- 190 Okunma
- 3 Yorum
- 6 Beğeni
ALIŞMAYA GÖR (ÖYKÜ)
Olanlara anlam vermek asla mümkün değildi. Zamanın da Tanrı’nın da unuttuğu kinle yoldaşlığına çanak tutan bir muharebenin tek tanığı idi genç adam.
Ahkâm kesenlerin soytarısıydı da aynı zamanda.
Kanı yerde kalmış kim ise belki de tek tanık yine oydu.
Ölümün provasını yapan meleklerin ve cenazelerin kaldırılmadığı cami mi kalmıştı şehrin genelinde?
Şehir, şehirliğinden utanıyordu ve ölüler kanla yıkanmış bedenlerinden çıkmamaya yeminli bu leke ile öldüklerine nasıl da pişmandı.
Zaman teğet geçmişti madem yaşama sevincini.
Yaşam denen mücadelenin kepenkleri mademki inmişti bir kez.
Bir kez olacaktı, diye çıkmıştı yola ve birlerden uzanmıştı onlarca ölünün telaffuz edildiği mertebeye.
Şehrin kuytularında idi öncesinde ikametgâhı sonrası meçhuldü ona göre aslında öncesi de pek bir mahremdi ve öfkeli kimliğine değil ona kirleten şehre sunuyordu taziyelerini.
Seneler var ki ailesini görmemişti sözüm ona; ekmek parası için düşmüştü yollara ve gezmişti milim milim şehri.
Öncesinde annesinin bozdurduğu altınlardan düşen payına ne ise pek geçim sıkıntısı geçeceğini düşünmemişti ve tedbiri elden bırakmıştı başlarda.
Hazır dağa nasıl dayanırdı şehrin yükü altında ezilen bu genç irisi delikanlının da aklı gitmişti hani deyim yerindeyse.
Kaldığı otelde yattığı on gün için yüklü bir para ödemişti sonra terk etmişti kaldığı oteli.
Hava sıcaktı ne de olsa ve illa ki yatardı açık mekanda bulduğu artık bir bank mı olurdu yoksa bir ağaç dibi mi…
Üç beş gün geçmişti böyle.
Halinden memnun değildi ama alışkındı açık havada yatmaya en çok köyündeki evinin damında ne güzel ferahlığın içimiyle kapardı gözlerini ve bebekler gibi uyurdu ve nasıl da güvende olduğunu hiç anlamamıştı ta ki büyük şehre yolu düşene kadar.
Göğün mimarı siyahı yok saydı üç beş gece ve onu ısıran hangi börtü böcekse adeta okşadı her birini.
Belli ki; büyük şehir aşkı onu büyülemişti.
Derken hava bozmaya yüz tuttu ve istikamet neresi bu sefer, diye sorgulamaya başladı kendini.
İnsanların elinde gördüğü teknolojik oyuncaklar kim bilir ne işe yarıyordu?
Bir gün simit aldığı tezgâhın sahibi simitçiyi görüntülü konuşurken görünce nasıl da şaşırmıştı. Sahi, bunlara neden vakıf değildi en azından köyünün insanı neden mahrumdu tüm bu oyuncaklardan?
Adama sordu.
‘’Abi, nasıl edinirim o elindekinden?’’
Gülmüştü simitçi hem de gevrek gevrek tıpkı sattığı simitler gibi.
‘’Beş bini geçmez kardeşim. Hatta varsa sende bu kadar para, ver bana da satayım oyuncağımı. Ben bir sonraki modeli almak için sipariş verdim bile. Olmadı dörde anlaşırız. Ama illa ki peşin olacak ödemen. Para peşin hem ne demişler…’’
Lafını kesti Salih.
‘’Aklımı peynir ekmekle yemedim. Nereden bende o para? Hele bir iş bulayım bir de kalacak bir yer ilk iş uğrayacağım sana.’’
Zaten o telefona sahip olsa bile köyden kimi arayacaktı ki üstelik görüntülü?’’
Simitçiye sinir olmuştu.
Bir daha simit yersem ne olayım?’’
Söylenirken düşünüyordu da bir yandan. Acaba bir dükkâna işe mi girseydi? Hani getir götür işlerini yapardı ve taşınacak ne varsa taşırdı. Ne de olsa taşı sıksa suyunu çıkarırdı.
Aklına düştü ansızın Gizem Kız.
Yavuklusu, gözünün nuru.
‘’Ben de mektup yazarım göz bebeğime. Sonra da o yanıt yazar sonra da anama yazarım üç beş satır. Bir de mektubun içine üç beş kuruş koydum mu. Telefonu da sonra düşünürüm. Şimdi sırası mı?’’
Kendi kendine söylenirken hiç de farkında değildi etrafındakilerin ve peşine takılan adamın.
O yürüyordu ve adam peşinden geliyordu.
Duruyordu dinlenmek adına ve…
Derken dönüverdi birden bire.
‘’Hemşerim, ne istiyorsun benden? Deminden beri ihtimal vermedim ama sen resmen peşimdesin. Hadi, söyle derdin ne? Hırsızsan söyleyeyim yanlış adresim. Cebimde kala kala bir yüz lira kaldı. Onu da hiç belli olmaz yol parası yapar köyüme geri dönerim. Hadi, uza bakim.’’
Bayağı sert bir mizaçla deklaresini vermişti işte hem de kendinden hiç beklemediği bir çeviklikle ve de cesaretle.
Demek ki; o da kısa sürede şehre ve şehir insanına benzemeye başlamıştı hatta benzemişti.
‘’Yanlış anladın kardeş. Ben sadece sana yardım etmek adına arkandan geldim ve ancak fırsat buldum seninle konuşmak adına. Ben Uzungiller’den Şemsettin. Kısaca Şemo derler bana. Senin adın ne bu arada?’’
Adam bir anda girmişti konuya iyi de ne istiyordu ki bu adam üstelik tanımaz etmezdi hele ki yabancılara hiç güven olmazdı.
Yine de:
‘’Memnun oldum. Ben de İsmail. Kısaca İso derler bana. Söyle derdini arkadaş sonra da git yoluna.’’
Adam ballandıra ballandıra konuşmaya başladı ve alttan girip üstten çıkıyordu nerede ise.
‘’Sende gençliğimi gördüm İso bu yüzden yardım etmek istiyorum. İyi bir insana benziyorsun ve sana iş imkânı sağlayacağım elbette beğenirsen yoksa bir an durmam çeker giderim.’’
İş aradığı çok mu belli oluyordu üstelik durduk yere kim kime iş verirdi ki?
Hikâyesi böyle başlamıştı İso’nun ve sonunda ikna oldu.
İşin mahiyetini fazla anlatmamıştı adam lakin teklif ettikleri para çok yüksekti. Bu güne kadar bir kez dahi bir arada görmediği bir meblağ üstelik taş atıp da kolumu yorulacaktı?
Belli adreslere gidecek ve saygın iş insanlarına hizmet edecekti günü birlik.
Getir götür ne ise artık.
Belli ki bir türlü kat hizmetlisi ya da servis elemanı gibi üstelik tüm müşteriler yabancı kökenli idi ve genelde Avrupa’dan Türkiye’ye iş bağlamak ve tatil yapmak amacıyla gelen zengin varlıklı insanlardan oluşuyordu.
Tek anlamadığı şuydu ki; her bir iş insanı sadece erkekti ve erkek hizmetli istiyordu belli ki onlar da tutucuydu ve muhafazakâr kimliklerine uygun hizmet bekliyorlardı hemcinslerinden.
Düşünme payı vardı aslında bu işi kabul edip etmeme konusunda yalnız kaybedeceği vakit de yoktu.
Peki, nerede kalacaktı bu işi kabul ettikten sonra?
Merak etmemesini söyledi Şemo.
‘’Orasını hiç merak etme. Yeter ki; sen, he, de. Gerisi kolay. Hele ki senden memnun kaldılar mı bir de bakmışsın ki sürekli elamanı olacaksın hizmet verdiğin neresi ve kim ise.’’
Düşünmesine bile gerek yoktu işte. Ne güzel altın yumurtlayan tavuktu denk geldiği. Boşuna demiyorlardı büyük şehrin taşı toprağı altın.
İşin mahiyeti kurcalamamıştı bile kafasına. Nasıl ki; köye ziyarete gelen muteber konuklar eşrafın da yardımıyla nasıl da rahat ettirilirdi hatta yeri geldi mi köylü alırdı evinin başköşesine gelen misafiri ve bir dediğini iki etmezdi.
İşe başlamadan evvel bir çeki düzen vermesi gerekiyordu öncelikle giyimine ve saçına başına hatta kokusuna kadar. Biraz ters gelse de kabul etti denenleri bir anda.
O da şehir insanı idi artık üstelik akıllı cihazlardan bir düzine alıp köyüne gönderecekti ilk iş.
Kalacağı yer de temin edilecekti madem geriye ne kalıyordu?
Çalış ve bileğinin hakkıyla kazan ekmek paranı.
***
Detaylara girmemişlerdi ilk gün.
Kapısına gittiği yabancı konuk onu güler yüzle karşıladı.
Çat pat Türkçe biliyordu zaten İso’nun çeviri yapması gerekmiyordu sadece yap, denileni yapmak.
Yapmak zor olmayacaktı elbette. Ne ise gereken artık; gerek odanın temizliği gerekse getir götür işleri artık ne ise elbette gıkı çıkmayacaktı adamlar durduk yerde bu kadar parayı neden versinler ki?
Kaldığı binada yabancı adamın bir kat daha vardı yine kendisi gibi yurt dışından gelen bir kadının da konuk edildiği ve o kadının hizmetlisi yine bir kadındı.
Bunları görmek çok mutlu etmişti İso’yu. Nasıl da muhafazakâr insanlardı bunlar böyle üstelik ecnebi olmalarına rağmen.
Ortalığı toparlarken adam her hareketini dikkatle takip ediyordu derken sokuldu yanına İso’nun:
‘’Yorgunsun.’’
Sahi yorgun muydu?
Gülümsedi delikanlı:
‘’No, no.’’
Adam ısrar etti:
‘’Yes, yes.’’
Ve ağzına kadar dolu bardağı uzattı delikanlıya.
‘’İç.’’
Tereddütsüz içti İso. Ne kadar insancıl olduğunu düşünüyordu adamın hem de nasıl nazik. Elini tuttu derken İso’nun:
‘’Gel benimle.’’
Gülümsedi İso.
‘’Tabii. Neresi ise gösterin pırıl pırıl yapayım.’’
‘’Sensin pırıl pırıl olan ve de çok parlak. Gidelim.’’
***
Sonrası zaten kâbusun ta kendisiydi.
Temizlenmesi gereken bir daire vardı oysaki hayal ettiği ve nasıl da canhıraş bir telaşla başlamıştı işe. Altı üstü temizlik ve hizmet ve…
Kabullenmesi imkânsızdı zaten bunu Şemo’ya nasıl söylerdi? Ötesinde köyüne hangi yüzle giderdi?
Hayatında hiç içki içmemiş biri üstelik içine katılan…
Neler oluyordu böyle? Nasıl düşmüştü bu adi tuzağa?
İnanmak zorundaydı madem insanlara bu muydu karşılığı?
Belki de bir kerelik olan bu olayı önemsemeyip köyünün yolunu tutmalıydı yine de emin olamıyordu ne kendinden ne de İsmail’den ve adamlarından.
Zar tutan bir kumarbazdı madem hayat… hayır, hayatın suçu yoktu aslında şehrin de.
Arkası gelecek miydi peki?
Elbette hayır.
Yine de içtiği çok lezzetliydi ve içine konulan ne ise.
Sahi, bir kereden bir şey çıkmazdı madem… bir ikinciyi denemekten ne çıkardı?
Üstelik hatırlamıyordu detayları zaten merak da etmiyordu.
Bir an aklına geldi muhtarın ona söyledikleri. Adamın saçları değirmende ağarmamıştaydı da nasıl göz ardı etmişti nasihatlerini?
Akla gelmezdi böylesi.
Başına gelene acaba ne diyorlardı halk dilinde?
Aynaları oldum olası sevmezdi ama bunu görmek için aynaya bakmak da gerekmiyordu ki.
Arkası geldi zaten.
Anası hep demez miydi:’’Alışmış kudurmuştan beterdir.’’
***
Cinayetlerin ardı arkası kesilmiyordu ve her nedense hepsi yabancı ve itibarlı iş adamlarıydı ve her nedense hepsi öldürülmeden evvel hadım edilmişti.
Bir derken iki hani neredeyse adı uğursuz şehre çıkmıştı çileli İstanbul’un.
Üstelik katil geride tek ipucu bırakmıyordu.
Temiz ve bakımlı nice iş insanı lakin hepsi kanla yıkanmıştı adeta evet, kendi kanlarıyla ve geride kalan şu cümle her cinayetin ardından:
‘’Alışmaya gör.’’
***
Şehir ilk ışıklarına uyandı ölümün ve günün.
Ölümcül bir güdüyü tasnifleyen iblis mademki kötülüğe şerh düşmüştü yoldan çıkan herkes illa ki karşılığını bulacaktı cehaletinin ve haris ruhunun.
Avrupa yakasının en yüksek binasında bir silah sesi duyuldu ama akıbetinin ne olduğunu kimse bilmedi bu cinayetin/intiharın çünkü ceset imha edilmişti ve polis asla bulamadı sebebini de sorumlusunu da lakin olaydan sonra işlenen o hadım edilmiş cesetlerin ayyuka çıktığı cinayetlerin de ardı arkası kesildi.
Ve temiz bir başlangıç yaptı şehir yeni güne ve yeni geleceğe yine kucağında beslediği kötülükten medet umup bir gün her şahikanın çiçek açacağı ve hiçbir çiçeğin de solmayacağı inancı ile.
İsmail’in adını ise kimse anmadı köyünde ne de olsa çoktan fotoğrafları ulaşmıştı köy muhtarının eline.
Anası ise kendini aynı gün avludaki çınara astı geride kalan sadece üç beş resmin yırtıldığı ve yakıldığı için de tek bir şahidin dahi olmadığı ve anılmadığı ismi ile İsmail’in.
YORUMLAR
Gülüm Çamlısoy
Mutlu yıllar dilerim değerli üstadım
Gülüm Çamlısoy
Teşekkür ederim
Selam saygılarımla