Göklerin Ölüleri
Bugün biraz üşüdüm, iki defa 2-3 saat aralıklara sıcak suyla duş aldım, ikinciden sonra üşümem geçti. Ayaklarım üşüyordu, çorap giymem pek, çorap giydim yine de ısınmadı, ondan sonra ikinci duşumu aldım.
Bugün bir tarnavida sağ avuç içimi acıttı epey, soyulacaktı derim sandım, soyulmadı, epey terlemiştim, el emeği verirken elektrikli aletlerimi başka bir yerde bıraktığıma hayıflandım, bari küçük matkapı ataydım arabaya dedim, kendime kızdım, epey terledim, soğuk vurdu kapıdan, üzerine bir de kahve içtim balkonda, galiba soğuk aldım ondan üşüdüm.
Sonra buzdolabı markalarını, enerji verimliliklerini, ölçülerini inceledim. Buzdolaplarını ebat olarak biraz büyümüş gördüm, bir standardı yok gibi. E enerji sınıfı ile A enerji sınıf arasında yıllık tüketimde yüzde yüzden fazla yıllık tüketim farkı var. A enerji sınıfı 168 kw harcarken E enerji sınıfları 368 kw’a kadar çıkabiliyor. Biri yaklaşık 61 k iken diğeri ... Karşılaştıra karşılaştıra bir hal oldum. Hafakanlar bastı, seçenekler çoktu. Çok olan yerde dedim. Bulaşık makinesi alırken hata etmişim, D enerji sınıfı almışım, kendime kızdım yine.
Ben bunları yapar ederken üşürken ısınırken bakarken karşılaştırırken zihnimin derinlerinde hep yıldızlar var gibiydi. Ders kitaplarındaki güneş sistemi çizimlerinden en son Nasanın son teknoloji ve teleskoplarla çektiği görüntülere kadar gezinip duruyordum aslında. O renk senin bu renk benim. Gözyüzü çok renkli. Gökyüzüne, Gözyüzü demek istiyorum artık. Kabul olunur mu? Gerçekte gördüğümüz tüm şekil ve renkler gözyüzü olmuyor mu zaten.
Göklerin ölüleri gibiyiz dedim içimden. İçimizde bir şey var, son nefeste gidiyor sonuçta, bu gidişle elbette dünya dışına gidecek herhalde dedim. İzleyeyim dedim binlerce kez, neden izleyemedim, takip edemedim, gücüm mü yetmedi bilemedim. Kaybettim hep, zaten hiç bulamamış kimse, ben de bulamadım sonuçta. Sonuçta var ve gidiyor dedim içimden. Yokluk hiç gidebilir mi dedim yine. Hiçlik mahkemesini kurduktan sonra zihnimde yine, hepini biraz acapladım, ayıpladım.
Nedense toprağa gömülmek veya ateşte yakılmak istemiyor bedenim. Organlarımı da bağışlamak istemiyorum, çektikleri yeter zaten içimde bir de başkasının içinde çekmesinler dert keder diyorum. Bedenim bana bunu söylüyor, hissediyorum, duyuyorum fısıltılarını içimin. Beni gönder salla gideyim gözyüzüne diyor. Bırakma beni burada, gömme yakma parçalama diyor. Olduğu git sal gitsin.
Hani sapan oluyor ya, taş atılır, kuş avlamada kullanmış insanlar, çocukken ben de bir kaç defa kullandım hatırlıyorum biraz. Aynı öyle bir sapan veya mancınık diyorlar ya, genelde eski savaş filmlerinde görüyoruz, yine çağ değiştikçe tüfek top veya füzeler de benzer temelli ya, ben beden atıcı sapan istiyorum yeni ölüler için, yani ben yeni ölü olsam diyorum, ölü atıcı sapan ile sallasın beni diyorum ölü seven insanlar, yıldızlara, dünya dışına, atmosferin dışına bir bütün olarak diyorum.
Sonra gözyüzüne atılan bedenim çekiyor, çekim yasası hesabı, içinden çekip gideni kendine. Yeniden kavuşuyorlar. Ver elini renkler diyarı, ışıklar, karanlıklar, gazlar, tozlar, taşlar diyarı... Yeniden başlıyoruz iki ayrı tür ama yeni bir tür olarak. Beden ve ruhun birbirine olan çekimi hiç bitmiyor ya, hiç biter mi sonuçta. Sonuçta beden de hiç, ruh da hiç. İki hiç bir araya geliyor oluyor yeni bir hiç. Lakin yine hiç, hiç, hiç.
Sonra damağım kurumuş, kahvem bitmiş, sigaram sönmüş. Bir kaç yudum su içiyorum, kalkıyorum bir de kahve yapıyorum, yeni bir sigara yakıyorum, yeniden başlıyorum. Kendimi tavaf ediyorum durmadan, kendimi yeniden yeniden kovalıyorum kendimden.
Gözyüzüne yaşam sunmak istemek suç mu? Sonuçta yaşıyorum lakin gökyüzü yani gözyüzü ölü değil mi? Yaşam iletmeyelim mi oraya. Hiç yakışır mı ölmek bize diyorum.
En sevenlerinize emanet..
Y.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.