Hoş Geldin Hayat!
Yataktan bir türlü kalkamadı o sabah. Seve hala, gördüğü kötü rüyanın etkisindeydi. Bir yandan uzaklaşmak, unutmak istiyordu; bir yandan da içinde biraz daha kalmak ve koreografisini değiştirmek istiyordu rüyanın.
Bu iki tezat isteğin çekişmesiyle gerindi sıcak yorganın altında. Sonra gözlerini araladı. Karanlıkla göz göze gelince, vakit kaybetmeksizin, tekrar yumdu gözlerini.
Kalbinin baş köşesine oturttuğu Xızır ile söyleşme isteğine kapıldı. Yatakta yan döndü - sanki onunla daha rahat iletişim kuracağına inanıyordu. Başı, kuş tüyü yastığa gömüldü. Yastık sıcacıktı. Uykuya dalmamak için, içindeki Xızır’a seslendi:
"Sevgili Xızır! Uyumama izin verme, olur mu? Esirgeme nefesini bizden ma! Yaşadığımı anlayabilmem için, uyumamam gerek. Ama ben kalkmadan önce, şu günü aydınlanıversen! Farkındaysan, Xızır Bava; saat 08:45 olmuş, ma endi yeter!"
Henüz sözünü tamamlamadan, az önce gördüğü rüyanın içine düştü yeniden. Ama bu kez, yer değiştirmişti rüyanın kahramanları:
Kahramanlardan biri, sersefil bir ayakkabı boyacısıydı. Üstü başı yırtık pırtık ve kara lekeler içindeydi. Fakat - ne hikmetse- zeytin karası gözlerinden deniz akıyordu. Akan sular onun bulunduğu tüm şehri çoktan yutmuştu. Nedendir bilinmez, ama yine de, ayakkabı boyacısı suyun yüzünde oturuyor ve yanına yığdığı ayakkabıları fırçalıyabiliyordu habire; üstelik ustaca ve istifini bozmadan.
Ansızın karakter değişti ayakkabı boyacısı. Şimdi bir maden ocağı işçisiydi suyun yüzünde iki büklüm duran. Başındaki kask simsiyah ve paramparçaydı. Yüzü görünmüyordu, ama ışıldayan iki gözü vardı. Bu çok dirençli bir işçiye benziyordu; çünkü omuzları geniş ve elleri büyüktü:
"Hayır hayır! Bu böyle olmaz!" dedi, etrafına bakıp dururken. Bulmak istediği insanlar yoktu etrafında.
Yapayalnız bırakılmıştı maden işçisi. Çevik bir harekette bulundu:
"Ben de, alelacele buradan kaçmalıyım, ama nasıl?" dediyse de, bir türlü kaçamadı. Su çekilmiş ve şimdi de ayakları kuma batıyordu. Kumdan zar zor çekip çıkardı ayaklarını.
Bir ses duyar gibi oldu maden işçisi. .Başını çevirip etrafına bakmaya kalkıştı; ama bu kez de, kil rengi bir bataklığın içinde buldu kendini. Devasa yılanlar, çiyanlar bitiyordu ayaklarının dibinde. Yardım için, etrafına bakamayacak durumda ve tarif edilemez bir dehşet içindeydi. Hangi yana baksa sazlıktı; hangi yana baksa, tuhaf bir şekilde, kurumuş kahve rengi kamışlar uzuyordu önünde. Ve güneş de gücünü yitirmiş ve kararmıştı adeta...
Olduğu yerde kıpırdamadan durdu maden işçisi. Hiç vakti olmasa da, bir stratejinin peşindeydi. Ancak, bu düşünme süresi on saniyeyi bile geçmedi; çünkü, bataklık onu içine çekmeye başlamıştı bile. Bağırmak istedi, ama nafile. Ses tellerindeki çığlığı, kendine bile duyurmayı başaramadı. Deme ki artık teslim olacaktı ölüme:
"Ah! dedi, maden işçisi: "Ahhhh!" Bu ağzından çıkan son sesti.
Birbirine dolanmıştı taş kesilen bacakları. Fal taşı gibi açtı gözlerini. İlk gördüğü, komidinin üstündeki çerçeveli fotograf oldu. Gözlerini kırpıştırarak uzun uzun baktı fotografa. Bedeni donmuş gibiydi. Ve sanki, aklını toplama; gördüğü kabustan kurtulma çabası içerisindeydi. Dudaklarında bir seyirme hissetti:
"Evet, yaşıyorum. Demek ki bir kabusun içinden geliyorum!" dedi. Dirilmesinin ağır aksak olması bundandı!
Odanın içi yeterince aydınlık sayılırdı artık. Ani bir kararla, üzerindeki yorganı fırlattı kenara. Ayak parmaklarına kaydı gözleri. Oh, ne iyi; hepsi de yerli yerindeydi. Ya elleri, başı, saçları vesaire?
Oturdu yatağın kenarına. Önündeki terlikleri ayağına geçirdi çarçabuk. Sonra ayağa kalktı ve elleriyle bedenini yokladı. Evet, evet; gerçekten yaşıyordu.
Pencereye yöneldi. Pencerenin ince olan dalını açtı. Yüzüne serin bir hava vurdu. Adamakıllı uzattı başını dışarıya. İçine çekti temiz havayı. Aşağıdaki ormanda, az ilerdeki baygın, gri gölde durakladı gözleri. Çıt yoktu gördüklerinde:
"Bütün sabahlar gibi bir sabah!" dedi mırıldanarak. Ve sonra, hayretler içine: "Xızııır!" dedi, "sesim de çıkıyor...!"
Bir saksağan gelip, Seve’ye en yakın kavağın dallarından birine kondu. Huzurla gülümsedi kadın: "Hah! Hoş geldin hayat! Beni asla yalnız bırakmayacağını biliyordum!" dedi.
Gözlerini servi ağaçlarının doruklarında gezdirirken: "Yaşamak, ah yaşamak... Karsız geçse de bu kasımın sonu; çok güzelsin , hayat!" dedi, gülümseyerek...
Not: tüm Edebiyat Defteri dostlarına, iyi ve huzurlu, bir yeni yıl dileklerimle!
YORUMLAR
belki çok klasiktir ancak en çok sevdiğim iki dua vardır. biri "allah iyi insanlarla karşılaştırsın"
diğeri "hızır yoldaşın olsun"
rüyadaki imgesel tasvirler düşündürücüydü. yeni doğan her gün ve gelen her yıl sağlık ve mutluluk getirsin size sevgili Tüya ve hepimize
Tüya
Bu duaları ben de içimden ederim. İkisi de koruyucu ve yol gösterici bir gğce sahip sanki :)
Kurgusal bir yapısı var öykünün ve ben, güncemizdeki sorunlara ışık tutmak adına, sözünü ettiğiniz i mgesel tasvirlere değinmeyi uygun buldum...
Her daim kıymetlidir öne çıkardığınız noktalar, sevgili Zanzibar.
Çok teşekkür ederim güzel eşliğiniz için.
İyi ve mutlu seneleriniz olsun dilerim.
Sevgi, saygım ile.
Tüya
Hızır, hepimizin yoldaşı olsun, dileriz. :)
Çok teşekkürler, selamlar, saygılar, Cemal dost.
Hayırdır inşallah, denir ya rüyaya.
Mutlu olmak için ne kadar çok sebebimiz varken toplu iğne başı kadar meseleleri büyütüyoruz.
Eskiden rüyaların etkisinde çok kalırdım. Günlerce beni meşgul ederdi. Televizyon izlemeyi bıraktım, sosyal medya hesaplarımı kapattım rüya bile görmüyorum. Görüyorsam da hatırlamıyorum.
Senin öykündeki hanımın gördüğüne de rüya diyemeyiz kabus gibi.
Öykü dilini seviyorum canlı seyrettim.
Iyi ve güzel olsun her şey. Sevgiler.
Tüya
Ancak, ruh halimiz göreceli kılabiliyor bazen, neyi ne kadar mutluluk olarak gördüğümüzü. Örnegin, uykuyu zehir zıkkım edince bir kabus (gerçi çoğu kurguydu bu öyküdeki), irite olmamak pek kolay olmayabiliyor. Ben şimdilerde unutuyorum rüyada gördüklerimi; ki seviniyorum buna.
Ayrıca sana katılıyorum, Jüli; huzur bulmanın yollarını bulmak önemli. Hele hele her gün kaotik dünyamızdan, tonlarca kasvetli haber bombardımanına tutuluyorken...
Teşekkür ederim güzel katkın için.
Sevgiler, iyilikler olsun.