar. Özgürlüğünü hiç yitirmemiş bir insanın onun kıymetini bilebilmesi ne kadar mümkünse, cebindeki paranın azlığından ötürü o çok istediği ürünü alamayan için de durum tam tesridik muhakkak. Burada “ nimet” olarak atfedilen şeylerin farkındalığı ve bunlar için başkalarının ne denli özveriyle, terle, emekle bir savaşımın içine girdiklerinin anlatılabilmesiyle belki bir ölçüde yol alınabilir. Elbette kullana geldiğimiz her şey veya hizmet bizlerden değerli değildir ve fakat bu olanakların, yerinde mekânların, araçların hakkı ile işe koşulmaları ise beklene olmalıdır. Nasıl olsa yenisi var, biri gider gelir diğeri gibi yaklaşımlar, zamanla en tehlikeli mecraya da sıçrayabilmektedir. O ise, kişiler arası ilişkilerdir. O ilişkilerde sevgi, saygı, sabır, sebat, samimiyet, vefa gibi bizi biz eden çokça şey vardır. Buradan şu çıkarıma varmak gerekirse, arabasını kullanırken ihtimamlı olan ortalama birey, kişiler arasın ilişkilerinde, mesleği icrasında, ailevi sorumluluklarında da benzer bir olumluluk içinde olacaktır. Arabasının kapısını olabildiğince sert ve kabaca kuvvetle kapatan birinin, sosyal ortamlarda da değerler silsilesinin neresinde olduğunu siz düşünün. Ne demişti rahmetli Bozkırın Tezenesi “Saz çalmayan, tel kadrinden bilir.”

Dıştaki zarafet, maddi kazanımlar, ünvanlar ve dahası bizi daha iyi, değer katan, esinlenen bir insan kılmıyor, kılamayacaklar da. Onca maddi zorluklara rağmen yüzünden tebessümü, davranışlarında ölçülülüğü, nezaketi ve yardımseverliği ile hayatımızda derin izler bırakabilen insanlar da var elbette. Onların bulunduğu mekân daha bir derinlik kazanmış, sözleri kulaktan ta zihnin derinliklerine kadar işlemiş, davranışlarıyla, duruşlarıyla da esin vesilesi olmuşlardır. Günümüzün bu anlamda adeta kokuşan, samimiyetten fersah fersah uzak, gözlerinin içine bakarak da gerçekleri çarpıtan ve değersizleştiren bu yanları hayatı ne de cılız kılıyorlar. Yürekten alkışa mazhar olabilmenin ayrıcalığını her insan bilemeyecek, anlayamayacak da. Bizler bedeni, aklı değil, öncelikle ruhu doyuranları tercih ediyoruz. Cepleri oldukça doluca ve sağlık için de yeteri kriterleri sağlayabilen binlerce, milyonlarca insan neden mutsuzlar acaba? Giderek artan intihar olayları, inançlardaki ciddi manadaki savruluş, normal denenin çok dışındaki marijinalleşmiş bireyler toplumun geleceği adına kaygı verici değil midir?

Kalplere dokunamayan, onun desteğini alamayan, ondan ilham bulmayan hiçbir şey uzun soluklu olamıyor. Bunu başarmış olan her ne var ise asırlara meydan okurcasına yeniden ve daha bir güçlüce çıkıyor ortaya. Biz anlayışının da destek bulduğu bu duruş ne kadar da özlenmiştir günümüzde. Sözde değil, özde bir yaşamın ortaklığında, aidiyet duygularının da alabildiğine yükseldiği, nefislerin de ahlaki süzgeçten geçmekte olduğu bir hayatı özlemeyeniniz var mı? Var olanların yokluğunu düşünerek, esasında bunlarla hayatın ne denli yaşanılabilir ve renklenebilir olduğunu kavrayarak, elimizdeki şeylerim maddi veya manevi anlamda her ne iseler ölçülü kullanılması gereğine dair bilgi, bilinç ve alışkanlıklar bizleri daha iyi insan, vatandaş, kul kılabilecektir. Her birimizin bu ölçüyü önce kendisinde test etmesi, pekiştirmesi, sonrasında da diğerlerinin bu anlamda etkilenerek, değerler silsilesinde her yönden yükselişe katkı sağlayabilmesi dileğiyle.

Oğuzhan KÜLTE

Paylaş:
(c) Bu yazının her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir. Yazının izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
Yazıyı Değerlendirin
 
Dünlerden güne bakış Yazısına Yorum Yap
Okuduğunuz Dünlerden güne bakış yazı ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
DÜNLERDEN GÜNE BAKIŞ yazısına yorum yapabilmek için üye olmalısınız.

Üyelik Girişi Yap Üye Ol
Yorumlar
İbrahim Kurt
İbrahim Kurt, @ibrahimkurt
24.1.2025 19:55:28
Hocam her zaman gibi muhteşem bir çalışma okudum kutluyorum
Etkili Yorum
Müjgan Akyüz
Müjgan Akyüz, @mujganakyuz
24.1.2025 00:34:32
Maalesef değerlerimizi hoyratça harcıyoruz.
Ayrıca üreten değil, tüketen bir toplum olduk.
Sonunda böyle olacağı belliydi.
İlk arabamız hiç unutulmadı, hala konuşuruz. İlklerin yeri bambaşka.
İlk telefonum telsiz gibi, kocamandı.
Bilgisayar konusunda bahsettiğiniz kullanımı yapıyoruz biz. Ekranı kullanmadığımız TV vardı ona bağladık.
Çok kapsamlı, güzel bir yazıydı
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL