- 318 Okunma
- 6 Yorum
- 15 Beğeni
KENDİ TOPRAĞINI KAYBETMEDEN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
O köşede duran kız… Boynu bükük çiçekler gibi… Düştü düşecek dalından… Her an kirli bir el uzanabilir ona, daha düşmeden… Avucunun içine alır, kendi rengine boyar: Kirlenmenin siyahına…
Hemen geçmeli karşı kaldırıma… Orada öyle savunmasız, bir başına durmayı öylesine bir tercih olmaktan çıkaracak; kaderinin gidişatını belirleyecek kadar hayati derecede önemli bir hâle getiren şeyi anlatmalı usul usul, sabırla. Bak, şimdiden yaklaşmaya başladı bile o kirli eller… Yüzünde şapşal bir gülümsemeyle o adam baştan aşağı süzüp duruyor kızı. Belli ki harekete geçecek an’ı kolluyor… Bir ışık arıyor, o masumiyetin kendine has parıltısıyla dolu yüzde: Onun aradığından çok başka bir ışıkla…
Neyse ki kırmızı ışık yandı da karşıya geçebildim hemen. Ya trafik akarken o adam yanaşsaydı kıza; hayatın kimileri için iki saniye bile beklemeye tahammülü olmadığını gösteren tam numunelik bir durum yaşanarak; ben karşıya geçene kadar iş işten geçip o kız artık olmasaydı o köşede… ne yapardım ben?!
Artık dolu dolu içime çekeceğim tek bir nefes bile haram olurdu bana. Her bir nefes bir dokunuş olurdu içimde hep aynı yeri sızlatan: O köşede tüm saflığıyla; hayatın, insanların iyiliğine güvenerek, hiç sakınmadan duran narin kızın olduğu yeri…
Hemen yanına gittim... Kaldırıma çıkar çıkmaz, “Hadi, gidelim buradan!” dedim. Küstah ya da saygısız diye yaftalanmaktan zerre korkmadan… Hareket etmek için her an geç kalınabilecek durumlardan birinin tam ortasında olduğumuzu, ona neden böyle davrandığım üzerine konuşacak vaktimiz olmadığını sonra anlatırdım nasılsa. Önce oradan uzaklaştırmalıydım onu… Gerisi gelirdi.
O çirkin çirkin sırıtan adam artık sırıtmıyordu öyle gevrek gevrek… Yoluna taş koymuşum gibi dolu dolu bir öfkeyi boca ediyordu gözleriyle üzerime. Nasıl bir sahnenin içine koyduysa bu güzelim kızı; hevesini kursağında bırakmış olmakla suçlayarak bedenen olmasa da tüm ruhuyla, varlığıyla üzerime üzerime geliyordu.
Ben oralı değildim. Bu narin çiçeğin dalından düşüp kaldırımlarda ezilip gitmesini önlemekle meşguldüm. Toprağına saksı olmakla… Onu kendininkine kavuşturuncaya kadar benim sunduğum bu minyatür bahçeyle idare edecekti ister istemez. Bahçesi neredeydi kimbilir?.. Ya da var mıydı hâlâ ona ait; kimsenin aklına estiği gibi giremeyeceği, çiçekleri talan edemeyeceği bir toprak parçası?
Çok da fark etmiyordu aslında. Kökleri sıkı sıkı bağlıyken toprağına… O dal hâlâ tutunabiliyorken o bir gıdım toprağa… O kız hâlâ köklerinden gelen suyu az da olsa çekebiliyorsa derinlerden… Hâlâ öyle mağrur, tek başına, dimdik durabiliyorsa orada… Çok da geç kalmış sayılmazdım ona yardım etmek için… Eğer gidecek bir yeri yoksa gerçekten; ben de köklerini saldığı kendine ait toprağıyla birlikte götürürdüm o nazlı çiçeği buralardan… Onu buyur edecek, kendisine benzer çiçeklerin yetiştiği başka bir toprağa ekerdim; köklerinin olduğu toprağıyla… Kendi toprağını kaybetmeden var olurdu orada… Hep böyle el değmemiş bir saflığı koruyarak… İnsanlara ve hayata hâlâ inanacak kadar korunaklı bir yerden bakarak onlara…
YORUMLAR
Resimle yazı o kadar güzel uyum içindeki...Bazı görsellerden gerçekten insan çok etkileniyor. Bir fotoğraf karesi hiç konuşmadan, hiç dil dökmeden size bütün hikayesini anlatabilir, bazı ipuçları verebilir ya da "acıdan dilim lãl kesildi, kalbim sustu beni sen anla.t" deyip hikãyesini elimize tutuşturabilir.
Bu resim de işte çok şey anlatıyor. Yazının betimlemeleri de mahirce, tam da yarasına dokunur gibi konuyu çok iyi yerden yakalayıp, harmanlamış.
Hayatın içinden, güncel ve ne yazık ki ne kadar da çok var dediğimiz hüzünlü, gerçek hikãyelerden birini daha okudum...
Çok iyi dillendirmişsiniz.
Teşekkürler.
Sevgiyle...
Mavilikler
Beğenmenize sevindim. Çok teşekkürler güzel sözleriniz için.
Sevgiler...