10
Yorum
19
Beğeni
0,0
Puan
596
Okunma
Gürültülü bir sağanak şehri esir alan ve sözcüklerden işlediğim atlas yorganımın altındayım az sonra kalkıp hazırlanmaya başlamalıyım hani ne de olsa yolum uzun: hani, neresinden baksanız üç vasıta değiştiriyorum ve iki saate yakın bir zamanda varıyorum çalıştığım okula.
Her yerim sözcüklerle çevrili ve sayılarla ve kümelerle ve fizik formülleriyle: eh, dile kolay koca okulun hem İngilizce derslerine giriyorum hem de sayısal derslerin asil öğretmeni olmadığı için bol keseden bilgi ve coşkumu sunuyorum öğrencilerime.
Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi: sen tut, atamanın yapılmasını bekle derken bakanlıktan geri dönsün evrakların sonrası mı?
Elbet kocaman bir hayal kırıklığı aslında suç bende: kim dedi ki terk o rahat koltuğunu da düş yola bir eğitim neferi olarak?
Kim diyecek elbet içimdeki hayalperest çocuk. Tabii, o çocuğun tuzu kuru ne de olsa bir eli yağda bir eli balda geçti hayatı sonra da bol sıfırlı bir maaş bordrosuyla kuruldum çalıştığım bankanın koltuğuna elbet zaman içerisinde rahat battı bir o kadar para da battı madem bir güzel imzamı da attım mı istifa dilekçemin dibine?
Ne abartıdır yazdıklarım ne de inkâr edebileceğim tek cümle var üstüne üstük eksiği var fazlası yok.
Bol bol ağladım hani geri dönen evraklarımın yasını tutup sonra ne yaptım ne ettim İstanbul’da Anadolu yakasındaki okulları tek tek tuşladım:
‘’Müdürle görüşebilir miyim?’’
‘’Konu neydi, efendim?’’
‘’Ben İngilizce öğretmeniyim ve okulunuzda boşluk varsa ücretli olarak çalışmaya gönüllüyüm.’’
İşte sihirli kelime: gönüllü öğretmenlik.
Eh, asil öğretmen olamadım madem…
‘’Üzgünüm, kadromuz dolu.’’
Sayısız okulun numarasını sevgili 118’den öğrenip de üşenmeden günlerce istişare ettiğim santral ve şükür ki görüşebildiğim okul müdürleri de oldu ama açığı olan hiçbir okul bulamadım uzun bir zaman hayli ter döküp ta ki…
Çok sevdiğimiz bir aile dostumuzun çalıştığı okulda yabancı dil öğretmeni ihtiyaçları olduğunu duyunda sevinçten deliye döndüm, efendim ve çok net: yirmili yaşlarımın ikinci yarısındaydım ve acemi bir öğretmen adayı iken tüm coşkumla okulun yolunu tuttum elbet en şık iş kıyafetim ve gözü kör olasıca topuklu ayakkabılarım ne de olsa ilk intiba çok önemlidir…
O günü asla unutamam. Okul Kartal’daydı ve yolun bu kadar uzun süreceği aklımdan geçmemişti ama gözüm görür mü her hangi bir olumsuzluğu? Üç vasıta değiştirdim ve indim ki minibüsten elbet okulu karşımda bulamadım. Esnafa sordum okulun nerede olduğunu ve hayatımda ilk defa bunca çamurun içinde bata çıka ama şarkılar söyleye söyleye vardım okula.
Her şeye razıydım. Çamur ne ki? Ki ücra bir yere atamamın yapılmasına razıyken ve anladım ki; ben bu okula aitim.
O kadar sevimli bir binaydı ki ve ufacık bir bahçesi olan ve çok ihmal edilmiş bir okul ama ben cennete düşmüştüm işte. Çocukların başını okşaya okşaya müdür odasını sonunda buldum ve gördüm ki; tek ben değildim bu okulu cennet bilen ve cennete dönüştüren.
Kaç defa onca sınava ve mülakata girip de yüzümün akıyla çıkmışken heyecanıma yenik düştüğüm nasıl da aşikardı. Allah razı olsun, babacan bir insana rast gelmiştim ve ben bir çırpıda anlattım her şeyi.
Bir yandan da üstümü başımı çekiştiriyordum en azından üstüm başım düzgündü de çamurlu ayakkabılarımı fark etmedi okulun müdürü ve o da hemen yanıtladı sorumu:
‘’O halde hayırlı olsun ilk göreviniz.’’
Cennet-i ala buydu işte ve ben İstanbul’un göbeğinde Çalıkuşu unvanını çoktan geçirmiştim sırtıma.
Elbet bu mutluluğu tüm sevdiklerimle paylaştım tek tek ve herkes bana delirmiş gözüyle bakıyordu ki okulun müdürü net konuşmuştu ki çok kısıtlı idi okulun bütçesi ama ben üste para verecek kadar uçuyordum havalarda ve bu mutluluğu asla değişmezdim de dünyanın her hangi bir nimeti ile.
Soğuk bir sonbahardı o sene İstanbul’u esir alan ve bol bol da yağmurdan nasipleniyordu şehir bu yüzden trafikte çok zaman harcıyordum ama okuluma gidip de o güleç yüzlerini ışıltı gözlerini gördüm mü her şeyi unutuyordum.
Nerede ise tüm sınıfların İngilizce dersine giriyordum ek olarak matematik ve fen dersine de girdiğim için tüm öğrenciler beni bir günde zihinlerine yerleştirmişti ve anladım ki onlar aynı zamanda yüreklerine de kazımışlar beni.
Akaretlerim asla olmamıştı sonuçta öğretmen kızıydım ama şükür ki kimseye de muhtaç değildik ailecek ama maddi anlamda bayağı sarsılmıştım geçen sürede ve harcamalarımı kısıtladım mı her şey kolaylıkla oturmuştu rayına ve kendimi kandırdığımı çok zaman geçmeden anladım ne de olsa ekstra bir bütçe gerekiyordu öncelikle yol parasını aya vurdum mu bir de ek olarak okuldaki çocuklara imkanım yettiği kadar maddi anlamda destek olmayı görev bilmiştim.
İhtiyaç sahibi olan nerede ise tüm okulun öğrencileri idi ve bu kısacık sürede güzel Rabbim bana cenneti yaşattı yeryüzünde.
Ders çıkışı minibüs durağına gidene kadar hemen hemen her gün öğrencilerim bana eşlik ediyordu ve bizler artık müthiş bir diyalog geliştirmiştik.
Çok ayrıntı vardır o günlere dair. Misal mi…
Okula plastik ev terliği ile gelen çocuklarım vardı benim ve yüreğim nasıl dayanır ve bulup buluşturduğum giysi, ayakkabı ve okul gereci her gün sırtlanıp uçarak gidiyordum okuluma.
İçselleştirmiştik artık her şeyi.
İlk dersine girdiğim sınıf ki çok yaramaz bir sınıftı bir de sınıfın elebaşı vardı ki: cin gibi bir oğlan çocuğu ve ben şifreyi ilk günden çözmüştüm.
Çocuklar sadece anlayış ve sevgi bekliyorlardı öğretmenlerinden ve başka bir sınıfta bir çocuğum daha inanılmaz enerjik ve çalçeneydi ki…
Hiç unutmam. Kürsüden kalkıp sırasına gittim bir de eli alçıda değil mi?
Elimi uzattım başını okşamak için ve kendimi o kadar kötü hissetmiştim ki o gün…
Çocukcağız nasıl kaçtı benden ve kafasını geri çekti sonra sıranın altına gizlendi çünkü benim onu döveceğime inanmış ve kendini korumaya almıştı.
Bir çocuğa el kalkar mıydı peki? İhtimal vermediğim bir şey aslında hayatın gerçeği idi ve öğrencim artık nasıl bir deneyim yaşamış ki ona vuracağıma inandırmıştı kendini ve usulca yeniden uzattım elimi ve alçılı kolunu sevdim:
‘’Geçmiş olsun canım. Adın ne senin?’’
O bakış o bakış bilin ki hala beni terk etmedi: ona uzattığım el de boş kalmadı ve çok iyi iki arkadaş olduk o gün itibari ile. Ve diğer sınıftaki elebaşı.
Büyük ihtimalle yabancı dilden haz etmeyen biraz da haşarı oldu mu öğrencim ve beni mat etmekti amacı ama cıvıl cıvıl gözlerinde okuduğum ve gördüğüm o sessizlik ve sevgi ışıltısı yok mu.
Diğer iki sınıfı da kattım bu sınıfa o gün sonuçta öğrencisi azdı sınıfların ve ancak birkaç sınıf bir arada iken bir sınıfa denk düşüyordu öğrencilerimi bir arada topladım mı bu sorun giderilmişti işte ve o gün a’dan başladım her şeye. Sayıları şarkı eşliğinde öğretiyordum bir yandan da tüm sınıf el çırpıyorduk ve işte kanatlarımın altına almıştı yaramaz elebaşını ve biliyordum artık doğru yerde olduğumu ve Rabbim dualarımı kabul etmişti.
Mutluluk.
Kısa süreceğini en azından bu kadar kısa süreceğini hiç aklıma getirmemiştim.
Neticede ücretli öğretmendim daha doğrusu gönüllü ama öğretiyordum ve öğreniyordum da onların güzel cennet dünyalarını.
Su gibi aktı gitti zaman.
Ve o sabah: yağmurlu bir güne uyandığım ve bir gün evvelinden haber vermişti okulun müdürü:
‘’Üzüleceksiniz ama söylemek zorundayım.’’
Tahmin etmiştim yine de içimden yanılmayı diliyordum.
‘’Ataması yapıldı İngilizce öğretmenimizin.’’
Demek oluyor ki; son kez gidecektim o gün okuluma ve tüm öğrencilerimle vedalaşacaktım.
Benim açımdan kabullenmek zor olmuştu ama öğrencilerimin bu denli üzüleceğini tahmin etmemiştim.
Nerede ise tüm okulun derslerine giriyordum ve o gün tek tek izah ettim dersine girdiğim sınıflara.
Bu kadar sevilmek mi?
Rüyamda görsem inanmazdım.
Koca günü kah ağlayarak kah gülerek geçirdik ve ne kadar marifetleri varsa sergiledi canım öğrencilerim.
Artık aklınıza ne gelirse…
Piyesler oynandı.
Halay çekildi.
Şarkılar söyledik.
Birbirimize sıkı sıkı sarıldık ve son dersimi de verdikten sonra adeta Fareli Köyün Kavalcısı gibi düştüm yola ve onlarca öğrencim beni yolcu etti durağa gelene kadar.
Bir de ufacık harçlıkları ile neler almışlardı bana kimi en sevdiği eşyasını vermek istedi.
Kimi tokasını verdi.
Kimi defter yaprağına yazdığı şiirini sundu bana.
Hayatımda hiç bu kadar sevildiğim olmamıştı ve sevdiğimden fazlasını karşılık vermişlerdi üstelik karşılıktan ziyade onların beni yüreklerine aldığının göstergesiydi.
Bir metropol ve İstanbul’da saklanmış bir köy okulu idi adeta.
Kaloriferleri yanmayan ve oldukça eksiği olan bir devlet okulu ve işte anladım ki; ben devletime ben insanıma borcumu asla ödeyemeyeceğim.
Paraya bir kez daha lanet okudum okuldan eve geldiğimde.
Tüm birikimimi harcamıştım işte.
Şaşalı mesleğimi bırakmış öğretmenliğe soyunmuştum ve bendim aptallığımdan sorumlu olan çünkü atanmak adına geciktirmiştim başvurumu ve kanundaki ani bir madde değişikliği yüzünden tanınan haktan yararlanamamıştım.
Sonra birkaç okulda daha çalıştım yine gönüllü öğretmen olarak.
Kadrolar da doldukça artık çalışacağım okul bulamadım sonra bir süre dershanede yabancı dil öğretmeni olarak çalıştım ve devamını getirmek istemedim çünkü devlet okullarında bulduğum tadı ve atmosferi özel sektörde yakalayamamıştım.
Devamı var mı peki?
Olmaz mı? Yaşadığım sürece hikâyemin elbet devamı olacak elbet kader söyleyecek ben yazacağım.
Yağmurlu bir İstanbul sabahı yola düştüğüm okul yolu.
İçine düştüğüm o büyük aşk elbet öğretmenliğin gücünü aldığı elbet çocukların o müthiş ve masum dünyası.
Ve yine yağmura uyandığım bir gün hikâyemin sona erdiği en azından oradaki vazifemi hakkıyla yapıp içime sinen her şey her çocuk her bilgi her yürek.
Aylardan Kasımdı: asla çıkmaz zihnimden.
Tebeşir tozu bulaşması üstüne insanın harika bir duygu ve öğrenciliğim boyunca hep de sevdiğim tebeşir tozu ve kıyısından köşesinden nasiplendiğim öğretmenlik ve tebeşire bulaşmış üstümü başımı temizleme ihtiyacı bile hissetmediğim.
Elbet şimdi akıllı tahtalar var ve gelişen teknoloji ile her şey üst seviyede ve tanınan imkanlar sayesinde ne güzel de yol aldı okullarımız ama ben tebeşir tozunu hiçbir şeye değişmem.
Ne afili bir dolmakaleme ki elimden attığım ve tebeşire dokunduğum…
Hiçbir mesleğe de değişmem öğretmenliği hele ki öğrencilerimden bana aslında tüm öğretmenlere yansıyan o güzellikleri ben bir daha nerede bulurum?
Mademki öğretmenlik buraya kadarmış ben de yeniden üstüme geçirdim öğrenci cüppemi ve işte yazmaya başladığım ilk günden beri bu okulun öğrencisiyim bu sefer bu anlamda her gün bana çok şey katan hocalarıma nasıl müteşekkirim…
Ya tebeşir ya kalem…
İkisini de çok seviyorum.
Öğretmenlik bir yanım öğrencilik ise hayatımın geneline yayılmış iken…
Sevgilerimle, sevgili okurum.
Teşekkür ederim canım öğrencilerim.
Teşekkür ederim canım Türkiye’m, canım devletim ve ben hakkını asla ödeyemem bende emeği geçen ülkemin ve tüm öğretmenlerimin tüm öğretmenlerimizin…